TKP
 
Yeniden Merhaba
Yayın İlkelerimiz
Yazılar - Arşiv
 
İşçinin Sesi Yayınları
Kitaplar
İşçinin Sesi
Çek-Al
Kavga - Kervan
Kaynak
İşçi Yaşamı
İşçinin Gezetesi
Binçiçek
cddrt
dtd
Isha Bulletin

Soviet News
 
 
 

 

 

 

 

 

 

 

 

İşçi kontrolüne karşı Taylorizm

Y.Zamir’in bu yazısı iki bölüm halinde Enternasyonal Forum’da yayınlandı. Biz her iki bölümü tek bir metinde birleştirerek yayınlıyoruz.

7 - 14 Ocak 1918 tarihli Birinci Rusya Sendikalar Kongresi’nde, yeni kurulan Rusya Metal İşçileri Sendikası sekreteri olarak, Aleksey Gastev adında enteresan bir zat da hazır bulundu. Aleksey Gastev, Taylorcu çalıştırma sistemine hayranlığıyla biliniyordu.

Gastev, kongreye, çalışma disiplinini ve üretkenliği artırmak için Taylor sisteminin uygulanmasını savunan bir karar tasarısı sundu. Kongre büyük bir çoğunlukla tasarıyı kabul etti.

Gastev'in ya da kongrede söz alan öteki liderlerin hangi sol elbise altında konuştukları başka şeydir, savundukları fikirlerin gerçek hayattaki hangi eğilimlere karşılık geldiğini araştırmak başka şeydir.

Belli bir dönemi ele alan araştırma, o dönemin aktörlerinin kendilerini hangi kimlikle takdim ettiklerini sadece not eder. Araştırmanın asıl araştıracağı husus, kişilerin kendileri hakkında ne dedikleri değil, fakat ileri sürdükleri görüşlerin ve aldıkları tutumların pratikteki hangi eğilimlerin önünü açtığıdır.

Kongrenin yapıldığı 1918 Rusya'sında, her devrimci dönemde olduğu gibi, eskiyi geri getirmeye çalışan eğilim ile eskiyi inkâr etmekte olan eğilim birbirleriyle mücadele halindeydi. Bir yanda, yabancılaşmış faaliyetin yarattığı meta, mübadele değeri, para, sermaye gibi insana aykırı toplumsal ilişkilerin bir hayli sarsılmış olan gayri şahsi toplumsal iktidarı vardı. Geriletilmiş ama yok edilememiş olan bu "soyut" iktidar, günlük yaşamda an be an kendisini yeniden üreterek toparlanma gayretindeydi. Öte yanda ise yabancılaşmış faaliyete, sermayeye karşı yığınların pratik eleştirisinden doğan karşı toplumsal iktidar, etki alanını genişletmeye çalışmaktaydı.

Gastev'in Taylor sistemine geçme önerisi, devrimci saldırıyla hırpalanmış olan sapkın toplumsal iktidarın münhasıran fabrikalarda kendisini yeniden dayatma mücadelesine tercüman olmuştur. Bu öneri, işçi kontrolünü bastırıcı siyasetlere ilham vermiştir.

Taylor sisteminin ne yönde bir gelişmeyi desteklediğini anlamak için, Taylorcu fikirleri doğuran toplumsal koşulların tarihsel arka plânını inceleyelim.

Sermayenin biçimsel egemenliği

Kapitalist meta üretimi, geleneksel zanaatçı teknolojisini aynen devralan basit üretim birimlerinde doğdu. İlk zamanlarda kapitalist üretimin üretici güçlere getirdiği tek yenilik, geleneksel zanaatçılıktan devşirdiği işçileri aynı çatı altında toplu çalıştırmasıydı. Yeni devşirme işçi, aynen eskiden yaptığı gibi, bir malı baştan sona el aletleriyle ve kendi öznel hızıyla üretiyordu. Yeni işçinin eski zanaatçıdan farkı, eskiden ürettiği malı meta pazarında satması, yeni durumda ise ürettiği malı değil, fakat aynı malı üretme kapasitesini işgücü pazarında satmasıydı.

Aynı çatı altında toplu çalışma pratiği, zamanla işbölümü ve uzmanlaşmayı ilerletti. Böylece kapitalizmin manifaktür aşamasına geçildi. Ancak üretimde hâlâ el aletleri, kol gücü, işçilerin öznel becerisi ve hızı egemendi.

Kapitalizmin manifaktür aşamasındaki üretim süreci, yaptığı iş parçasını yanındakine devreden işçilerden kurulu bir insan zinciri olarak görünürdü. Üretim hattı yan yana gelen işçilerden oluşurdu. İşçiler emek aletlerini kendi iradelerinin bir uzantısı olarak kullanırlardı.

Kapitalizmin henüz emeklediği yukarıdaki dönemlerde, kapitalist işletmelerde çalışan işçilerin çoğu zanaatçılıktan devşirilmiş emekçilerdi. Üretim süreci her ne kadar kapitalist iradenin emri altında örgütleniyorsa da, işçilerin üretimin bütünsel bilgi ve becerisine sahip olmalarından ötürü belli bir otonomileri vardı. Üretim süreci, ağırlığıyla işçilerin becerisi, hızı, dayanıklılığı ve çalışma isteği gibi öznel durumlarına bağlıydı. Sermaye, üretim sürecinin bu öznel yapısından ötürü, işçiler üstünde ancak biçimsel egemenliğini kurabilmişti:

"Başlangıçta emeğin sermayenin boyunduruğu altına girmesi, emekçinin kendi hesabına değil, fakat kapitalistin hesabına çalışması ve dolayısıyla onun emri altına girmesinin biçimsel sonucundan başka bir şey değildir." (K. Marks, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 313.)

Sermayenin işçiler üstünde ancak biçimsel egemenliğini kurabildiği ilk dönemlerde, tekil üretim birimlerinde ne kadar artı değer üretildiği, ne kadar çok sayıda işçinin ne kadar uzun süre çalıştırıldığına bağlıydı. Yani, sermayenin biçimsel egemenlik zamanlarında sermaye birikiminin dayandığı temel, mutlak artı-değer üretimi idi.

Sermayenin gerçek egemenliği

İlkel sermaye birikimi sürecinin geleneksel doğrudan üreticileri mülksüzleştirerek sermayeye teslim etmesi, sermayenin işçiler üstünde ancak biçimsel egemenliğini kurmasını sağlamıştır. Sermayenin işçiler üstünde gerçek egemenliğini kurması, yani işçilerin sermayeye gerçek anlamda bağımlı hale gelmesi, yabancılaşma sürecinin daha sonraki derinleşme aşamasının marifetidir.

Normal olarak bir meta satıldığında, metaın eski sahibiyle hiçbir ilişiği kalmaz, meta üstündeki kontrol tamamen yeni sahibe geçer. Yani, metaı satın alan onu istediği gibi tasarruf eder.

Bu durum, aynen işgücü metaı için geçerli değildir. Çünkü işgücü, işçi-özneden mutlak olarak koparılamazdır. Kapitalist satın aldığı işgücü metaını üretim süreci içinde tüketirken, işçi de bir özne olarak orada bulunmak durumundadır. O halde, sermayenin satın aldığı işgücü metaını istediği gibi tasarruf edebilmesi için işçilerin öznelliğini ezerek onlar üstünde tam bir tahakküm kurması gerekir.

Sermayenin işçiler üstünde tam bir tahakküm kurması, endüstri devrimi sayesinde, üretim sürecini işçileri fiziken esir edici şekilde dönüştürmesiyle mümkün olmuştur.

On sekizinci yüzyıl sonlarında İngiltere'de başlayan endüstri devrimi, geniş ölçekte makineli üretim çağını açtı. Endüstri devrimi, üretimde el aletleri teknolojisine dayalı el emeğinden makine teknolojisine dayalı endüstriyel emeğe doğru köklü bir dönüşüm başlattı.

Kapitalizm, makine devriminin ilerlemesiyle, manifaktür aşamasından maşinofaktür aşamasına yükseldi. Maşinofaktür aşamasında üretim sürecinin örgütlenmesi tamamen değişti, fabrika sistemine geçildi.

Fabrika sisteminde üretim hattı artık yan yan gelen işçilerden değil, fakat yan yana getirilen makinelerden oluşur. Makinelerden oluşan üretim hattında işçilerin rol alacağı yerler, sermayenin iradesini temsil eden üretim mühendislerince önceden plânlanmıştır. Bu plân uyarınca işçiler, makinelerin eklentisi olarak üretim hattında yer alırlar. Yani işçi, kendisine yabancı bir iradenin kurguladığı üretim hattı içinde, o iradeye fiziken bağımlı olarak bulunmaktadır.

Fabrika sisteminde emek araçlarını kullanan işçiler değil, fakat işçileri kullanan emek araçlarıdır, yani makinelerdir. İşçi, artık kendi iradesinin belirlediği hız ve yoğunlukta değil, fakat merkezi motor gücünün dayattığı hız ve yoğunlukta çalışmaktadır. Fabrika sisteminde "işçiler yalnızca bilinçli organlar olarak, otomasyonun bilinçsiz organları ile işbirliği içerisinde ve onlarla birlikte merkezi hareket ettirici güce tabi olarak görünürler". (K. Marks, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 395.)

Kapitalizmin manifaktür aşamasından maşinofaktür aşamasına geçişi, sermayenin işçiler üstündeki biçimsel egemenliğinden gerçek egemenliğine geçişine tekabül eder.

Sermayenin biçimsel egemenliği mutlak artı-değer üretimiyle, sermayenin gerçek egemenliği ise nispi artı-değer üretimiyle bağlıdır. Biçimsel egemenlikten gerçek egemenliğe geçişin arka plânında sermayenin mutlak artı-değer üretimine dayalı birikim stratejisinden nispi artı-değer üretimine dayalı birikim stratejisine geçişi yatar.

"Mutlak artı-değer üretimi, münhasıran işgününün uzunluğuyla bağlıdır. Nispi artı-değer üretimi ise emeğin teknik sürecini ve toplumun bileşimini tamamen devrimcileştirir. Bu nedenle nispi artı-değer üretimi, emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığının sağladığı temel üzerinde kendi yöntemleri, araçları ve koşullarıyla birlikte spontane olarak doğup gelişen özgül bir tarzı, kapitalist üretim tarzını öngörür. Bu gelişme sırasında emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığı, yerini, zamanla gerçek bağımlılığa bırakır." (K. Marks, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 477-478.)

Makine kırıcılığı – Ludist hareket

Manifaktür zamanındaki işçiler, hem üretimin plânlanmasında ağırlığı olan hem de üretimi fiilen gerçekleştiren usta işçilerdi. Manifaktür sermayesi, emrinde çalıştırdığı nitelikli işçilere, üretimin bütünsel bilgi ve becerisine sahip oldukları için bağımlıydı. Dolayısıyla, manifaktür sermayesi dik başlı işçilere istediği disiplini dayatamıyordu:

"Zanaatçı becerisi manüfaktürün temeli olduğu için ve manifaktür mekanizmasının bütünü emekçiler dışında bir iskelete dayanmadığı için, sermaye, mütemadiyen işçilerin itaatsizliğiyle uğraşmak zorunda kalır. Dostumuz Ure, ... 'işçi ne kadar çok beceriliyse o kadar çok inatçı ve dik başlı olmaya eğilimlidir, dolayısıyla ... mekanik bir sistemin parçası olmaya o kadar az uygundur' diyor. Bundan ötürü, bütün manüfaktür dönemi boyunca, işçiler arasında disiplin eksikliğinden şikayet edilmiştir." (K. Marks, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 346-347.)

Sermaye, işçileri disipline sokmak için, bilgi ve beceriyi işçilerin elinden alan makine teknolojisinden yararlanmıştır. Sermaye, endüstri devrimiyle açılan dönemde, bilimin olanaklarını seferber ederek emek sürecini parçalamaya, işçinin becerisini makineleştirmeye, böylece dik duruşlu manifaktür işçisine bağımlılıktan kurtulup emek süreci üstünde gerçek egemenliğini kurmaya başlamıştır. Bilimsel buluşların, teknolojik yeniliklerin üretimde uygulanması, bu anlamda, kapitalistlerin işçi sınıfına karşı verdikleri sınıf mücadelesinin bir aracı olmuştur.

Kapitalizmin manifaktür aşamasından maşinofaktür aşamasına geçişi, dolayısıyla sermayenin işçiler üstündeki biçimsel egemenliğinin yerini sermayenin gerçek egemenliğinin alışı, on sekizinci yüzyılın sonlarındaki endüstri devrimiyle başlamış, on dokuzuncu yüzyılın sonlarındaki ikinci sanayileşme dalgasıyla hızlanmış ve yirminci yüzyılın ilk yarısında yaygınlaşmıştır.

Manifaktür aşamasından maşinofaktür aşamasına geçiş, kapitalizmin kartları her yeniden dağıtışında olduğu gibi, işçi sınıfının sert direnişiyle karşılaşmıştır. İngiltere’de 1790’larda başlayan, 1811-1812’de zirveye çıkan Ludist hareket, bu direnişin destansı klâsiğidir.

Ludist hareket ya da makine kırıcılığı hareketinin merkezi, o zamanki İngiltere’de en çok işçiyi istihdam eden tekstil sektörüydü. Sektördeki el tezgâhlarının yerini makineler alıyor, dolayısıyla dokuma ustalarının, iplikçilerin mesleki hünerleri gereksizleşiyordu. El tezgahlarına dayalı manifaktürde baş rolü oynadıkları için sermaye karşısında dik durabilen usta işçilerin yerini, makinelerin eklentisi olarak sermayeye tamamen boyun eğen düz işçiler alıyordu.

O zamanki İngiltere’de manifaktürün devralmış olduğu geleneksel üretim örgütlenmesi, geleneksel iş adabı henüz yeterince çözülmüş değildi. O zamanın işçileri, kendi emeklerine, emeklerinin ürünlerine, iş arkadaşlarına karşı günümüzdekiler kadar yabancılaşmış değildi. O zamanın yabancılaşmış faaliyeti, günümüzün yabancılaşmış faaliyeti kadar herkesi zihnen sakatlayıp esir almış değildi.

Manifaktürün zanaatçıdan devşirme usta işçileri, günümüzün parça-işçileri gibi, sermayenin dayattığı iş süresinin, akort çalışmanın, üretim hedeflerinin, kredi kartlarının, banka borçlarının kıskıvrak esiri olmuş değillerdi. Manifaktür işçileri, işyerlerinde geçimlerini temin edecek kadar çalışırlar, geriye kalan zamanlarını kendileri, aileleri ve sosyal çevreleri için ayırırlardı.

Makinelerin üretime girişinin paradoksal bir sonucu, emek üretkenliği olağanüstü arttığı halde, iş süresinin uzaması oldu. Çünkü sermaye, makineler sayesinde üretim süreci üstünde tam hakimiyetini kurdukça, el koyduğu artı-değer kitlesini çoğaltmak için iş süresi ve yoğunluğunu artırmaya başladı.

Sermaye üretim sürecini kendi sapkın doğasına göre dönüştürdükçe, ücretler düşüyor, iş koşulları ağırlaşıyor, işgünü uzuyordu. İş ve yaşam koşulları hızla kötüleşen işçiler, bu durumu makinelerden bildiler. İşçiler, makinelerin fiziksel varlığında, işlerini ellerinden alan, üretimdeki otonomilerini ortadan kaldıran, insana düşman, mistik güçleri gördüler ve öfkelerini makinelere yönelttiler.

Gerçekte öfkenin yöneltilmesi gereken, gittikçe daha da derinleşmekte olan yabancılaşmış faaliyetin kendisiydi. Gerçekte manifaktür işçilerinin otonomisini ortadan kaldıran, makinelerin fiziksel varlığı değil, fakat makine kılığına girmiş olan sermayeydi. Sermaye, o zamana kadar ancak biçimsel olarak kontrol ettiği işçileri artık makineler dolayımıyla gerçek egemenliği altına almaya başlamıştı.

Tarihsel mücadelelerin niteliği, o mücadeleyi verenlerin bilincine, o mücadelenin şiarlarına bakılarak anlaşılamaz. Tarihsel mücadelelerin gerçek niteliği, üretim tarzının o dönemdeki maddi dönüşümünün ne olduğundan hareketle açıklanabilir.

Makine kırıcılığı hareketi, kapitalizmin manifaktür aşamasından maşinofaktür aşamasına geçişine karşı bir direniş hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Makine kırıcılığı hareketi, manifaktür işçilerinin endüstriyel proletaryaya dönüşerek sermayeye tamamen esir olmaya karşı içgüdüsel isyanlarıdır.

Taylorizm

Makineli üretime geçiş, işçileri fiziken makinelerin eklentisi haline getirerek, sermayenin işçiler üstünde gerçek egemenliğini kurmasının teknik temelini döşedi. Kapitalistler, makineli üretimin potansiyellerinden sonuna kadar yararlanabilmek için, işçileri sıkı disiplin altında çalıştıracak yeni kontrol yöntemleri aramaya başladılar.

Amerikan kapitalizminin yetiştirdiği Frederick Taylor, bu ihtiyaca cevap olarak, 1890’larda, döneme damgasını vuran "bilimsel iş yönetimi"ni geliştirdi.

Taylor’a göre, usta-çırak ilişkilerine, kişisel ilişkilere, geleneksel zanaatçı becerilerine dayalı üretim süreçlerinde işçileri gerçek anlamda kontrol etmek mümkün değildi. İşçilerin performansları üstünde tam bir kontrol kurarak emek üretkenliğini artırmak için, üretimin zihinsel yanı ile fiziksel yanını birbirinden ayırmak gerekiyordu.

Nitelikli işçilere bağımlılıktan kurtulmak için, üretim bilgisi, tasarlama, plânlama gibi zihinsel işler, işçilerden koparılıp fabrika yönetimlerinde toplanmalıydı. Üretim usullerinin belirlenmesi ve üretimin örgütlenmesi üstünde işçilerin hiçbir ağırlığı kalmamalıydı.

Taylor'a göre, üretim süreci niteliksiz işçiler tarafından da yapılabilecek kadar küçük parçalara bölünmeliydi. Böylece, hem nitelikli işçilerin üretimi fiilen kontrol etmelerine son verilecek, hem de ucuza çalıştırılan düz işçilerden, hep aynı iş parçacığını yaparak robotlaşacakları için, yüksek verim alınacaktı.

Taylor'un teorisine göre, bir işi yapmanın tek doğru yolu vardı ve bu tek doğru yolu işçiler değil, fakat emek sürecini dışarıdan gözlemleyen bir uzman belirleyebilirdi. Çünkü işin nasıl yapılacağı işçilere bırakıldığında, işçiler kendi aralarındaki dayanışma gereği işi ağırdan almakta, böylece işin bütünsel bilgi ve becerisine sahip olmayan yönetimi kandırmaktaydılar.

Gözlemci, elinde kronometre, iş sürecinin her bir parçacığının ne kadar zamanda yapıldığını ölçmeliydi. Ölçülen iş parçacıklarıyla doğrudan ilgisi olmayan bütün hareketler elenmeliydi. Böylece minimum işlemle nasıl yapılacağı standardize edilen belli bir iş parçacığının ne kadar zamanda bitirilmesi gerektiği hesaplanmalı ve tespit edilen bu normlar doğrultusunda çalışması kaydıyla işçiye parça başı ücret ödenmeliydi. Belirlenen iş kotalarının altında kalanın ücretinden kesinti yapılmalı, üstüne çıkana prim verilmeliydi.

Taylor'un geliştirdiği "bilimsel iş yönetimi" sistemindeki "bilimsel" lâfı, Taylor'un sanki emek faaliyetini örgütlemenin doğru yöntemlerini bulduğu izlenimini uyandırır. Oysa Taylor'un teorisi, genel-evrensel anlamda emeğin değil, fakat insana yabancılaşmış emeğin, artı-değer üretimini maksimize edecek şekilde nasıl sapkınca örgütlenmesi gerektiği üstünedir.

Emek faaliyetinin doğru örgütlenmesinin en başta gelen bilimsel kriteri, üretimin insan ihtiyaçlarını karşılamak üzere, insana layık koşullarda, insanı geliştirici şekilde, en az enerji harcayarak ve doğayla uyum içinde yapılmasıdır. Emek faaliyetinin insanı geliştiren, insanın insan olma potansiyellerini gerçekleyen bir süreç haline gelmesi için, doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarının birliğinin sağlanması, böylece emeğin insana geri döndürülmesi, yani komünal doğasına kavuşturulması gerekir. Emek faaliyetinin komünal doğasına kavuşması, üretimi komünlerin yönetmesi demektir.

Sahiden insana ait olan emek, yani komünal emek Taylor'un ufkuna girmez. Taylor'un aklının erdiği tek emek tarzı, emekçinin emeğin maddi koşullarından koparıldığı akıl dışı emek tarzıdır, yani yabancılaşmış emektir. Taylor, gerçekte akla uygun olmayan yabancılaşmış emek faaliyetinin nasıl sermayenin aklına uygun olarak örgütleneceğinin teorisini yapmıştır. Taylor, işçileri sermayenin tam tahakkümü altına alacak şekilde disipline etmenin "bilimsel" çalışmasını yapmıştır.

Gastev'in makine fetişizmi

Devrimci dönüşüm dönemleri, süreci geri devşirmeye çalışan eğilimler ile ileri çekmeye çalışan eğilimlerin kolayca birbirlerinden ayırt edilemediği karmaşa dönemleridir. Böylesi dönemlerde, geçmişten devralınan ekonomik, toplumsal sürekler, farklı farklı çıkarlar, zamanın muteber ideolojisinin meşrulaştırıcı dilini kullanarak önlerini açmaya çalışırlar.

Dönüşüm dönemlerine damgasını vuran söylemler, çoğu durumda, tarihin o döneminde gerçekte ne olduğunu değil, fakat dönemin aktörlerinin içinde yaşadıkları dönüşümü hangi ideolojik formlarda algılayıp ifade ettiklerini gösterir. Onun için ele alınan dönemin kendisi hakkındaki bilincine, siyasal aktörlerin kullandığı retoriğe değil, fakat o bilinç ve retorikte şifrelenen gerçekliğe bakmak gerekir.

Toplumsal altüst oluş dönemlerinde öne çıkan siyasal aktörlerin, sürecin çeşitli momentlerinde farklı farklı görüşleri savunmaları bu karmaşık dönüşüm dönemlerinin doğası gereğidir. Devrimin hercümerci içinde deneme-yanılmalar olur, pratiğin öğreticiliğiyle fikirlerin değişmesi, gelişmesi, tutumların netleşmesi olur. Netice itibarıyla siyasettir, dolayısıyla, siyasal zorunluluklara göre uzlaşmalar, saf değiştirmeler, "hidayete ermeler" de olur. Bolşevik kadrolar ve devrimin öteki kadroları arasında bunlar çokca yaşanmıştır. Belli momentlerde, belli tutum alışlarda, belli saflarda olan siyasal aktörler başka momentlerde, başka tutumlarda, başka gruplaşmalar içinde görülmüştür.

Gastev'i zamanın öteki aktörlerinden farklı kılan, savunduğu Taylorcu çizgiyi mantıksal sonuçlarına kadar tutarlılıkla devam ettirmiş olmasıydı. Gastev'in savunduğu Taylorcu görüşlerin şüphesiz ki gerçek yaşamda karşılığı vardı. Çarlık, on dokuzuncu yüzyıldan sarkan geç sanayileşme sürecinin sorunlarını aşamadan yıkılmıştı. Gastev, Taylor felsefesini yeni rejimin diline uyarlayarak, aslında, eski rejimin çöküşüyle tökezlemiş olan sanayileşme sürecini ayağa kaldırmanın modernist argümanlarını sağlıyordu.

Gastev'e göre, çağın örgütleyici iradesi, insanlarda değil, fakat makinelerdeydi. Çağdaş toplum, makinelerin iradesine göre örgütlenmeliydi. Gastev bu görüşlerini şöyle ifade etti:

"Aletlerin (makinelerin - YZ) ve toplumsal otomasyonun her yere nüfuz eden örgütleyici iktidarının karaterize ettiği çağda, aralıksız hareketiyle, hergün sürekli yeniden doğan örgütlenmesiyle modern fabrika yapısı, kültürün ve modern psikolojinin tamamen yeniden yapılanması için gereken araçları sağlamaktadır...

"Kitlesel üretim, uzmanlaşma, otomasyon, etkili iş plânlaması, üretim sürecinin sürekli akışı ve eşzamanlılığı gibi fabrikada yapılan örgütsel devrim, modern makineleri ve bilhassa makine komplekslerini yarattı. Bu makine ve makine komplekslerinin kendi hissiyat, iş idaresi, dinlenme yasaları var. Bu yasalar, bireylerin yaşam ritmleriyle ve sosyal organizmayla koordinasyon içinde değildir, fakat onları fiilen belirlemektedir... Makineler ve makine kompleksleri, bireylerin iradesinden bağımsız olarak kendi uyumlu yasalarını ve normlarını yaratmaktadır." (Aktaran: D. R. Shearer, Aleksey Gastev, Russian Modernism and the Proletarian Cultural Tradition, s. 71-72., [http://etd.ohiolink.edu/view.cgi?acc_num=osu1145455042])

"Modern çağda toplumsal iş yönetiminin makinelere adapte olma işlevi taşıması gerektiğini ne kadar vurgulasak azdır. Bu nedenle beyan ediyoruz ki, modern makineli üretim ve örgütlenme çağında toplumsal üretim araçları artık insan emeğinin eklentisi değildir. İnsan artık makinelerin efendisi değildir. Aksine, toplumsal emek, makinelerin 'altında', makinelerin mekanik yasalarının ve teknolojik işleyiş alanın uzantısı olarak yer alır." (ibid. s. 73.)

Gastev'e göre, makineler, bireylerin iradelerinden bağımsız olarak, kendi yasa ve normlarını yaratmaktadır. Bu yasa ve normlar, "bireylerin yaşam ritmleri"ni ve "sosyal organizma"yı fiilen belirlemektedir. Gastev'in makinelere atfettiği toplumsal yaşamı düzenleyici irade, gerçekte, yabancılaşmış faaliyetin, sermayenin iradesidir.

Fetişist ilişkiler dünyasında, parada, sermayede, sermayeyi temsilen makinede, insanları tahakküm altına alan fiili bir toplumsal iktidar vardır. Bu fiili toplumsal iktidarı doğuran, insanların içinde sürüklendikleri yabancılaşmış faaliyettir. Yabancılaşmış faaliyet odur ki, insanların kendi faaliyetleri insanların kontrolü dışına çıkarak para, sermaye kılığına bürünmekte ve dönüp insanlar üstünde tahakküm kurmaktadır.

Fetişist ilişkiler dünyasında kendisini kaybetmiş zihin, paradaki, sermayedeki fiili toplumsal iktidarın kaynağına nüfuz edemez. Sermayenin toplumsal iktidarı, aslında, vahşileşerek insanların iradesi dışına çıkan kendi sapkın faaliyetlerinin yarattığı sapkın toplumsal iktidardan başka bir şey değildir. Yabancılaşmış, vahşileşmiş faaliyeti pozitifinden okuyan zihin, insana aykırı ilişkilerde tecelli eden toplumsal iktidarı kendisinden menkulmuş gibi, doğanın bir verisiymiş gibi algılar. Gastev, gerçekliğe pozitifinden bakmakla malul olduğu için, makinelerde sahici bir toplumsal iktidar görmüştür. Gastev'e göre, işçi sınıfının kendisini bu toplumsal iktidara göre hizalaması çağın karşı konulamaz bir gereğidir.

İşçileri makinelerin eklentisi olarak vazeden koşular, işçileri nesne derekesine düşüren yabancılaşmış emek koşullarıdır. Bu insana aykırı koşulları modern çağın gereğidir diye onaylayan zihniyet, çağını kendisini dayattığı şekilde pozitifinden, yani eleştirel olmayan tarzda algılayan zihniyettir. İşçileri makinelerin eklentisi olarak vazeden koşulları, karşı çıkılamaz bir zorunlulukmuşçasına kabullenen zihniyetin yabancılaşmış emeğe karşı pratik eleştiriye, yani çağı dönüştürücü mücadeleye ilham vermesi mümkün değildir.

Çağın gereği, nereden bakıldığına göre farklı görünür. İşçi sınıfı açısından çağın gereği, yabancılaşmış faaliyetin pozitif güzergâhına karşı, yabancılaşmış faaliyetin pratik eleştirisini yaparak kurtuluşa giden negatif güzergâhı açmanın mücadelesini vermektir. İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesi, doğrudan üreticileri makinelerin, sermayenin kölesi kılan yabancılaşmış emeği inkâr ettiği ölçüde, böylece işçi sınıfı öznelliğini geliştirdiği ölçüde kurtuluş mücadelesi olmaya devam eder.

İşçi sınıfının kendisine dayatılan koşullara karşı her direnişi, o direnişi hangi ideolojik formlarla algılayıp yürütüyor olursa olsun, yabancılaşmış emeği inkâr mücadelesine açılır. İşçiler bu mücadele içinde kendilerindeki potansiyel dönüştürücü öznelliğin farkına varırlar.

Yabancılaşmış faaliyeti inkâr mücadelesi, o mücadeleyi yürütenlerin zihnine akarak kendi bilincini, kendi kültürünü yaratır. İşçiler ancak bu mücadele sayesinde kendilerini ve içinde bulundukları koşulları değiştirerek "nesne" olmaktan kurtulup kolektif özne olmaya doğru ilerleyebilirler. İşçiler ancak kolektif özne olabildikleri ölçüde, kendi kaderlerini kendi ellerine alabilir, yani toplumsal yaşamı düzenleyici komünal bir irade ortaya koyabilirler.

Gastev, makinelere vurgundu, sanayileşme hummasına tutulmuştu, özcesi, yabancılaşmış faaliyetin baş aşağı zihinsel dünyası içinde sıkışıp kalmıştı. Öyle ki, örneğin Birinci Ulusal Ekonomi Konseyi'nde yaptığı konuşmada, işçi sınıfının yukarıdan dayatılan üretim normlarına karşı direnişine "sabotaj" diyecek kadar zihni hasar görmüştü:

"Doğrusunu söylemek gerekirse, muazzam boyutlara ulaşan bir sabotajla karşı karşıyayız. Ne zaman ki korkmuş bir burjuvayı sabotajcı gibi önüme getirip burjuva sabotajdan söz ediyorlar, gülesim geliyor. Ülke çapında, yaygın, proleter bir sabotaj var karşımızda. Ne zaman işçilere üretim 'normları'nı empoze etmeye kalkışsak, işçi yığınlarının muazzam direnişiyle karşılaşıyoruz." (Aktaran: S. N. Prokopoviç, SSCB’nin Ekonomik Tarihi, Fr., s. 270.)

Adeta, sermayenin soyut toplumsal iktidarı Gastev'de ete kemiğe bürünmüş, kendisinin pratik eleştirisini yapan işçi sınıfına karşı konuşuyor.

İktidardan önce iktidardan sonra

Lenin, devrimden önceki yıllarda, Taylor sistemini "ağır çalıştırmanın 'bilimsel' sistemi" olarak adlandırmıştı:

"Taylor, sistemini 'bilimsel' başlığı altında tanımlıyor... Bu 'bilimsel' sistem nedir? Bu sistemin amacı, aynı uzunluktaki işgününde işçiden üç misli daha fazla emek sıkıp çıkarmaktır. En dayanıklı ve en becerili işçi işe sürülüyor, saniyeleri, saliseleri ölçen özel bir saatle her bir işlem ve her bir hareket için harcanan süre tespit ediliyor, en ekonomik ve en etkili çalışma yöntemi geliştiriliyor...

"Sonuçta, dokuz ya da on saatlik aynı işgününde, işçinin bütün gücünü acımasızca tüketerek ondan üç misli daha fazla emek sıkıp çıkarıyorlar. Ücretli kölenin ruhsal ve fiziksel enerjisinin her bir damlasını üç misli daha hızla emiyorlar. Ya işçi genç yaşta ölürse? Eh, fabrikanın kapısında bekleyen pek çok başka işçi var!

"Kapitalist toplumda bilim ve teknolojide ilerleme ağır çalıştırma sanatında ilerleme demektir." (V. İ. Lenin, "Ağır Çalıştırmanın 'Bilimsel' Sistemi", 13 Mart 1913, Toplu Yapıtlar, İng., c. 18, s. 594-595.)

Bolşevik sendika liderlerinden Mikhail Tomski’ye göre, Gastev, Lenin'i kendi görüşleri doğrultusunda etkilemiştir:

"Tomski’ye göre, 1917 ve 1918’de Metal İşçileri Sendikası sekreteri olan Gastev, Lenin de dahil olmak üzere parti görevlilerini, sendikacı arkadaşlarını, enkaz halindeki Sovyet ekonomisinde emek üretkenliğini artırmak için parça başı ücrete geçmeye ikna etmede baş rolü oynamıştır." (D. R. Shearer, Aleksey Gastev, Russian Modernism and the Proletarian Cultural Tradition, s. 20., [http://etd.ohiolink.edu/view.cgi?acc_num=osu1145455042])

Gastev’in etkisiyle ya da değil, aşağıdakiler Lenin’in iktidara geldikten sonraki kendi sözleridir:

"Parça başı çalışmayı gündeme almalı, bunu uygulamalı ve pratikte test etmeliyiz. Taylor sistemindeki bilimsel ve ilerici olan her şeyi uygulama meselesini öne çıkarmalıyız. Ücretleri, üretilen malların toplam miktarına ... tekabül eder hale getirmeliyiz.

"İleri ülkelerdeki halklara kıyasla Rus kötü bir işçidir. Çarlık rejimi altında ve serflik kalıntılarının inatla sürmesine bakarak başka türlü de olamazdı. Sovyet hükümeti, çalışmayı öğrenme görevini bütün kapsamıyla halkın önüne koymalıdır. Kapitalizmin bu alandaki son sözü olan Taylor sistemi, bütün kapitalist ilerlemeler gibi, çalışma sırasındaki mekanik hareketlerin analizi, gereksiz hareketlerin elenmesi, çalışmanın doğru yöntemlerinin belirlenmesi, en iyi muhasebe ve kontrol sisteminin uygulanması vb. alanındaki en büyük bilimsel kazanımlar ile burjuva sömürünün katışıksız vahşetinin bir bileşimidir. Sovyet Cumhuriyeti, her ne pahasına olursa olsun, bilim ve teknolojinin bu alandaki bütün değerli kazanımlarına sahip çıkmalıdır." (V. İ. Lenin, "Sovyet Hükümetinin Acil Görevleri", Mart - Nisan 1918, Toplu Yapıtlar, İng., c. 27, s. 258-259.)

Alıntıya göre, Çarlık zamanında kapitalizmin yeterince gelişmemiş oluşundan ötürü, "Rus kötü bir işçidir". O halde, eski rejimin eksik bıraktığını, Sovyet hükümeti tamamlamalıdır. Sovyet hükümeti, işçilere nasıl çalışması gerektiğini öğretmelidir.

Bu mantık yürütme tarzı, işçi sınıfına dışarıdan bakan, işçi sınıfına biçimlendirilecek bir nesne muamelesi yapan, yani düşünen özne ile üstünde düşünülen nesnenin birbirinden ayrılığına dayanan sosyolojik düşünme tarzıdır. Bu tarz, çağın pozitif gereklilikleri açısından tespit ettiği sosyolojik durumdan işçiyi "adam etme" vazifesi çıkaran toplum mühendisliği tarzıdır.

Alıntıya göre, Taylor sistemi çalışmayı öğrenme alanında kapitalizmin son sözüdür. "Çalışmanın doğru yöntemlerinin belirlenmesi, en iyi muhasebe ve kontrol sisteminin uygulanması", Taylor sisteminin "iyi" yanıdır. Bu "bilimsel" kazanımlar ile "burjuva sömürünün katışıksız vahşetini" birleştirmiş olması, Taylor sisteminin "kötü" yanıdır. Ancak, kötüyü atıp iyiyi almak mümkündür.

Bilim ve teknoloji kültü, yeni sanayileşmekte olan toplumların modernleşmeye özenen entelijensiyasında yaygındır. Bilim ve teknolojiyi onu yaratan insan faaliyetinden kopararak fetişleştiren zihniyet, şarklı kolaycılığıyla, "Batı'nın iyi yanlarını alalım" formülüne yapışmıştır. Bu şark formülü, araçlar, yöntemler ile o araç ve yöntemlerin içerdiği amaçların organik bütünlüğünü görmeyen seçmeci algılamaya dayanır.

Taylor, alıntının iddia ettiği gibi "çalışmanın doğru yöntemlerini" değil, fakat işçilerin öznelliğini ezen, böylece işçileri sermayeye tamamen esir eden çalıştırma düzeninin "doğru" yöntemlerini bulmuştur. Bu anlamda, Taylor sisteminde yöntem ve amaç bütünlüğü vardır, bunlar birbirinden koparılamazdır.

"Çalışmanın doğru yöntemleri" işte budur diye Taylor sistemini ithal eden zihniyet, aslında, işçi sınıfını kendisine yabancı iradenin kontrolü altında ruhsuzlaştıran, yabancılaşmayı derinleştiren çalıştırma sistemini ithal etmiştir.

"Diktatöryel güçler verilmiş, Sovyet kurumları tarafından seçilmiş ya da atanmış diktatörlerin, Sovyet direktörlerinin tek adam kararlarına iş sırasında sorgusuz sualsiz itaat..." (V. İ. Lenin, "Sovyet Hükümetinin Acil Görevleri Üstüne Altı Tez", 30 Nisan - 3 Mayıs 1918, Toplu Yapıtlar, İng., c. 27, s. 316.)

İşçi sınıfı açısından, kendi otonom mücadelesi içinde oluşturduğu, her an için geri çağrılabilir fabrika komitelerine itaat etmek başka şeydir, "sovyet" kurumlarınca atanmış diktatörlere sorgusuz sualsiz itaat etmek başka şeydir.

İkili toplumsal iktidar döneminde, bir yandan Taylor sistemini dayatırken, öte yandan Taylor sisteminin yığınsal pratik eleştirisini yapacak olan işçi kontrolü mücadelesini engelleyen siyaset, böylece, yabancılaşmış emeğin toplumsal iktidarını güçlendiren dinamikleri serbest bırakmıştır.

Bir zamanların Sovyetler Birliği, çağdaşı Batı ülkelerinde görülenlerden farklı bir emek örgütlenmesini ortaya koyamamıştır. Çünkü, işçiye dışsal emek örgütlenmesinin pratik eleştirisinden hareketle komünal emek örgütlenmesine doğru gidişi örecek olan işçi kontrolü mücadelesi daha baştan bastırılmıştır.

Ekim devriminden sonra üretimin yönetimi, adım adım "sovyet iktidarı"nın atadığı devlet görevlilerinin eline geçmiştir. "Reel sosyalizm"i aklamakla işlevli takma aklın imalatçıları, "kapitalizmin iyi yanlarını alalım" mealindeki kaygan söylemde, ekonomi bürokrasisinin varlığını meşrulaştıran bakış açısını bulmuşlardır.

Yusuf Zamir

15 Mart 2010