TKP
 
Yeniden Merhaba
Yayın İlkelerimiz
Yazılar - Arşiv
 
İşçinin Sesi Yayınları
Kitaplar
İşçinin Sesi
Çek-Al
Kavga - Kervan
Kaynak
İşçi Yaşamı
İşçinin Gezetesi
Binçiçek
cddrt
dtd
Isha Bulletin

Soviet News
 
 
 

 

 

 

 

 

 

 

 

Nihat Sargın’ın ölümü vesilesiyle
Allahçılık ve Hümanizm Üzerine

Önümde bir iki haber var, onları aktararak başlamak istiyorum.

BİRİNCİ ÖNEMLİ HABER:  Nihat Sargın, rahmetli olduğunda - belki ailesi öyle istediği için, belki de eski TİP’li / TKP menşeviği ama esasen  “gizli” müslüman olan yoldaşları “halkımızla ters düşmek istemedikleri” için caminin musalla taşına yatırılıp, “aydın”(!) bir hocanın duasına emanet edildi.

Hoca gerçekten usta idi, kalabalığa bakıp “falanca müslümanı nasıl tanırdınız” diye helallik alacağına “falanca insanı nasıl tanırdınız” dedi.

Namazı kılan cenaze sahipleri memnun, cami efradı memnun, halkımız memnun camiden ayrıldılar, allah adına duası edilmiş bir komünist daha yeşil değil ama “kıpkızıl” bayrağa sarılı olarak toprağa verildi. 

Nihat Sargın, çakaralmaz bile olsa, değerli bir eski tüfekti. Bu koşullarda kendisine “tanrıdan rahmet” dilemekten başka söyleyecek söz bulamıyorum.

İKİNCİ ÖNEMLİ HABER: Alevi örgütleri “zorunlu din dersi kaldırılsın ve devlet AİHM kararlarına uysun” kampanyasını eylemlerle sürdürmüş. Yapılan eylemlere “Alevi Bektaşi İzmir Bileşenleri organizasyonunda biraraya gelen Alevi örgütleri, siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşu üyeleri” katılmışlar. Bu eylemlerde adını duyuran sosyalist / solak siyasal kuruluşlar arasında  ÖDP, TKP, ESP, EDP, SDP, Halkevleri, vb varmış.

Alevi eyleminin belli başlı sloganları şunlarmış:

  • ‘Zorunlu din dersi kaldırılsın’,
  • ‘Zorunlu din dersi asimilasyondur, asimilasyon insanlık suçudur’,
  • ‘Çağdaş, bilimsel ve laik eğitim için zorunlu din dersi kaldırılsın’,
  • ‘Diyanet kapansın, inançlara özgürlük’...

***

Bunları neden aktarıyorum?

Öteden beri komünistlerin ölümlerinde de komünist gibi muamele görmesinden yanayız. Bedir Aydemir yoldaşımızı 1988/89’da öyle defnettik. Eski liderimiz R Yürükoğlu,  vasiyeti üzerine allahı kapının dışında bırakan bir törenle defnedildi. Naşı yakılan yoldaşımızın küllerini İstanbul’da Marmara Denizi’ne serptik. Onu gönlümüze gömerken allaha ve havayı arapça-ibranice dualarla kirleten hacı hocalara müdahale fırsatı vermedik. Bu yılın başlarında yitirdiğimiz M. Baylık yoldaşımızı da herhangi bir tapınağa götürmedik, allaha olmayan borcumuzun taksidini dualarla ödemek gibi bir yol seçmedik. Törenimizi, anmamızı kendi bildiğimiz usüllerle yaptık.

Bunları anlatırken, partinin  menşevik yöneticilerinden Sıtkı Coşkun İskandinavya’da öldüğünde İstanbul’a getirilen cenazesinin büyükçe bir yürüyüş koluyla “Enternasyonal” okunarak ve mağrur(!) bir şekilde camiye götürüldüğünü, musalla taşına yatırılıp arapça-ibranice duasının edildiğini unutamıyorum. Kısacası, aramızda gizli müslüman çoktur. Tüzük gereği ateist(!) olanların halleri ortada.

***

SSCB’nin yıkılmasıyla dünya yeni bir gericilik dönemine girmişti. Bu dönem sürdükçe, insan komünistlerden yeni koşullarda yol açıcı yeni söylemler bekliyor. Ama nafile, ortalık gericilikle birlikte gericileşen, bir şekilde gericiliğe veya geriliğe teslim olan “komünist” sabıklar ile dolmakta.

Tahtakurusu gibi açıkta yaşayan bu sabıklar, çeşit çeşit kodun, parolanın arkasına saklanıyorlar. Camiye “saygı”, sıkmabaşlara “tolerans” bunların örtülerinden biridir. ­ Türk AKP’sinin komünistlerin hem de parti programlarında savundukları demokratikleşmeye nasıl hizmet ettiğini(!) savunan, bu yüzden AKP anayasasının evetçileri arasında mümtaz yerini alan sabıkların sayısı az değildir. Sahip oldukları titr de (falanca partinin son genel sekreteri, yaşlı komünist yazar gibi) burjuvazinin işine yarıyor. Literatürde bunlara çeşitli isimler veriliyor.

Bizim bu sabıklara söyleyecek sözümüz çok da, konumuz çerçevesinde bir yoldaşın Sargın’ın cenazesiyle bağlı olarak söylediklerini tekrar etmek şimdilik yeter: 

“İsteyen cenazesini camiden, ister cem evinden, isterse sinagogdan kaldırsın ama öyle ortaya çıkıp ben hâlâ komünistim, ateistim, inançsızım vb. ­­söylemlerini sarfetmezlerse daha samimi ve dürüst olurlar. Bu da onların inanma hakkına olan saygımızı azaltmaz.”

***

Komünist, siyasal olarak yalnızca işçi sınıfına inanır, güvenir, onun başarısını ister ve yalnızca bu başarıdan umutlanır; felsefi planda insana, onun toplumda varolan yabancılaşmayı ortadan kaldırma yetisine, kuracağı “sahici insani düzene”, komünizme inanır. Bu anlayışta allaha,  arapça-ibranice (her dilde) dualarla ruhu kirleten hacı-hocalara yer yoktur.

Öte yanda, komünistlerin Aleviliğe duyduğu sempati ve yakınlık temelde iki noktadan kaynaklanır: Birincisi, Alevi-Bektaşi emekçi yığınları tarihte işçi sınıfının atası olmuştur. İkincisi, Alevi-Bektaşi düşüncesinin merkezinde kâmil insan (insan-ı kâmil) yer alır. Her iki özellik birden kaderi toplumdaki yabancılaşmayı tamamen kaldırmak olan işçi sınıfına uygun düşmektedir.

Bunun ötesinde, bana göre, komünist komünisttir, siyasal görevi sermaye düzenini ortadan kaldırmak için çalışmak, felsefi görevi insanın yabancılaşmasını her açıdan teşhir etmek, insana inancı, hümanizmi öne çıkarmaktır.

Bu bağlamda, günlük yaşamdaki işleyişler açısından bakıldığında, hümanistlerin aynen allahçıların (deistlerin) gördüğü saygı ve olanağı bu toplumdan istemesinden doğal bir hak olamaz.
Yani komünistler, hümanizme inananlar,  toplumdan ve onun sureti olan devletten kendi ölülerini defnetmek için neyi uygun görüyorlarsa onu istemelidirler.

Daha da somutlarsam, hümanistler ölülerini caminin, cemevinin, öteki tapınakların dışında bir mekanda, allahı ve onun her cinsten rahiplerini ve dualarını dışlayarak kapı toprağa verebilmelidirler.
İsteyen isterse hatta krematoryuma bile gönderebileceği ölüsüne amaca yönelik kapalı bir merkezde, ya da onun bahçesinde, dinsel hüviyet taşımayan bir şadırvan çevresinde tören yapabilmelidir. Hacısız hocasız... Bunun zamanı çoktan gelmiş çatmıştır.

Bu istemde allah inancı içinde olanlara herhangi bir sataşma yoktur. Sadece hümanistlerin özgürlük alanının büyütülmesi istenmektedir. “Yasalar buna izin vermiyor, vermez” diyenlere, siyasal mücadelede bu yöndeki istemleri daha da yükselterek karşılık verilmelidir. Bu yolda atılacak ufak adımlar, hem şimdiki laiklik yutturmacasını teşhir edecek, gerçekten laik bir topluma doğru yol almaya katkı yapacaktır.

***

Konu gerçekten laik bir topluma yol almak olunca, açıktır ki, istemlerini Alevi örgütlerinin “zorunlu din dersine hayır” sloganıyla sınırlayanlar doğru yapmıyorlar.

“Zorunlu Din Dersine Hayır” sloganı, inançlı Alevi-Bektaşi toplumu için bile doğru değildir. Seçmeli olunca daha iyisi mi olacak? Komünistler, ya da laiklik isteyen hümanist siyasal topluluklar açısından bu sloganın yanlışlığı hiç su götürmez.

Komünistler, hümanistler yabancılaşmış faaliyeti ortadan kaldırma mücadelesinin bir merhalesi olarak laik bir rejim istiyorlar. Laiklik, insana yabancılaşmış faaliyete karşı sınırlı bir üstyapı önlemi olarak, allahın eğitimin ve tüm devletin dışına çıkartılmasıdır. (Oysa, başta CHP olmak üzere meseleyi “sıkmabaşlara yasak sürsün mü sürmesin mi”ye indirgeyenler, siyasal korkaklıklarının doğal sonucu olarak, bu konuda ağızlarını açmıyorlar.)

Komünistlerin savı açıktır: Komünistler eğitimde (zorunlu ya da seçmeli) din dersi kalkmalıdır diyorlar. Allahı temsil eden ne varsa, kim varsa siyasal alanın dışına çıkartılmalı, tüm maddi destek vb kesilmelidir.
Buna karşılık Allahçılık (deizm), inanç özgürlüğü kapsamında “gönüllü faaliyetler” çerçevesine sokulmalı, inananlar inançlarının gereğini yerine getirmede özgür bırakılmalıdır.

Tabii, unutmuyoruz ki, komünistler açısından insana yabancılaşmış faaliyeti tüm veçheleriyle birlikte ortadan kaldırmanın esas adımı sermaye düzenini ortadan kaldırıp işçi sınıfının bayrağına yazdığı sahici insan düzenini kurmaktır.

Yusuf Zamir kardeşimiz bir kitabında şunları yazıyor:

“İnsana yabancılaşmış faaliyet, özel mülkiyet, meta, mübadele değeri, para, piyasa, ücretli emek, sermaye, sınıf, yalıtık birey, sivil toplum, üstyapısal kurumlar, hukuk, siyaset, devlet gibi toplumsal ilişki biçimleri yaratmaktadır. Bu toplumsal varoluş biçimleri zihne akarak sıraladığımız kavramları doğurmakta, yani insanların bilinçlerini belirlemektedir.

“ ‘Tarih öncesi’ndeki insanlık, kendi yabancılaşmış faaliyetlerinin yarattığı insana dışsal güçlerin tahakkümü altındadır. Yabancılaşmış faaliyet içindeki insanlar, kendi yarattıkları insana aykırı koşulların verili iradesi dâhilinde kendi cüz’i iradelerini hayata geçirirler. İnsanlara düşen cüz’i irade o kadar zavallıdır ki, insanlar kendilerini ilahi güçlerin, kaderin, dini, askeri, siyasi liderlerin, büyük ekonomik güç biriktirmiş merkezlerin oyuncağı gibi görürler.

“Yabancılaşmış faaliyet ortadan kaldırılıp yerine dünya çapında komünal faaliyet getirilince insanlar arasındaki ilişkileri, yabancılaşmış faaliyetin insandan bağımsız, vahşi iradesi değil, fakat insanların kendi komünal iradesi doğrudan düzenleyecektir. İşte o zaman komünal bilinç ‘dışarıya akarak’ insanların varoluşlarını belirlemeye başlayacaktır. İşte o zaman insanlar arasındaki ilişkiler artık insan iradesinden bağımsız olmayacak, tam tersine insan iradesine tabi olacaktır. İşte ondan sonra insanlığın esas tarihi, yani bilinçli faaliyetin tarihi başlayacaktır.” (Y.Zamir, Marks Gerçekte Ne Dedi, Alev yayınları, İstanbul, 2009, s.32-33)

Bu uzun hedefe sahip olmak, bugünden atılabilecek küçük adımları dışlamıyor. En azından bu nedenle, komünistlerin “zorunlu din dersine hayır” diyenlere teslim olması, ölüsünü camide ya da başka bir tapınakta allahın duacılarına teslim etmesi bence doğru değildir.

Hatalarımızdan öğrenme yetimizi kaybetmemeliyiz.

Karşımızda küresel ekonomisi, siyaseti, toplumun iliğine kadar nüfuz etmiş “insana yabancılaşmış ilişkiler” yumağı ile sermaye sınıfı var.

Komünist, siyasette olduğu kadar felsefede inançta da komünistliğini hatırlamalı; aklını fikrini bu alanda da yalnızca işçi sınıfının zaferi için seferber etmelidir.

Bu zaferin ilk başlayacağı yer komünistin kendi zihnidir.

Salih Can

26 Kasım 2010