TKP
 
Yeniden Merhaba
Yayın İlkelerimiz
Yazılar - Arşiv
 
İşçinin Sesi Yayınları
Kitaplar
İşçinin Sesi
Çek-Al
Kavga - Kervan
Kaynak
İşçi Yaşamı
İşçinin Gezetesi
Binçiçek
cddrt
dtd
Isha Bulletin

Soviet News
 
 
 

 

 

 

 

 

 

 

 

1917

 
Yusuf Zamir

ŞUBAT DEVRİMİ

Devrimleri toplumların gündemine getiren, mevcut düzenin artık işleyemez hale gelmesidir. Her gerçek toplumsal devrim, toplumun çöküşe geçmesi karşısında yığınların can havliyle gidişata müdahale etmesiyle başlar.

Çarlık rejimi, 1917’ye girildiğinde, savaşın getirdiği ağır yıkımlara dayanamayarak çökmeye başlamıştı. Rejim, savaşa sürdüğü milyonlarca askerin iaşesini, donanımını artık sağlayamıyor, askeri cephede tutamıyordu. Cephelerde ağır zayiat veriliyor, bozgun havası yayılıyordu.

Muazzam miktarda işgücünün ekonomiden çekilip silah altına alınması, üretimde büyük düşüşe yol açmıştı. Rus sanayisi, Avrupa'nın ürettiği makinelere, yedek parçalara, mamul ve yarı mamul mallara göbeğinden bağımlıydı. Savaş yüzünden Avrupa'dan mal gelişi aksadığı için sanayinin çarkları zorlukla dönüyordu. Sonra, zaten yetersiz olan demiryolları şebekesine askeri sevkiyatın aşırı yük bindirmesinden ötürü ulaşım sık sık kesiliyor, sanayinin ihtiyacı olan petrol, kömür temininde sıkıntılar yaşanıyordu.

Enflasyon, karaborsa, kıtlık gittikçe artıyordu. Halk yığınları umutsuzluk içindeydi. Ciddi bir açlık tehlikesi baş göstermişti. Şubat ayı ortalarına doğru Petrograd'ta sadece on günlük un stoğu kalmıştı. Bunun üzerine şehir yönetimi ekmeği karneye bağlama kararı aldı. 16 Şubat günü kararın duyulması üzerine halk fırınlara, yiyecek satan yerlere hücüm etti. Bir kaç saat içinde satılacak mal kalmayınca dükkânlar kapandı. Öfkeli kalabalıklar dükkânların camlarını kırdı, şehirde gerilim yükseldi.

Petrograd'ta devrimin kıvılcımını çakan, tekstil fabrikalarındaki kadın işçilerin sokağa çıkması oldu. Kadın işçiler, eski takvimle 23 Şubat'a rastlayan Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü'nde inisiyatifi ele aldılar. Kadın işçiler, fabrikalardaki toplantılardan sonra isyanlarını sokaklara taşıdılar. Gösterilere grevdeki Putilov işçileri de katıldı. "Ekmek istiyoruz", "Kahrolsun otokrasi", "Kahrolsun savaş" sloganları hızla şehre yayıldı.

Kadın işçilerin başlattığı hareketin bu kadar büyüyeceğini hiçbir devrimci örgüt tahmin edememişti:

"Kadınlar gününün devrimi başlatacağı kimsenin aklına gelmemişti. Tek bir örgüt dahi o gün için grev çağrısı yapmamıştı. Hatta, en savaşkan Bolşevik örgütlerden biri olan, işçi semti Vıborg'daki komite grevlere karşı çıkıyordu. Bu işçi bölgesindeki liderlerden biri olan Kayurov'a göre, kitlelerin ruh hâli çok gergindi ve herhangi bir grevin açık çatışmaya dönüşme tehlikesi vardı. Komite, militan eylem için zamanın henüz olgunlaşmadığını düşündüğünden -parti yeterince güçlü değildi ve işçilerle askerler arasındaki ilişkiler zayıftı- grev çağrısı yapmamayı, onun yerine gelecekteki devrimci eylemler için hazırlanmayı kararlaştırmıştı.

"23 Şubat'ın arifesinde komitenin çizgisi buydu ve herkes bunu benimsemiş görünüyordu. Ama ertesi sabah, bütün direktiflere rağmen, kadın tekstil işçileri greve çıktılar ve destek vermeleri için metal işçilerine temsilciler gönderdiler. Kayurov, destek çağrısını Bolşeviklerin 'gönülsüzce' kabul ettiklerini, Menşevik ve Sosyalist Devrimci işçilerin de onları takip ettiğini yazıyor...

"Hiç kimse ama hiç kimse, 23 Şubat'ın mutlakiyete karşı kararlı kalkışmanın başlangıcı olacağını düşünmemişti. Perspektifleri belirsiz ama her halükârda sınırlı bir gösteri olacağı konuşuluyordu.

"Velhasıl olan şudur ki, Şubat Devrimi, kendi devrimci örgütlerinin direnişine rağmen aşağıdan başlatılmıştır. Kendi başlarına inisiyatifi alanlar, proletaryanın en çok ezilen kesimi olan ve içlerinde hiç kuşkusuz pek çok asker eşinin de bulunduğu kadın tekstil işçileri olmuştur." (L. Troçki, Rus Devriminin Tarihi, İng., c. 1, s. 74-75.)

25 Şubat’ta genel grev ilân edildi. İşçi Petrograd meydanlardaydı. Çarlık hükümeti göstericilerin üzerine askerleri sürdü. Ama işçilerin üzerine yollanan askeri birliklerde itaatsizlik baş gösterdi. Hükümet bunun üzerine polisi harekete geçirdi. İşçilerin direnişi geliştikçe, askerler göstericilere katılmaya, polisle çatışmaya başladı. Garnizonda disiplin çözüldü. Petrograd'ın çok yakınındaki Kronştadt adasında kurulu Baltık deniz üssünde isyan çıktı. İsyancı bahriyeliler gemileri ve adadaki kasabayı ele geçirdiler.

Başbakan Prens Goliçin, rejimin hiçbir taviz vermeme kararlılığını göstermek için, 26 Şubat'ta Çar adına Duma'yı kapattı. Duma, karara uyup uymama arasında bocaladı, bir ara çözüm olarak 27 Şubat sabahı "Duma Geçici Komitesi"ni kurdu. Duma Komitesi, kendi görevini, başkentte düzeni yeniden sağlamak ve kamu kurumlarıyla yeniden temasa geçmek olarak tanımladı.

27 Şubat akşamına doğru güçler dengesi hızla değişti, generallerin Çar İkinci Nikola'nın arkasında duramayacağı belli oldu. Duma'nın çalıştığı Tauride sarayı artık Petrograd Sovyeti'nin işgali altındaydı. Duma Komitesi'nin önde gelen üyesi Milyukov, binayı doldurmuş olan ayaklanmacıları, halkın güvenini kazanabilecek bir hükümet kurmaya karar verdiklerini ilân ederek yatıştırmaya çalıştı. Duma Komitesi başkanı Rodziyanko, daha sonra, "Duma bu sorumluluğu yüklenmek istemeseydi, tutuklanacak ve üyelerin tümü ayaklanan askerlerce öldürülecekti" diye yazacaktı. (Aktaran: Marcel Liebman, Rus İhtilâli, çev. Samih Tiryakioğlu, s. 127.)

Duma Komitesi, Petrograd Sovyeti ile iktidar pazarlığına girişti. 2 Mart sabaha karşı anlaşma sağlandı. Anlaşmaya göre Petrograd Sovyeti, demokratik reformları yapmak, ilhakçı olmayan, demokratik bir barış için çalışmak kaydıyla, kurulacak geçici hükümeti destekleyecekti. Bu arada İkinci Nikola’ya tahttan vazgeçtiğine dair bir kağıt imzalatıldı ve 3 Mart’ta Prens Lvov başkanlığındaki Geçici Hükümet ilân edildi. 

İKİLİ İKTİDAR

Geçici Hükümet, Petrograd Sovyeti'nin müsaade ettiği kadarıyla siyasal iktidar yetkileri kullanabiliyordu. Hükümetin savaş bakanı Guşkov'un general Aleksiyev'e yolladığı meşhur mektup, bu durumu şöyle belgeler:

"Geçici Hükümet hiçbir gerçek yetkiye sahip değildir. Buyrukları, ancak İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti’nin iradesine uygun olduğu ölçüde yerine getirilmektedir. Gerçek iktidarın en önemli unsurlarını, askeri kıtaları, demiryollarını, posta-telgraf ulaşımını elinde tutan odur. Geçici Hükümet’in, Sovyet’in onun varlığını kabul ettiği ve bu varlığa izin verdiği ölçüde var olduğu açıkça söylenebilir." (Aktaran: Marcel Liebman, Rus İhtilâli, çev. Samih Tiryakioğlu, s. 137.)

Geçici Hükümet, savaşı sona erdirecek, toprak reformunu gerçekleştirecek, üretimi ayağa kaldıracak, Rusya'yı toparlayacak bir siyasal güç yaratamadı. Devrimci dalga öylesine derinden ve güçlü gelişiyordu ki, Mayıs başında hükümete Sosyalist Devrimci ve Menşevik bakanların katılması, 5 Temmuz'da eski Trudovik yeni Sosyalist Devrimci Kerenski'nin başbakan olması, devrimin ilerleyişini durduramadı. Aleksandr Kerenski, daha sonra, bu durumu şöyle itiraf edecekti:

"Şubat ile Ekim arasında, devrim dalgası bir sele dönüştü. Seli ne durdurabiliyor ne de yönlendirebiliyorduk." (Aktaran: Marc Ferro, Bolşevik Devrimi, İng., s. 2.)

1917 Şubat Devrimi, sermayenin dünyasal iktidarına karşı Rusya coğrafyasından bir meydan okuma başlatmıştı. İşçiler, kır emekçileri, mülksüzler, mevcut insana aykırı düzenin pratik eleştirisini yapmak suretiyle yepyeni bir dünya yaratma işine koyulmuşlardı. Rusya, yabancılaşmış faaliyetin böylece hırpalanmakta olan iktidarı ile yabancılaşmış faaliyeti inkâr mücadelesinin yaratmakta olduğu karşı-iktidarı yan yana barındıran geçiş sürecine girmişti.

Bir yanda, yabancılaşmış faaliyetin darbelenmekte olan iktidarı, yani özel mülkiyetin, metaın, mübadele değerinin, paranın, ücretli emeğin, sermayenin "ekonomik" denilen iktidarı ve bunlardan doğan devlet aygıtının, Geçici Hükümet’in "siyasal" iktidarı vardı. Öte yanda da, yabancılaşmış faaliyetin iktidarına karşı kendi toplumsal iktidar organlarını yaratmakta olan eleştirel, devrimci, kurucu kalkışma vardı.

Sovyetler, fabrika komiteleri, işçi konseyleri, mahalle konseyleri, kolektifler, inisiyatifler, adları ne olursa olsun, hepsi, kendi kaderlerini kendi ellerine almaya çalışan yığınların yaratmakta olduğu karşı-iktidarın embriyonik biçimleriydiler. Yabancılaşmış faaliyetin yığınsal çapta pratik eleştirisiyle ortaya çıkan bu toplumsal iktidar nüveleri, yabancılaşmış faaliyetin "ekonomik" ve "siyasal" olarak bölünmüşlüğünün de inkârını içinde taşıyordu.

Sovyetler, işçilerin yanı sıra askerler ve kır emekçilerinin de yaşama müdahale organları olarak bütün ülkeye yayılıyordu. Sovyetlerin Geçici Hükümet’e karşı kahredici üstünlüğü, her kesimden halk kitlelerinin sokaktaki, kırdaki fiili gücünü temsil etmesinden geliyordu.

Sovyet toplantıları, herkesin katılabildiği, fikir alış verişinde bulunduğu, eğilimlerin berraklaştığı açık forumlar olarak işliyordu. İşçilerle askerler yan yana tartışıyor, herkes farklı kesimlerin farklı sorunlarını birbirlerinden doğrudan öğreniyordu. Böylece mücadelenin yaşamın her alanını kapsayan çok boyutlu niteliği daha iyi kavranıyor ve genel siyasal mutabakatlar ortaya çıkıyordu. Sovyet toplantılarında varılan mutabakatlar, hemen mücadeleye yansıyor, pratiği fiilen dönüştürüyordu.

Çarlığın çöküşüyle birlikte cephelerde çözülme hızlanmış, emir komuta zincirini kıran bir milyondan fazla üniformalı köylü köylerine dönmüştü. Kırdaki iktidar boşluğunu hızla köylü sovyetleri, komiteler doldurmaya başlamıştı. Köylüler, mevcut toprak mülkiyeti rejiminin yığınsal olarak pratik eleştirisini yapmaya, yani toprakları bölüşmeye girişmişlerdi.

Geçici Hükümet toprakların işgalini yasadışı ilân etmişti. Ancak Geçici Hükümet’in kırda fiili bir yaptırım gücü yoktu. Köylü komiteleri, resmi hükümetin suyuna gider görünümün altında kırda fiilen karşı-iktidarı örgütlüyordu.

Örneğin, o zamanki gazetelerin "kırın Kronştadt'ı" diye bahsettiği Penza bölgesi mücadelenin en gelişkin olduğu yerdi. 15 Mayıs 1917'de toplanan Penza Köylü Konvensiyonu'nu hükümete rapor eden devlet görevlisi, kır emekçilerinin artan özgüvenle duruma vaziyet etmelerini şöyle anlatır:

"Komite, bir adam ve bir kadın öğretmen haricinde, okuma yazması olmayan köylülerden oluşuyor. Komite, toprak sahiplerini, kararlarına uymaya ve eğer bireysel köylülerin yasadışı işgallerinden kaçınmak istiyorlarsa mülklerini kendi iradeleriyle toprak komitesine vermeye çağırıyor.

"Komite, manastırların ve toprak sahiplerinin kendi topraklarının kendilerinde kalmasına müsaade edilen bölümünde, dışarıdan yardım almadan, kendi aileleriyle çalışmaları için gereken tarım araçlarını onlara bırakmaya karar verdi. Geriye kalan topraklar az topraklı köylülere dağıtılacak, fiyat toprağın kalitesine göre dört ile sekiz ruble arasında olacak...

"Toprak sahipleri daha önceden topraklarının bir bölümünü kiralamışlarsa, kira bedeli sekiz rubleden fazla olmayacak... Komite, tarım araçlarını ... günlük kiraya vermek suretiyle paylaştıracak. Kira bedelleri aletleri tamir fonunda toplanacak." (Aktaran: Marc Ferro, Bolşevik Devrimi, İng., s.118.) 

FABRİKA KOMİTELERİ

Sovyetler işçi, asker ve köylü delegeleri içinde barındırdığı için, daha ziyade nüfusun bütününü ilgilendiren genel siyasal konulara yoğunlaşırken, fabrika komiteleri daha çok fabrika içi sorunlarla boğuşuyordu. Fabrika komiteleri, sermayenin fabrika içindeki iktidarına karşı gelişen işçi otonomisinin, üretim sürecini işçi kontrolüne alma mücadelesinin yarattığı örgütsel bir biçimdi.

Fabrika komiteleri, ilk başlarda, fabrika yönetimlerini sınırlayan işlevler görüyorlardı. Sekiz saatlik işgünün uygulanması, çalışma koşullarının düzeltilmesi, işten atılmaların engellenmesi, ücretlerin artırılması, hastalık izinleri, tatiller gibi günlük mücadele veriyorlardı.

Geleceğin çalışma halk komiseri Bolşevik Schmidt, fabrika komitelerinin ilk zamanları için şunları söyleyecekti:

"Fabrika komiteleri kurulduğu günlerde sendikalar henüz ortada yoktu ve bu boşluğu fabrika komiteleri doldurdu." (Aktaran: Tony Cliff, Kuşatılmış Devrim, s. 118.)

Fabrika komitelerinin fabrika içi iktidarı arttıkça, toplumsal yaşamın öteki alanlarında da ağırlığı artmaya başladı. Fabrika komiteleri giderek günlük yaşamda toplumsal iktidar işlevleri üstlendiler. Örneğin, gıda maddelerinin dağıtımı, işsizlere iş, evsizlere ev bulunması, dara düşmüşlere yardım toplanması, komünal mutfakların, kreşlerin çalıştırılması, düğün, eğlence gibi sosyal faaliyetlerin örgütlenmesi, asayişin, adaletin sağlanması gibi işler hep fabrika komitelerine bakıyordu.

Fabrika komiteleri, yığınsal çapta pratik eleştirinin içsel sürükleyişiyle, sermayenin fabrikadaki iktidarını sınırlayıcı konumlardan üretimin yönetimini alma hedefine doğru ilerlemeye başladı. Mücadelenin içsel dinamikleri, fabrika komitelerinde, üretim ve tüketim komünlerine doğru gelişme potansiyeli biriktiriyordu.

Fabrika komitelerinde kendisini ifade eden işçi otonomisi, geleceği bugünden kurma mücadelesi olduğunun gittikçe daha çok bilincine varıyordu. Örneğin Putilov Fabrika Komitesi’nin 24 Nisan 1917 tarihli bildirisi şöyle diyordu:

"Belirli tesislerdeki işçiler özyönetim içinde kendilerini eğitirlerken, kendilerini fabrikaların özel mülkiyetinin ortadan kaldırılacağı ve üretim araçlarının işçi sınıfının eline geçeceği zamana hazırlamaktadırlar. Şimdilik sadece küçük ayrıntılarla uğraşıyor olsak da, işçilerin uğrunda mücadele ettikleri bu büyük ve önemli amaç hep akılda tutulmalıdır." (Aktaran: Carmen Sirianni, İşçi Kontrolü ve Sosyalist Demokrasi, İng., s. 26.)

Fabrika komiteleri o kadar etkili bir güç haline gelmişti ki, sanayide fabrika komitelerinin onayını almadan üretimi sürdürmek artık mümkün değildi. Geçici Hükümet, fabrika komitelerini düzen sınırları içine çekmek amacıyla 23 Nisan 1917'de bir kararname yayımladı. Kararname, fabrika komitelerinin iş sağlığı ve iş güvenliği konularıyla uğraşma, fabrika yönetimiyle pazarlık yapma hakkını resmen tanıyordu.

Bunlar fabrika komitelerinin zaten fiilen hayata geçirdikleri işleyişlerdi. Hükümetin amacı, fabrika komitelerini hukuken tanıma manevrasıyla komitelerin fiilen elde ettikleri otonomiyi sınırlamaktı. Hükümet, hukuki statü karşılığında, üretimin koordinasyonu meselesinin hükümetin atayacağı resmi organlara bırakılmasını istiyordu. Ancak hükümetin elinde bunu dayatacak fiili bir yaptırım gücü yoktu. İşçiler, kararnamenin gerçek amacını derhal anladılar. Hükümetin ihsanlarına kapılırlarsa, fiilen ellerinde bulundurdukları iktidarı kaybedeceklerinin farkındaydılar.

30 Mayıs - 5 Haziran 1917 tarihleri arasında Petrograt ve havalisi fabrika komitelerinin birinci konferansı yapıldı. Konferansa, Petrograd ve çevresindeki 400 bin işçinin 337 binini temsil eden 367 fabrika komitesinden delegeler gelmişti. Ana gündem maddesi, fabrikaları kimin yöneteceği idi. Çünkü işçiler, içine girdikleri eleştirel pratik sayesinde, üretimi yönetenin toplumsal gidişi de yöneteceğinin bilincine varmışlardı.

Konferansta konuşan Menşevik çalışma bakanı Skobolev'e göre, sanayiyi devlet düzenleyip kontrol etmeli, işçiler de devlete yardımcı olmalıydı:

"Devrimin burjuva aşamasında bulunuyoruz. İşletmelerin halkın eline devredilmesinin bu aşamada devrime bir yararı olmayacaktır... Sanayinin düzenlenmesi ve kontrolü belli bir sınıfın meselesi değildir. Bu görev devlete aittir. Devlete bu işi örgütleme çalışmasında yardımcı olma sorumluluğu, tek tek sınıfların, özellikle de işçi sınıfının omuzlarında duruyor." (Aktaran: Tony Cliff, Lenin 2, "Lenin and Workers’ Control", http://www.marxists.org/archive/cliff/works/1976/lenin2/ch12.htm)

Menşevik delege Dalin de aynı minvalde konuştu:

"Fabrika komiteleri, sadece üretimin sürdürülmesine bakmalı, üretimi ve fabrikaları kendi ellerine almamalıdır... Eğer fabrikayı sahibi terkederse, fabrika işçilerin eline geçmemeli, şehir idaresine ya da merkezi hükümete geçmelidir." (Aktaran: Carmen Sirianni, İşçi Kontrolü ve Sosyalist Demokrasi, İng., s. 50.)

Konferans çoğunluğu, işçi kontrolünün aşağıdan yukarıya doğru örülerek üretimin yönetimini üstlenmesinden yanaydı. Bolşevik delege Naumov, çoğunluğun duygularına şöyle tercüman oldu:

"Kontrol, yukarıdan bürokratik olarak değil, fakat aşağıdan demokratik olarak oluşturulmalıdır. Hepinizi bu misyonu üstlenmeye çağırıyorum. Sadece biz işçiler geleceğimiz için gerekeni yerine getirebiliriz." (Aktaran: Carmen Sirianni, İşçi Kontrolü ve Sosyalist Demokrasi, İng., s. 55.) 

İŞÇİ KONTROLÜ MÜCADELESİNİN ANLAMI

Üretimin doğal amacı, insan ihtiyaçlarını karşılamak için kullanım değerleri üretmektir. Eğer üretimi yapan topluluk komünal bir topluluksa, üretim sürecini komünal irade doğrudan yönetir.

Eğer toplum yarılmışsa, yani doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşulları birbirinden ayrılmışsa, üretim süreci sapkınlaşmıştır. Sapkınlaşmış üretim süreci içinde yalnızca kullanım değerleri değil, fakat kullanım değerlerine yapışık olarak mübadele değerleri de üretilir.

Mübadele değeri üretimi, gelişmesinin belli bir aşamasında ücretli emek - sermaye toplumsal ilişkisini ortaya çıkarır. Ücretli emek - sermaye toplumunda üretimi yöneten irade sermayenin iradesidir, yani insana yabancılaşmış iradedir.

Fabrikada yalnızca maddi ürünler değil, fakat ücretli emek - sermaye ilişkisi de üretilir. Fabrika, ürünlerin üretildiği yer olmanın yanı sıra, aynı zamanda sermayenin işçiler üstündeki tahakkümünün, yani üretimin maddi koşullarının doğrudan üreticiler üstündeki tahakkümünün yeniden üretildiği yerdir de.

Sermaye sermaye olarak ayakta kalacaksa, kendisini doğuran toplumsal yarılmayı, yani doğrudan üreticilerin üretimin maddi koşullarından ayrılığını yeniden üretmek zorundadır. Bu nedenle, sermayenin stratejisinin merkezinde, ayrılığın toplumsal koşullarını süregen kılmak vardır.

İşçi, işgücü meta haline geldiği için, kendi emek faaliyetinden koparılmış olan doğrudan üreticidir. Sermayenin ücret karşılığı işçinin işgücünü satın alması pratiğine, ücretli emek sistemi denir. Ücretli emek sistemi odur ki, işçi kendi işgücünü sattığı için işgücünün nasıl kullanıldığı üstünde söz sahibi değildir. Bu sistem, işçiyi kendi emek faaliyetine, kendi emeğinin sonuçlarına yabancılaştıran sistemdir.

İşçi işgücünü kapitaliste sattığı anda, kendi emek faaliyeti üstündeki egemenliğini çalışma saatleri boyunca kapitaliste devretmiş olur. Sermayenin üretim süreci üstündeki egemenliği, dolayısıyla işçiler üstündeki tahakkümü bu temelden doğar. Marks, onun için, mücadelenin "ücret sisteminin tamamen kaldırılması"na yöneltilmesi gerektiğini söyler. (K. Marks, "Ücret, Fiyat, Kâr", Haziran 1865,  MESY, İng., c. 2, s. 75-76.)

İşçilerin birleşerek kendilerine dayatılan iş ve yaşam koşullarına karşı her başkaldırısı, ilk başlarda, kölelik koşullarının iyileştirilmesi talebiyle ortaya çıkar. Ancak, ezilenlerin kölelik düzenini her yığınsal-pratik eleştirisi, kendi iç mantığının sürükleyişiyle, mevcut insana aykırı toplumsal ilişkilerin en radikal pratik eleştirisine, yani bütün ezilenlerin kendilerini komünal bireyler topluluğu olarak inşa etme mücadelesine açılma potansiyelini taşır. Onun için, kurulu düzen, en küçük işçi direnişini, en sıradan hak arama eylemini fazla gelişmeden ezmek için seferber olur.

Üretimin yönetilmesi alanı, sermayenin "kutsal dokunulmazlık" alanıdır. İşçilerin yaşam koşullarını düzeltme mücadelesi, mücadelenin içsel dinamiğiyle bu "kutsal" alana yönelerek işçi kontrolü mücadelesine büyür.

İşçilerin fabrikada sermayenin iktidarını sınırlayıcı bir irade yaratmaları, fabrikada ikili iktidarın baş göstermesi demektir. Her ikili iktidar gibi ekonomik ikili iktidar da istikrarsızdır. İkili iktidarın yaşandığı toplumsal geçiş süreçlerinde eski düzeni geri getirmeye çalışan eğilim ile yeniyi kurmaya doğru ilerleyen eğilim birbirleriyle kıyasıya mücadele içindedirler. Ya fabrika yönetimi biçiminde tezahür eden insana yabancılaşmış irade, işçilerin otonomi mücadelesini bastıracak ve işçiler üstünde sermayenin kesin hakimiyetini kuracaktır. Ya da kolektif doğrudan üreticiler kendi üretim faaliyetlerini sermayenin tahakkümünden kurtarıp kendi iradelerine tabi kılarak üretimi yöneteceklerdir.

İşçi kontrolü mücadelesi geliştikçe, kendi içsel hedeflerini bilince daha çok çıkarır. İşçi kontrolü mücadelesi, toplumsal yaşamın her alanındaki faaliyeti komünal faaliyet olarak bütünleyip özgürce birleşmiş doğrudan üreticilere geri döndürme mücadelesinin belkemiğini teşkil eder. Bu anlamda, işçi otonomisinin, halk inisiyatifinin giderek coşması, kapitalizmden sosyalizme geçişin yaşanacağı devrimci dönüşümler döneminin, yani sosyalist toplumsal devrimin ana halkasıdır. 

EKİM DEVRİMİ

Şubat Devrimi’nden sonra polis teşkilatı dağılmıştı. İşçi semtlerindeki güvenliği fabrika komiteleri ve yerel sovyetlere bağlı olarak çalışan Kızıl Muhafızlar sağlıyordu. Kızıl Muhafızlar'da görev alacak işçileri fabrika komiteleri belirliyordu. Fabrika komiteleri, kızıl muhafız görevine yolladığı işçilerin ücretini fabrika yönetimlerine ödettiriyordu.

General Kornilov'un Ağustos ayındaki darbe girişimine karşı koymak için, Petrograd Sovyeti ve fabrika komiteleri büyük bir gayretle işçileri silahlandırdılar. Artık bütün işçiler fabrikalarda çalışırlarken yanlarında silahlarını sürekli hazır bulunduruyorlardı. Hatta Vıborg fabrika komitesi, kendisine bağlı bir askeri devrimci komite kurmuştu. Komite, kendi bölgesindeki Neva nehri köprülerini kontrol altına almış, düzenli devriyeler çıkarmaya başlamıştı.

İşçiler arasındaki hava, Geçici Hükümet’in artık indirilmesi ve iktidarın sovyetlere geçmesinden yana dönmüştü. Rusya İşçi ve Asker Sovyetleri İkinci Kongresi yaklaşıyordu. İşçiler, her kitle toplantısında, yaklaşan kongreye iktidarı almak üzere bir hükümet kurma çağrısı yapmaya başladılar. Sovyetler iktidarı alınca, sanayinin yönetiminin fabrika komitelerine geçeceği düşünülüyordu.

Petrograd Fabrika Komiteleri Merkez Konseyi, işçilerdeki bu hava doğrultusunda Lenin’in ayaklanma önerisini destekledi. Fabrika komiteleri, Troçki’nin başında bulunduğu Askeri Devrimci Komite'yle uyum içinde işçi milislerin sevk ve idaresini başarıyla yerine getirdi.

Petrograd Sovyeti'nin yetkilendirdiği Askeri Devrimci Komite, 25 Ekim sabaha karşı, fazla direnişle karşılaşmadan Kışlık Saray'ı basıp Kerenski hükümetini devirdi. O gün öğleden sonra toplanan Rusya İşçi ve Asker Sovyetleri İkinci Kongresi, Lenin'in başkanlığındaki Halk Komiserleri Konseyi'ni işbaşına getirdi.

Siyasal iktidarın fazla zorlukla karşılaşılmadan alınmasının arkasında, aylardan beri gelişegelen eleştirel, devrimci, kurucu mücadelenin adım adım kendi toplumsal iktidarını örmüş olması yatıyordu.

1917 Şubat - Ekim devrimci süreci, mevcut üretim ilişkilerini yığınsal çapta esaslı bir pratik eleştiriye tabi tutmuştu. İşçiler sınıf olarak sanayideki özel mülkiyeti baskı altına alarak geriletmiş, kırdaki 70 köylü sovyetinden 65'i toprak sahiplerini kovarak toprağı fiilen bölüştürmüştü. Mülk sahibi sınıfların ekonomik iktidarının bu kadar ağır darbelenmiş olması, onların siyasal güçlerini de alabildiğine zayıflatmıştı.

Öyle ki, Sol Sosyalist Devrimci liderlerden Sergei Mstislavski'ye göre, 25 Ekim sabahı "iktidar yerde uzanmış yatıyordu, isteyen eğilip alabilirdi, ... durup eğilmek ve onu yerden almak yeterliydi". (Sergei Mstislavski, "Five Days which Transformed Russia", 1923, http://www.struggle.ws/rbr/freerev.html)

Mstislavski, belli ki, meramını vurgulamak için abartıya başvurmuş. Ancak, abartının tozunu alınca geriye kalan, Kışlık Saray'ın basılmasından önceki dönemde mülk sahibi sınıfların toplumsal iktidarının iyice silkelenmiş olduğu gerçeğidir.

İŞÇİ KONTROLÜ KARARNAMESİ

Ekim ayaklanmasıyla iktidara gelen Halk Komiserleri Konseyi ilk iş olarak barış ve toprak kararnamelerini ilân etti. Bu kararnameler üstünde zaten görüş birliği olduğu için siyaseten tartışılacak bir durum yoktu.

Ancak, işçi kontrolü üstüne kararname yukarıdakiler gibi kolaylıkla çıkarılamadı. Çünkü, parti içinde işçi kontrolü kavramını farklı farklı yorumlayan eğilimler vardı. Bolşevik parti, ayaklanmaya giden süreçte işçi kontrolü sloganını çokça kullanmıştı ama sloganın içeriğini doldurmaktan kaçınmıştı.

Bolşevik sendika liderlerinden A. Lozovski, 1918'de basılan İşçi Kontrolü broşüründe, bu durumu şöyle anlatır:

"İşçi kontrolü, Ekim günleri öncesinde Bolşeviklerin savaş sloganıydı... Fakat, bütün karar tasarılarında, bütün pankartlarda yer almasına rağmen, işçi kontrolü sloganı gizemli bir sisle çevriliydi. Parti basını bu slogan hakkında çok az şey yazmıştı... Ekim devrimi patlayınca, işçi kontrolünün tam olarak ne anlama geldiğini söyleme zorunluluğu doğdu. O zaman ortaya çıktı ki, bu sloganın en sıkı taraftarları arasında bile sloganın ne anlama geldiğine dair büyük fikir ayrılıkları vardı." (Aktaran: G. P. Maksimov, "Syndicalists in the Russian Revolution", http://libcom.org/library/syndicalists-in-russian-revolution-maximov)

Ekim ayaklanmasından hemen sonra, devrimin işçi otonomisinin açmakta olduğu yoldan mı ilerleyeceği yoksa devletçi bir mecraya mı sokulacağı üstüne muazzam bir güç mücadelesi patlak verdi. İşçi kontrolüne dair teorik farklılıkların birdenbire ortalığa saçılması, bu kapışmanın bir yansımasıydı.

Halk Komiserleri Konseyi'ne egemen olan devletçi zihniyete göre, işçi kontrolünün işlevi burjuvazinin ekonomik iktidarını yıpratarak siyasal iktidarın alınması için ortamı hazırlamaktan ibaretti. Siyasal iktidar alındığına göre işçi kontrolü işlevini görmüş, devrini tamamlamıştı, artık sanayide "düzen"i sağlama zamanıydı.

Fabrika komitelerinin temsil ettiği eğilime göre ise, işçi sınıfının, kır emekçilerinin aylardır gelişegelen özyönetim mücadelesinin sonucu olarak iktidar alınmıştı. Bundan sonra devrimin ilerlemesi için, işçi kontrolünün önünün açılması, emekçi halkın özyönetim organlarının güçlendirilmesi gerekiyordu.

Fabrika Komiteleri Merkez Konseyi, iktidar alındıktan sonraki ilk gün, Lenin'e sanayinin yönetimi için fabrika komitelerinin ağır bastığı geçici bir ekonomik konsey kurulması önerisi getirdi. Öneri, hükümete egemen olan devletçi eğilimi de dikkate alan bir uzlaşı çabasıydı.

Lenin, kendi tutumunu, hazırladığı işçi kontrolü üstüne kararname taslağında ortaya koydu. Taslak, işçi kontrolünün fiilen kazandığı mevzileri bir yandan tanıyordu ama öte yandan bu mevzileri zayıflatan ifadeler de taşıyordu. Örneğin taslağa, fabrika komitelerinin aldığı kararları sendikaların iptal edilebileceği ibaresi konulmuştu:

"5. İşçilerin ve büro çalışanlarının seçilmiş temsilcilerinin kararları işletme sahipleri üstünde bağlayıcı olacaktır. Bu kararlar ancak sendikalar ve kongreleri tarafından iptal edilebilecektir.

"6. Devlet önemi taşıyan bütün işletmelerde bütün sahipler, işçi kontrolü amacıyla seçilen bütün işçi ve büro çalışanları temsilcileri mülkün korunması, en sıkı disiplin ve düzenin sağlanması hususunda devlete karşı sorumlu olacaklardır...

"7. Devlet önemi taşıyan işletmeler, savunma sanayisi için çalışan ya da nüfusun varlığını sürdürmesi için gerekli olan malların üretimiyle herhangi bir biçimde bağlı olan bütün işletmelerdir." (V. İ. Lenin, "İşçi Kontrolü Üstüne Taslak Düzenlemeler", 26 ya da 27 Ekim 1917, Toplu Yapıtlar, İng., c. 26, s. 264-265.)

Taslağın yayımlanması, sendikalar ile fabrika komiteleri arasındaki çekişmeye yeni bir boyut getirdi. Sendikalar, üretimde en sıkı disiplin ve düzenin sağlanması hususunda devlete karşı sorumlu olma fikrine yapıştılar. Hararetli müzakereler ilerledikçe, görüşler berraklaşmaya, tutumlar netleşmeye başladı. Fabrika Komiteleri Merkez Konseyi yeni öneriler getirdi ama uzlaşma sağlanamadı. Hükümet ve hükümete yakın duran sendika hiyerarşisinin devletçi bir rotada ilerlemek istediği iyice açığa çıktı. Böylece devrimin ilk büyük kırılması yaşandı. Lenin'in taslak metni, Rusya Sovyetler Merkez Yürütme Komitesi tarafından 14 Kasım 1917'de bazı eklemelerle kabul edildi.

Kararname, bir eliyle verdiğini öteki eliyle geri alan yukarıdan yönetim zihniyetinin tipik bir örneğiydi. Bu anlamda, Bolşevik hükümetin işçi kontrolünü zapturapt altına almaya çalışan kararnamesi ile Geçici Hükümet'in 23 Nisan 1917 tarihli kararnamesi aynı soydandı.

Bolşevik kararnameye göre, "yeni hükümet işçi kontrolünün bütün ekonomideki otoritesini tanıyor"du. Ancak, bu kontrol sıkı bir hiyerarşiye tabi olmalıydı. Fabrika komitelerinin tekil fabrikalarda kontrol organı olarak kalmalarına "müsaade edilecek"ti. Ama bütün fabrika komiteleri "Bölgesel İşçi Kontrolü Konseyi"ne, her bölgesel konsey de "Rusya İşçi Kontrolü Konseyi"ne bağlı olacaktı. Sendika hiyerarşisinin temsilcileri, işçi kontrolü hiyerarşisinin orta ve üst kademelerine yatay geçiş yapacak ve her kademede çoğunluğu oluşturacaktı. (Maurice Brinton, The Bolsheviks and Workers' Control, http://libcom.org/library/bolsheviks-workers-control-solidarity-1917)

Kararnamenin iki pratik sonucu vardı:

1. Sendikalar, fabrika komitelerinin kararlarını iptal edebilecekti.

2. Devlet önemi taşıyan işletmelerde, ki uygulamada hemen hemen bütün işletmeler bu tanımın içine sokulabilirdi, fabrika komiteleri devlete hesap verir konumda olacaktı.

Kararnamenin öngördüğü hesaplama yöntemine göre, sendikaların üye sayısına bağlı olarak, hiyerarşinin tepesindeki Rusya İşçi Kontrolü Konseyi 30'u aşkın üyeden oluşacaktı. Bu üyelerin sadece 5'i fabrika komitelerinden gelecekti. (Marc Ferro, Bolşevik Devrimi, İng., s. 175.)

Kararnamenin yukarıdan aşağıya kurmak istediği bürokratik mekanizmanın, tabandan yükselen fabrika komiteleri hareketini boğmak amacı taşıdığı belliydi. Hükümetin uygulaması, bu niyeti daha da açık ediyordu. Örneğin, Posta ve Telgraf  Halk Komiseri, 22 Kasım 1917 tarihli genelgede şöyle diyordu:

"Posta ve Telgraf bakanlığının yönetimi için girişimde bulunan hiçbir sözde grup ya da komitenin merkezi iktidara ve Halk Komiseri olarak bana ait olan işlevleri gasbedemeyeceğini ilân ediyorum." (Aktaran: E. H. Carr, Bolşevik Devrimi, İng., c. 2, s. 71.)

Rusya İşçi Kontrolü Konseyi'ndeki hükümet yanlısı çoğunluk, kararnamenin nasıl uygulanacağını anlatan bir yönerge hazırlaması için komisyon kurdu. Komisyon, "İşçi Kontrolü Üstüne Genel Yönerge"yi hazırladı. Yönergenin aşağıdaki maddesi, devletçi kanadın işçi kontrolüne hiç alan bırakmak istemediğini açıkça gösteriyordu:

"Madde 7: İşletmelerin yönetimi, çalıştırılmasına ilişkin direktif verme hakkı sahiplere ait kalacaktır." (Aktaran: Carmen Sirianni, İşçi Kontrolü ve Sosyalist Demokrasi, İng., s. 99.)

Artık karşılıklı kılıçlar çekilmişti. Fabrika Komiteleri Merkez Konseyi de cevap olarak, "Fabrika Komiteleri İçin Tüzük Modeli" ve "İşçi Kontrolünün Uygulanması İçin Pratik Kılavuz" hazırlayıp, kendi yayın organı Novyi Put'ta yayımladı. Bu metinler, hükümetin oluşturmak istediği hiyerarşinin dışında, aşağıdan yukarı doğru örülen bir işçi kontrolü anlayışını savunuyordu.

Fabrika komitelerinin büyük çoğunluğu, işçi kontrolü yanlısı Fabrika Komiteleri Merkez Konseyi'ni destekledi. Örneğin Petrograd metal sanayi fabrika komitelerinin bir toplantısında, hükümet yanlısı yönergenin sermayeye karşı mücadelede "işçilerin elini bağladığı", ama işçi kontrolü yanlısı kılavuzun ise "işçilere otonom faaliyetleri için büyük bir alan açtığı ve işçileri fiilen fabrikaların yöneticisi kıldığı" dile getirildi. (Carmen Sirianni, İşçi Kontrolü ve Sosyalist Demokrasi, İng., s. 101.) 

FABRİKA KOMİTELERİ - SENDİKALAR - DEVLET

7 - 14 Ocak 1918’de, Petrograd’ta Birinci Rusya Sendikalar Kongresi toplandı. Kongrenin ana gündem maddesi, fabrika komiteleri ile sendikalar arasındaki ilişki idi. Bu maddeye bağlı olarak, sendikalar ile devlet arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiği de tartışıldı.

1918'in başında henüz devrimin coşkusu bastırılmış, farklı fikirlerin özgürce ifade edilmesi yasaklanmış değildi. Bütün delegelerin kürsüden peşpeşe okunan karar tasarılarını abartılı alkış ritüelleriyle kabul ettiği, önlerine konan listeye yılışık övgüler düzerek el kaldırdığı devletlu kongrelerin sahnelenmesine daha vardı. Yığın hareketliliği hâlâ sürüyor, dolayısıyla kitlelerin nabzı kongrelere de yansıyordu. Bu bakımdan, Birinci Rusya Sendikalar Kongresi'nde dönemin aktörlerinin dile getirdiği görüşler, işçi sınıfı içindeki çeşitli eğilimlere ve mücadelenin önündeki alternatif gelişme güzergâhlarına dair önemli ipuçları vermektedir:

Kongrede konuşan Bolşevik sendikacı Lozovski, fabrika komitelerinin fiilen kazanmış olduğu otonomiyi şöyle teslim etti:

"Fabrika komiteleri, devrimden üç ay geçtikten sonra fabrikaların o kadar sahibi ve hakimi konumuna geldiler ki, genel kontrol organlarından önemli ölçüde bağımsız oldular." (Aktaran: Maurice Brinton, The Bolsheviks and Workers' Control, http://libcom.org/library/bolsheviks-workers-control-solidarity-1918)

Menşevik delege Maiski, proletaryanın işçi kontrolü ile sosyalizm arasında ilişki kurmuş olmasından rahatsızdı:

"Proletaryanın bir kesimi değil, fakat çoğunluğu, özellikle Petrograd’takiler, işçi kontrolünü sosyalizmin fiilen doğuşuymuş gibi görüyorlar... (İşçiler arasında) sosyalizm fikrinin işçi kontrolü kavramında içerildiği düşünülüyor." (ibid)

Anarko sendikalist delege Maksimov, Marks’ın "işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır" sözünü ima ederek, anarko sendikalistlerin Menşevik ve Bolşeviklerden "daha iyi Marksist" olduklarını ileri sürdü. Maksimov, fabrika komitelerini ve mücadelenin hedefini şöyle değerlendirdi:

"Fabrika komiteleri, devrim süreci içinde doğrudan doğruya hayatın ortaya çıkardığı örgütlerdir. Fabrika komiteleri, işçi sınıfına en yakın örgütlerdir, sendikalardan daha yakındır...

"Devrimin doğurduğu fabrika komiteleri, yeni bir temelde yeni bir üretim yaratacaktır...

"Proletaryanın hedefi, bütün faaliyetleri, bütün yerel çıkarları koordine edecek bir merkez yaratmaktır. Fakat bu merkez, kararname ve emirname merkezi değil, fakat düzenleme ve yol gösterme merkezi olacaktır." (ibid)

Tartışmalar sonunda Bolşevik çoğunluklu kongre, fabrika komitelerinin sendika organları haline getirilmesi doğrultusunda oy verdi.

Kongredeki Bolşevik delagasyonun başı olan Zinovyev, sendikalar ile devletin ilişkisi konusunda Bolşevik parti adına bir karar tasarısı sundu. Zinovyev, yaptığı sunumda partinin görüşünü mealen şöyle açıkladı:

"Ekim devrimi işçi sınıfını siyasal iktidara getirerek yeni bir durum yaratmıştır. Esas olarak işçi sınıfının ekonomik çıkarlarını savunan sendikal hareket, yeni duruma uygun düşmemektedir. Sendikalar, proletaryanın uzun vadeli çıkarlarını, bu çıkarları temsil eden devlet ve partiye kendilerini ancak tam olarak tabi kılarak koruyabilirler." (Carmen Sirianni, İşçi Kontrolü ve Sosyalist Demokrasi, İng., s. 125.)

Kongrede, Zinovyev'in tebliğ ettiği parti görüşüne karşı çıkan Bolşevik delegeler de vardı. Örneğin, Bolşevik sendika liderlerinden Riyazanov itirazını şöyle kayda geçirdi:

"Burada başlayan toplumsal devrim Avrupa ve bütün dünya toplumsal devrimiyle birleşmedikçe... Rus proletaryası... teyakkuzda kalmalı ve tek bir silahını bile elden bırakmamalıdır... sendika örgütlerini muhafaza etmelidir." (Aktaran: Maurice Brinton, The Bolsheviks and Workers' Control, http://libcom.org/library/bolsheviks-workers-control-solidarity-1918)

Bolşevik partinin sol kanadında yer alan Çiperoviç, kongreyi siyaseten bağlamak için, sendikaların greve başvurma hakkının tasdik edilmesini isteyen bir önerge sundu. Ancak sendikalar kongresi, bir sendikayı sendika yapan bu hakkı onaylamayı reddetti.

En sonunda kongreden adeta devlet tebligatı gibi bir karar çıktı:

"Sendikalar şimdiki sosyalist devrim süreci içinde geliştikçe, sosyalist iktidarın organları olmalıdırlar... Böyle öngörülen süreç gereğince, sendikalar kaçınılmaz olarak sosyalist devletin organları haline dönüşeceklerdir. Sendikalara katılmak, herhangi bir sanayi kolunda istihdam edilen herkesin devlete karşı görevinin bir parçası olacaktır." (Aktaran: E. H. Carr, Bolşevik Devrimi, İng., c. 2, s. 106.)

Yukarıdaki görüş, İkinci Enternasyonal icadı devletli sosyalizm ucubesiyle sakatlıdır. Marks'ın anlattığı sosyalist toplumda, yani komünal toplumda ne devlet ne de sendikalar vardır. Sosyalist toplumda komünal bireylerin "devlet"e karşı görevleri olamaz. Bireyleri devlete karşı görevli kılan, bireyleri çalıştıkları alandaki devlete bağlı örgüte katılmaya zorlayan anlayış, sosyalist değil, fakat korporatif bir anlayıştır.

İŞÇİ KONTROLÜNDEN DEVLET KONTROLÜNE

Hükümet, işçi kontrolü kararnamesiyle oluşturduğu sendikal bürokrasi ağırlıklı Rusya İşçi Kontrolü Konseyi'ni başıboş bırakmak niyetinde değildi. Vakit geçirmeden, 18 Aralık 1917 tarihinde "Yüksek Ekonomik Konsey"in kuruluşunu ilân eden bir kararname yayımladı. Yüksek Ekonomik Konsey, yerel ya da merkezi bütün ekonomik karar organlarının, Rusya İşçi Kontrolü Konseyi de dahil olmak üzere bütün işçi kontrolü örgütlerinin faaliyetlerini yönlendirecekti.

Yüksek Ekonomik Konsey, Rusya İşçi Kontrolü Konseyi üyeleri, bütün bakanlıklardan gelen temsilciler ve danışmanlardan oluşan haşmetli bir yapı olacaktı. Yukarı doğru çekilip tabandan uzaklaştırılan işçi temsilciler böylece yüksek bürokrasinin içinde boğularak iyice işlevsizleştirileceklerdi.

Yüksek Ekonomik Konsey, devletlerin teşkilatlanma geleneği uyarınca yukarıdan aşağıya kurulmaya başlandı. Konseye bağlı alt organlar, yine kadim devlet geleneği uyarınca, eski düzenden kalan unsurlardan oluşturuldu.

Çarlık rejimi, 1915'de, ordunun ihtiyaçlarını karşılamada yararlanılabilecek bütün endüstriyel faaliyetleri düzenlemek için "komite" ya da "merkez" denilen üst organlar kurmuştu. Bu düzenleyici kurullar, 1917'ye gelindiğinde hemen hemen bütün endüstriyi kontrolü altına almıştı. Bolşevik hükümetin 1918 başında kurduğu Yüksek Ekonomik Konsey, fiilen bu eski yapının kasnağı üstüne oturdu:

"Savaşın talepleri, metal ürünlerinin dağıtımı için 1915'te Rasmeko adında resmi bir komitenin kurulmasına yol açmıştı. Yüksek Ekonomik Konsey'in ilk işlerinden biri Rasmeko'yu kendi metal seksiyonunun yürütme organına dönüştürmek ve ona metal fiyatlarını saptama görevi vermek oldu. 1918 Mart'ında, Yüksek Ekonomik Konsey'in devrim öncesi esaslara göre kurulmuş olan maden ve metalurji seksiyonu, merkezinde 750 kişinin çalıştığı aktif bir örgüt haline gelmişti." (E. H. Carr, Bolşevik Devrimi, İng., c. 2, s. 79.)

Çarlık zamanındaki Ağır Silahlar İdaresi'ne bağlı kimya komitesi, yeni rejimde Glavkhim adı altında örgütlenerek kimya endüstrisini yönetmekle görevlendirildi. Benzer şekilde, deri endüstirisi için Glavkozh, tekstil endüstrisi için Tsentrotekstil  vb. kuruldu. Yeni rejim kucağını açtıkça, devletçi zihniyetle yetişmiş eski bürokrat ve teknokratlar hizmet sunmakta gecikmiyorlardı. Örneğin, eski rejimin zehirli gaz uzmanı Makevetski, Rus kimya sanayisinin ilerlemesi ancak millileştirme ve devlet kontrolüyle mümkündür mealinde bir makale kaleme alarak yeni rejime yazılabiliyordu. (Aktaran: E. H. Carr, Bolşevik Devrimi, İng., c. 2, s. 81.)

Devletçi siyasetin açtığı yolun mantıksal sonuçlarını, sol adına konuşan bir grup Rus akademisyenin Ekim Devrimi’nin 90. yıldönümü münasebetiyle yayınladığı bildirideki şu satırlarda yakalamak mümkündür:

"Ekim Devrimi’nin fikirleri yalnızca proleter enternasyonalistlerini değil, aynı zamanda Rus devletinin kuvvetlendirilip geliştirilmesinden yana olanları da birleştirmişti. Bu fikirler, Rusya’nın ulusal kültürünü önce ülke sınırlarının sona erdiği bölgelere kadar taşımayı ve diğer ülkelere götürmeyi, yurtsever duyguları paylaşan ve Sovyet anayurdunu muhtemel saldırganlara karşı savunmayı amaçlayan insanların önünü açtı." (Aktaran: http://t-k-p.net/yazilar/ekimdevrimiuzerine.html)

"Rus devletinin kuvvetlendirilip geliştirilmesinden yana olanları" birleştiren, alıntının iddia ettiği gibi, "Ekim Devrimi’nin fikirleri" değil, fakat o fikirlerin arasına karışan devletçi fikirlerdir. "Rusya’nın ulusal kültürünü önce ülke sınırlarının sona erdiği bölgelere kadar taşımayı ve diğer ülkelere götürmeyi" vaaz eden, Ekim Devrimi’nin fikirleri değil, fakat düpedüz Çarlık'tan intikal eden yayılmacı devlet geleneğidir.

Devletçi çizgiye göre, işçi kontrolü mücadelesi işlevini görmüş ve ömrünü tamamlamıştı. Bu fikir, sendikalar aracılığıyla işçiler arasında yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Örneğin, 15-21 Ocak 1918'de Moskova'da toplanan Bolşevik çoğunluklu Rusya Tekstil İşçileri Kongresi, şöyle hüküm kesti:

"İşçi kontrolü, üretim ve dağıtımın plânlı örgütlenmesine sadece bir geçiş adımıdır." (Aktaran: Maurice Brinton, The Bolsheviks and Workers' Control, http://libcom.org/library/bolsheviks-workers-control-solidarity-1918)

Rusya Tekstil İşçileri Kongresi'ne hakim olan devletçi zihniyet, işçi kontrolünü savunan fabrika komitelerini hizaya sokma kararlılığını şöyle kayda geçirdi:

"Sendikanın en aşağıdaki hücresi fabrika komitesidir. Fabrika komitelerinin yükümlülüğü, sendikaların bütün talimatlarını bulundukları işletmelerde hayata geçirmekten ibarettir." (ibid)

Lenin, Halk Komiserleri Konseyi başkanı sıfatıyla, 11 Ocak 1918'de Rusya İşçi Asker ve Köylü Temsilcileri Sovyetleri Kongresi'nde okuduğu raporunda, hükümetin işçi kontrolü devrine son verme iradesini resmen şöyle ilân etti:

"İşçi kontrolünden, Yüksek Ekonomik Konsey'in kuruluşuna geçtik. Sırf bu önlem ve birkaç gün içinde gerçekleştireceğimiz banka ve demiryollarının millileştirilmesi sayesinde yeni sosyalist ekonomiyi inşa etmeye başlamamız mümkün olacaktır." (V. İ. Lenin, "Üçüncü Rusya Sovyetler Kongresi", 11 Ocak 1918, Toplu Yapıtlar, İng., c. 26, s. 468.)

Alıntının "yeni sosyalist ekonomi" dediği, üretim araçlarının devlet mülkiyeti altında toplandığı kumanda ekonomisidir. Bunun sosyalizmle, sosyalizme doğru gidişle hiçbir ilgisi yoktur. Sosyalizm devlet eliyle yukarıdan aşağıya inşa edilemez. Sosyalist toplumu yaratacak olan, doğrudan üreticilerin üretimin maddi koşullarıyla birleşmesinin yolunu adım adım açan işçi kontrolü mücadelesidir.

Alıntıdaki "işçi kontrolünden, Yüksek Ekonomik Konsey'in kuruluşuna geçtik" ibaresinin şifresini çözmeye çalışalım.

"İşçi kontrolü" bir prensibi, "Yüksek Ekonomik Konsey" ise bir örgütlenmeyi anlatır. Bir prensipten başka bir prensibe geçilir ama bir prensipten bir örgütlenmeye, yani elmadan armuta geçilmez. O halde, ibarenin bozuk mantığını düzeltmek için, "Yüksek Ekonomik Konsey" yerine o yapının hayata geçireceği prensip olan "devlet kontrolü"nü koymak gerekir. Kavramları böyle adıyla yerli yerine koyunca, Lenin'in aslında, düpedüz, "işçi kontrolünden, devletin kontrolüne geçtik" demek istediği açığa çıkar.

Lenin yukarıda, işçi kontrolünden devlet kontrolüne geçiş ile "banka ve demiryollarının millileştirilmesi"ni ilişkilendirmektedir. Lenin'in buradaki mantığına göre, işçi kontrolü millileştirmelerin öncesinde yer alır. Lenin'i aynı ilişkilendirmeyi sekiz ay önce de yapmıştır:

"Bütün bankaları tek bir ulusal bankada birleştirmeye doğru pratik ve uygulanabilir adımları atmaları için İşçi Temsilcileri Sovyetleri'ni, Banka Çalışanları Temsilcileri Konseyi'ni vs. derhal hazırlamaya başlamalıyız. Bunu, İşçi Temsilcileri Sovyetleri'nin bankalar ve birlikler üstünde kontrolünü kurması, daha sonra da bankalar ve birliklerin millileştirilmesi, yani bütün halkın mülkiyetine geçmesi takip edecektir." (V. İ. Lenin, "Rusya'daki Siyasi Partiler ve Proletaryanın Görevleri", 23 - 27 Nisan 1917, Toplu Yapıtlar, İng., c. 24, s. 104.)

Alıntıdaki "bankalar ve birliklerin millileştirilmesi, yani bütün halkın mülkiyetine geçmesi" ibaresi, devletli sosyalizm zihniyetinin "devlet mülkiyeti eşittir bütün halkın mülkiyeti" illüzyonuyla sakatlıdır.

Yukarıdaki ibarenin ima ettiği İkinci Enternasyonal teorisine göre, devrimci iktidar altında işletmelerin devletleştirilmesi, o işletmelerin bütün halkın mülkiyetine geçmesi demektir. Bu teorinin Marks'ın teorisiyle hiçbir ilgisi yoktur. İşletmelerin devletleştirilmesi, işletmeler üstündeki bireysel ya da hisseli mülkiyet biçiminin ortadan kaldırılıp, yerine devlet mülkiyetinin getirilmesi demektir.

Devlet mülkiyeti, özel mülkiyetin en genelleşmiş biçimidir. Özel mülkiyet tabirindeki "özel" lâfı, "bireysel" anlamına gelmez, "toplumsal olmayan" anlamına gelir. Devlet mülkiyeti, gerçekte topluma ait olmayanı, yani gerçekte toplumsallaşmamışı, topluma yabancı bir güç olan devlete teslim etmek demektir.

Paragrafın mantıksal analizi, şöyle bir fikri akışı ortaya koyar:

1. İşçi Temsilcileri Sovyetleri bankalar üstünde kontrol kuracak.

2. Bankalar üstünde işçi kontrolü kurulmasını ne takip edecek?

3. "Daha sonra ... bankaların ... millileştirilmesi" takip edecek.

Yukarıdaki fikri akışa göre, işçi kontrolü bankaların millileştirilmesinin öncesinde yer alır. Bankalar devletleştirildikten sonra işçi kontrolünün akıbetinin ne olacağı bu paragrafta açık edilmemiştir. Ancak, işçi kontrolünün akibeti hakkında gerçekte ne düşünüldüğünü, iktidara geldikten sonra ortaya konan devletçi pratik ifşa etmiştir. Bolşevik siyaset iktidara geldikten sonra, üretim üstünde devlet kontrolünü kurabilmek için işçi sınıfının özyönetim örgütlerini yavaş yavaş işlevsizleştirmeye, işçi kontrolünü savunan siyasi eğilimleri yok etmeye başlamış, böylece işçi kontrolünü zamana yayarak fiilen ortadan kaldırmıştır.

06 Kasım 2009