Türkiye Komünist Partisi Programı
V. Program
(1995
yılında yapılan 9.Kongre’de kabul edilen Beşinci Program)
GİRİŞ
1.
Çağımız kapitalizmden komünizme geçiş
çağıdır
Emperyalizm ve
savaş tehlikesi
Emperyalizmin
dünyayı geri çekici rolü
Dünya komünist
hareketinin durumu ve oportünizme karşı savaş
Dünya devrimi
2. Türkiye'de devlet-tekelci kapitalizmi
2.1. Türkiye
kapitalizminin gelişme özellikleri
2.2. Türkiye'de
devlet-tekelci kapitalizminin sonuçları
3. Türkiye devriminin karakteri
3.1. Devrimci
aşama: İleri demokratik halk devrimi
Devrimin ilk
ve temel sorunu iktidar sorunudur
Siyasal devrim gerçek demokrasi sorunudur
Neden ``ileri demokratik'' ve neden ``halk devrimi''
3.2.
Sınıfların konumu ve halkın birliği
Burjuvazi
Küçük burjuvazi
İşçi Sınıfı
Proletarya hegemonyası ve birlik
4. İleri demokratik istemler - devrimci dönüşümler
4.1.
İşçi sınıfının acil istemleri
Acil istemler
Dış ülkelerdeki işçiler
Göçmen işçi istemleri
4.2. Gençlik
Gençliğin hakları
4.3. Kadın
Kadın ikinci sınıf vatandaştır
İDHD önemli bir adım
olacaktır
4.4. Küçük
üreticiler ve kooperatifler
Ulusal ve dinsel azınlıkların hakları
için savaş
4.7.
Barışçı-bağımsız bir dış siyaset için
Devlet aygıtının örgütlenişinde
demokrasi
Siyasal sistemin örgütlenişinde demokrasi
4.11.
Demokrasi savaşımının ve ileri demokratik halk devrimi
programının mantığı
5. Sosyalist toplum ve sosyalist devlet
5.1. Sosyalizm:
Komünizme dönüşüm dönemi
Sosyalizmde sınıflar ve sınıf
savaşımı sürer
``Herkese çalışması kadar``
Sosyalist devlet proletarya diktatörlüğüdür
5.2. Sosyalist
demokrasi
Sosyalizmde demokrasi komünizme ilerleyebilmenin zorunlu
koşuludur
5.3. Türkiye'de
sosyalizm kuruculuğu ve sosyalist demokrasi
Türkiye’de proletarya diktatörlüğünün bazı
özellikleri
6. Komünist partisi
TKP Türkiye işçi sınıfının öncü
örgütüdür
TKP tüm işçilerin partisidir
TKP enternasyonalisttir
TKP Leninci örgütlenme ilkelerine bağlıdır
Propaganda ve ajitasyon
Merkez organ
Hücre ilkesi
Profesyonel devrimciler örgütü
Endüstriyel yoğunlaşma
Eleştiri-özeleştiri
Partide kadın-erkek ayrımı yoktur
Legalite-illegalite
Özgürlük
Yönetim örgütlenmesi
Kadro anlayışı
Örgütlenmenin şeması yoktur
TKP demokratik-merkeziyetçidir
Komünist disiplin
TKP ve
sendikalar
TKP ve din
Türkiye Komünist Partisi, Büyük
Ekim Sosyalist Devrimi'nin doğrudan etkisi altında, 10 Eylül 1920'de
kuruldu.
Bu program, Türkiye Komünist
Partisi'nin 9.Kongre’de onaylanan Beşinci Program’ıdır. Birinci
Program, 1920'de Bakü'de Mustafa Suphi Yoldaş'ın liderliğinde
toplanan 1. Kongre'de kabul edildi. İkinci Program’ın
hazırlanması kararı, 1926 yılında, Viyana'da
Şefik Hüsnü Yoldaş'ın katıldığı konferansta alındı. İkinci
Program 1929'da örgütlere sunuldu. 1930'da yayınlandı.
1932'de toplanan IV. Kongre,
İkinci Program'ın değiştirilmesini
kararlaştırdı, ancak 'parti yönetiminde uzun süre
oportünistlerin program ve tüzük yenilenmesi önerilerine
aldırmamaları' nedeniyle, 41 yıl bu karar
gerçekleştirilemedi. Üçüncü Program, 1973 yılında parti örgütlerinin
onayı ile yürürlüğe girdi. Üçüncü Program'ın fikir liderleri
Yakup Demir ve İ. Bilen yoldaşlar olmuşlardır.
Oportünizmin partimize
getirdiği zarar yalnız 41 yıl programın yenilenmemesi
değildir. Birinci Program dışında öteki iki program
kongrece onaylanmamıştır. Partimizde 52 yıl kongre toplanmamıştır.
Partinin oportünizmin elinden
çekilip alınması için komünistler, 1979 yılında
örgütlü-disiplinli bir kavga başlattılar. 1980 yılında
toplanan TKP I.Leninciler Konferansı, Dördüncü Program'ın
hazırlanmasını ve 5. Kongre'ye sunulmasını kararlaştırdı.
1981 yılında toplanan
Türkiye Komünist Partisi Leninci örgütlerinin II. Konferansı bu
kararı yineledi.
1985 yılında toplanan
5. Kongre, partimizin Dördüncü Program’ını kabul etti.
Dördüncü Program, Türkiye'de
devlet-tekelci kapitalizminin oluştuğu, yönetici
sınıfın emperyalistleşme gereksinimine
vardığı, yayılmacı eğilimlerin belirginlik
kazandığı, bu amaçlara erişemediği için de
kapitalizmin çıkmazda olduğu, ekonomik-toplumsal açıdan
sorunların ancak devimle çözülebileceği bir aşamanın
programı oldu.
Uluslararası alanda
sosyalist sistemin çökmesi, Dünya Komünist Hareketi’nin
dağılması gibi olaylar, Türkiye’de yaşanan gelişme
süreçleri, Dördüncü Program’ın saptamalarının ne kadar
doğru olduğunu kanıtladı.
1991 yılında toplanan
7.Kongre (6.Kongre 1987'de toplandı), uluslararası ortamda ortaya
çıkan büyük değişiklikleri içerecek biçimde programın
yenilenmesini istedi. 1992
yılında toplanan 8.Kongre bu görevi yerine getirdi. Kongre, ideolojik
çizgi, teorik yaklaşım ve siyasal çözümlemeler açısından,
Dördüncü Program’dan bir farklılık göstermediğinden gerekli
değişikliklerle Dördüncü Program’ın 2.basımını
kararlaştırdı.
1995
yılında toplanan 9.Kongre, Türkiye’de meydana gelen gelişmeleri,
partinin izlediği çizgiyi ve önümüzdeki dönemin ne tür bir çizgi izlenmesi
gerektiği konularını ele aldı. Bu temelde, parti
programında gerekli değişikliklerin yapılmasını
kararlaştırdı. Beşinci Program bu değişiklikleri
içermektedir.
1. Çağımız
kapitalizmden komünizme geçiş çağıdır
Çağımız proleter
devrimleriyle kapitalizmden komünizme geçiş çağıdır.
Dünya, emperyalizmle birlikte,
bir bütün olarak sosyalizm için minimum düzeyde olgunlaştı.
II. Dünya
Savaşı'nın ardından çeşitli ülkelerde gerçekleşen
devrimlerle sosyalizm bir dünya sistemi oldu. İki dünya sistemi ama tek
dünya pazarı. Kapitalist ve sosyalist sektörler bu pazarın birbirini
karşılıklı olarak etkileyen parçalarıydı.
Dünya sosyalist sistemi, dünya işçi
sınıfının en büyük kazanımıydı.
Sovyetler Birliği ve
Doğu Avrupa’da karşı-devrimlerin üstün gelmesiyle Dünya
Sosyalist Sistemi çöktü. Ancak, bu geçici geri dönüş,
çağımızın içeriğini, Ekim Devrimi’nin tarihsel
kazanımlarını değiştirmedi.
Dünya kapitalist ekonomisi,
sömürüye, zora dayalı organik bir hiyerarşidir. Bu hiyerarşinin
değişik yerlerindeki ülkeler ya da ülke toplulukları,
emperyalist sömürü sistemi içinde değişik rollere sahiptir.
Üretim güçlerinin gelişmesi
ve bilimsel teknolojik devrimin etkileri altında, kapitalizmin
eşitsiz gelişme yasası uyarınca dünya kapitalist ekonomik
sisteminde değişimler olmaktadır. Uluslararası
işbölümünde, uluslararası ticaretin yapısında ve coğrafyasal
dağılımında, sermayenin ve işgücünün bölgesel yer
alımında yenilikler ortaya çıkmaktadır.
Bu gelişmelerin sonucunda
artık bugün dünya işçi sınıfı tam anlamıyla
bütünleşmekte, gerçek bir uluslararası sınıf olarak ortaya
çıkmaktadır.
Emperyalist ülkelerde
bunalımlar sıklaşmıştır. İşsizlik,
üretim daralması, zorunlu kısa işgünü, yaşamın
ayrılmaz parçası olmuştur. Toplumsal hizmetler, emeklilik,
sağlık sigortası harcamaları giderek
kısılmaktadır. Emperyalist tekellerin ise kârları, dış yatırımları, üretim
kapasiteleri ve işgücü kullanımları artmaktadır.
Rusya ve Doğu Avrupa
ülkeleri de bu sisteme derin ekonomik bunalımlarıyla ama ancak orta
derecede gelişmiş ülkeler olarak katıldılar.
Az gelişmiş ülkelerde
işsiz ve gizli işsiz sayısı yüzmilyonları
aşmakta, kapitalizm tarımın geleneksel yapısını
çözdükçe, bu sayı artmaktadır.
Dünya kapitalist ekonomik
sisteminin 'eski' işbölümünde sömürülen ülkeler tarım ve hammadde
deposuydu. Şimdi aynı sömürü ilişkisi kendini endüstriyel
düzeyde yaratıyor. Kapitalizmin dünya çapındaki gelişmesinde belirleyici
olan tüm teknolojik, bilimsel ve endüstriyel dallar bugün de emperyalizmin
egemenliğindedir. Az gelişmiş ülkelerin emperyalizme
bağımlılığı değişmemiştir.
Azgelişmiş ülkelerde
ortaya çıkan endüstrileşme, ekonomik-toplumsal sorunları
çözmüyor, ağırlaştırıyor. Gelir
dağılımı daha dengesizleşiyor. Toplumsal beklentiler
yükseliyor ama karşılanamıyor.
Dolayısıyla
azgelişmiş ülkeler ve özellikle gelişmenin hızlı
olduğu orta kuşak ülkeleri, çelişkilerin, bunalımların
odaklaştığı bölgeler oluyor. Böyle ülkelerde burjuva demokrasisi
uzun süreli yaşamıyor. Bu ülkeler dünya emperyalist sisteminin
zayıf halkalarıdır.
Emperyalizm ve savaş tehlikesi
Savaşların ana
kaynağı emperyalizmdir. Savaş emperyalizmin yeni pazarlar elde
etme, rekabeti kırma, ekonomik boyunduruk altında tuttuğu
ülkelerde egemenliği sürdürme siyasetinin şiddet araçlarıyla
sürdürülmesidir. Emperyalizm için savaş, çözemeyeceği toplumsal
sorunlardan toplumları kırarak kurtulma çabasının da bir
aracıdır.
Emperyalizmin
varlığı savaş tehlikesinin sürmesi demektir. Kapitalizm
koşullarında barış bir ateşkes dönemidir.
Savaştaki güç dengeleri temelinde gerçekleştirilen
paylaşımların dondurulmasıdır. Emperyalizm için
barış savaşa hazırlıktır.
Dünya Sosyalist
Sisteminin ve Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasıyla
emperyalistler arası çelişkiler hızla derinleşiyor ve
keskinleşiyor.
Savaşı önleyebilmenin
tek kalıcı garantisi, kapitalizmi yok etmektedir.
Emperyalizmin dünyayı geri çekici
rolü
Emperyalist kapitalizm,
kaçınılmaz devresel bunalımları içinde,
insanlığın gelişmesini yavaşlatmakta, engellemektedir.
Üretim güçleri önünde özel mülkiyet engeli durduğu için, onunla sürekli
kavga içinde, zaman kaybederek ilerlemektedir.
Üretim güçlerinin engelsiz
gelişebilmesi için üretim araçları üzerinde toplumsal mülkiyet ve
üretim ve dağıtımın toplumsal planlaması
gerekmektedir.
Bilimsel-teknolojik devrim,
dünya ölçüsünde planlamayı dayatan, özel mülkiyeti ve onun türevi olan
devletleri ve sınırları iyice gericileştiren, komünizmi
yakınlaştıran en önemli olgulardan biridir.
Bilimsel-teknolojik devrimin
sonucu olarak, üretimin toplumsal niteliği daha hızlı
artıyor, mülkiyetin toplumsal temeli daha hızlı genişliyor.
Üretim güçleri o denli büyüyor ki kıtasal çapta bir-iki ülke
dışında, hiçbir ülkenin yapılması gereken üretime
kaynakları yetmiyor. Üretim güçlerinin gelişmesi yalnızca ülke
çapında değil, dünya çapında hammadde, enerji kaynağı
ve pazarı birlikte olan bir üretim ve dağıtım
planlamasını zorunlu kılıyor.
Toplumsal üretimde
harcanması gereken emek zamanında ve emek miktarında azalma
olağanüstü hızlandı. Ancak kapitalizm sömürüye dayalı bir
sistem olduğu için bunu pratik sonucu işgününün gereğince kısalması
değil, bir yanda işsizliğin, öte yanda artık-değer
kitlesinin büyümesi olmaktadır.
Harcanması gereken emek
zamanının ve emek miktarının azalması ve emeğin
niteliğinin değişmesi, tarihsel bir gidiş olarak,
``üretimin en az enerji harcamayla'' ``insan yapısına layık
koşullarda yapıldığı'' ``gerçek özgürlük dönemi''ne,
komünizme doğru nesnel bir zorlamayı anlatıyor.
Öte yanda,
emperyalist-kapitalizm bunalımlı yapısına rağmen,
üretim güçlerini büyük adımlarla geliştirme yeteneğini
göstermiştir.
Ancak, kıyaslama bu
ülkelerin kendi olanaklarıyladır. İleri kapitalist ülkelerde
sosyalizm gerçekleşmiş olsaydı, bugünkü üretim güçleriyle
ulaşılacak düzey ne olurdu sorusu üretim araçları üzerinde özel
mülkiyetin gelişmeyi engelleyici rolünü açıkça ortaya
çıkarır.
Kendi haline
bırakılırsa dünya kapitalizmi, bugün de gelişme ve
yaşamı sürdürme yönünde kullanabileceği önemli bir rezerve
sahiptir. Dünya emperyalist sisteminden devrimler yoluyla parçalar
koparılmazsa, emperyalizm dünya pazarını alabildiğine
derinleştirme yolundan yaşamını sürdürecek ve nesnel olarak
komünizmi gitgide daha yakınlaştıracaktır.
Tarihin gittiği yön budur.
Devrimci güçlerin görevi, bu gidişi kestirme, bilinçli bir gidişe
çevirmektir.
Dünya
komünist hareketinin durumu ve oportünizme karşı savaş
Tarihin gidişini kestirme,
bilinçli bir gidişe çevirme görevi önündeki önemli bir engel dünya
komünist hareketinin durumudur.
Uzun bir dönem bir bütün olarak
sağa kayan Dünya Komünist Hareketi, uluslararası
karşı-devrim dalgasına dayanamadı, çözüldü. Bununla
birlikte, dünya devriminin genel ve temel çıkarlarının önüne
parçaların dar ve kısa erimli çıkarlarını geçirmeye,
oportünizme karşı savaş daha büyük önem kazandı.
Ancak bu
savaşımın maddi güce dönüşmesi ve somut sonuç elde etmesi,
dünya devriminin genel çıkarlarıyla üst üste düşen devrimlerin
başarısıyla doğrudan bağlıdır. Önemli bir
zayıf halka olan Türkiye'nin komünistleri oportünizme karşı savaşın
emperyalizme ve burjuvaziye karşı savaştan
ayrılmayacağının bilinciyle çalışıyorlar.
Dünya devrimi, dünya
çapında komünizm çağını açmak üzere dünya proletarya
diktatörlüğünün oluşması sürecidir.
Dünya devrimi, sosyalist bir
ülkenin ya da sistemin gelişmesine, kapitalizmi geçmesine indirgenemez.
Tekil ülkelerde kurulmuş proletarya diktatörlükleri yalnızca kesimsel başarılardır. Ne
zaman ki, dünyanın ekonomik, toplumsal ve siyasal ilişkiler
ağı dünya işçi sınıfının lehine
ağırlık kazanır, işte o zaman bütünsel bir sonuç söz
konusu olur. Bu süreç içinde oluşacak dünya
proletarya diktatörlüğü sosyalizmin sonul zaferi anlamına gelir.
Dünya proletarya
diktatörlüğünün kurulması ile kapitalizmden komünizme geçiş
çağı kapanacak ve komünizm
çağı açılacaktır. Emperyalizmin bir sistem olarak
çöktüğü, savaş tehlikesinin ekonomik kaynağının
ortadan kalktığı, insanlığın bayrağına
``herkese gereksinimi kadar'' ilkesinin yazılmaya başlanacağı
bu çağda ordular, silahlar, baskı aygıtları, emeğin zorunlu yapısı da
kalkacaktır. Üretim güçleri kapitalizm altında düşünülemeyecek
boyutlarda gelişmeye başlayacaktır. Üretim güçlerinin
değerlendirilmesinde devlet sınırlarının egoist engeli
ortadan kalkacak, dünya ölçüsünde ekonomik yarar belirleyici olacaktır.
Sınıflar ancak bu aşamada, bu üretim güçleri temelinde ortadan
kalkacak ve dünya sınıfsız-sömürüsüz topluma, KOMÜNİZME
ulaşacaktır.
2. Türkiye'de devlet-tekelci
kapitalizmi
Türkiye emperyalizmin sömürüsü
altında, teknolojik açıdan emperyalizme bağımlı, orta
derecede gelişmiş bir kapitalist ülkedir. Yerli finans-kapital
devletle içiçe geçerek devlet-tekelci kapitalizmine yükselmiştir.
Endüstri başı çeken sektördür.
2.1.
Türkiye kapitalizminin gelişme özellikleri
Halk devrimine yol vermemek
koşuluyla, kurtuluş savaşıyla emperyalist işgalcileri
kovmak, pazarını başkasına kaptırmamak Türkiye
burjuvazisinin işine geldi.
Emperyalist işgalciler
kovulunca, burjuvazi devletin tüm olanaklarından yararlanarak kapitalizmi
geliştirme yolunu tuttu. Ekonomik, toplumsal, siyasal her türlü
şiddet ve kandırmacayı uygulayarak ilkel sermaye birikimini
sürdürdü. Ekonomik, toplumsal, siyasal her türlü şiddet ve
kandırmacayı uygulayarak ilkel sermaye birikimini sürdürdü.
Cumhuriyetin ilk
yıllarında devlete 1923 İzmir Ekonomi Kongresi’yle oldukça
liberal bir siyaset biçildi. Devlet burjuvazinin güçlenmesi için elverişli
koşulları “dolaylı” yoldan sağlamayı üstlendi.
Ne var ki, ülkede yeterli
sermaye birikiminin yokluğu ve 1929 bunalımının etkileri,
1932’de burjuva devletini ekonomiye doğrudan katılmak, “devletçilik”
(etatizm) siyasetini izlemek zorunda bıraktı.
Emperyalizmle
bağlarını hiç öldürmeyen burjuvazi 1950'ye gelirken, yüklü bir
sermaye birikimi sağlamıştı. Büyük burjuvazi ve
bağlaşığı olan büyük toprak sahipleri bu dönemde
emperyalizmle iyice kucaklaştılar.
Özellikle 1950 sonrasında
Türkiye'de hızlı bir ekonomik gelişme yaşandı, ancak
bu gelişmeye büyük dengesizlikler eşlik etti. Bu dönemde,
emperyalizmle işbirliği içinde büyük burjuvazi hafif endüstri
temelinde hızla tekelleşme yolundan yürüdü. Devletçilik siyaseti,
sermaye birikimi mekanizmasını harekete geçirme işlevini
tamamlayınca bırakıldı. Ama devletin ekonomik eylemleri
yokolmadı. Devlet bu kez, büyük sermayenin finans-kapitalleşme
sürecinde etkin rol almaya başladı.
Kapitalizm Türkiye'de serbest
rekabetçi dönemi yaşamadan daha
baştan tekelci olarak gelişti. Bankalar, devlet ve yabancı
sermaye ile birlikte, tekellerin doğuşunda ve gelişmesinde en
önemli rolü oynadı. Bu nedenle tekelleşme sürecinin kendisi banka ve
endüstri sermayesinin içiçe geçme, yerli finans-kapitalin ortaya çıkma süreci oldu. Bu süreç, 1960'larda ülke ekonomisinde
tekellerin ağırlık kazanmasını, 1970'lerde
finans-kapital egemenliğini getirdi. Aynı zamanda sermaye ve mal
ihracı olarak dışa açılma, emperyalistleşme
gereksinimi ağırlık kazandı.
1960-70 dönemi, finans-kapitalin
egemenlik kurma çabalarıyla belirlenir. Bu dönemde, yeniden planlama ve
genel olarak hızla artan devlet işletmeleri gözlenmektedir. Devlet,
banka, endüstri, yabancı sermaye, ``ordu'' sermayelerinin karması
kuruluşlar ortaya çıkmıştır. Türkiye'de ordunun üst
katlarını tutmuş militarist klik, finans-kapitalle
kaynaşmıştır.
1970'lerde devletin rolü nitelik
olarak farklıdır. Bu yeni
aşama, tekellerle devletin her geçen gün biraz daha içiçe geçmesi,
kaynaşması, devletin tekellerin eline geçmesiyle belirlenir.
Tekellerin gücüyle devletin gücü tek bir
mekanizmada bütünleşmiştir. Devlet, tekelci sermayenin genişletilmiş yeniden üretim sürecinde somut görev üstlenmiş, bu sürecin en önemli parçası olmuştur.
Finans-kapital, Türkiye'deki
orta gelişmiş tabanın üzerinde doğmuş, o tabanı
kendi çıkarlarına bağımlı
kılmıştır.
Bugün Türkiye’de
finans-kapitalin yanısıra yaygın bir küçük ve orta kapitalist ve
ondan da yaygın bir küçük burjuva üretim vardır ve bu sonuncusu,
ülkenin orta gelişmişliğinin önemli bir göstergesidir.
***
Emperyalist işgalcilerin
kovulmasına bir köylü devrimi eşlik etmediği için, tarımda
kapitalizmin gelişmesi evrimci yoldan oldu. Köylülük, bir
karış toprak parçası üzerinde didinerek, sancılı bir
süreç içinde ayrışmaya bırakıldı.
On dokuzuncu yüzyıldan bu
yana sürmekte olan Prusya tipi kapitalistleşme ile, endüstride
yaşanan süreç, kabaca 10 yıl geriden tarımda da izlendi. 1950'lerde
kapitalist gelişme yolunda bir patlama geçiren ülke tarımına
asıl gelişme 1960'larda geldi. Bugün tarımda da kapitalist
üretim ilişkileri egemendir. Finans-kapital tarıma da
dalmış, Türkiye tarımında tekelleşme oldukça
ilerlemiştir.
Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’da yarı-feodal kalıntılar yer yer sürmektedir. Ancak
kapitalizm bu ilişkilerin hepsini kendi işleyişi içine
almış, böylece sömürüsünü iyice
barbarlaştırmıştır.
2.2.
Türkiye'de devlet-tekelci kapitalizminin sonuçları
Türkiye'de devlet-tekelci
kapitalizmi oluşumu Batı'daki sonuçları doğurmuyor.
Emperyalist ülkeler geçmişte emperyalistleşme yoluyla iç
savaşı, kapitalizmin yıkımını önlediler, ama bu
sonuç Türkiye için geçerli değildir.
Dünya emperyalist sisteminin
bugünkü gelişme aşamasında, Türkiye'nin
emperyalistleşebilmesi çok güçtür. Yapılan kısıtlı
``sermaye ihraçları''yla da Türkiye, ``emperyalizmin atlama tahtası''
olmaktan öteye geçememektedir.
Olgunlaşmış ama
gerçekleşmemiş olan ``emperyalistleşerek sorunları çözme''
isteği gerçekleşse de ülkeyi bir alt emperyalist ülke olarak yeni
karmaşık çelişkiler içine sokacak bir istektir. Türkiye
finans-kapitali varlığını sürdürebilmek için asıl
olarak ülke içinde sömürüyü aşırı yoğunlaştırmak,
bu arada iyice keskinleşen sınıf çelişkilerini de
``bastırmak'' zorundadır.
Yaygın küçük üretim
tabanı üzerinde devlet-tekelci kapitalizminin ekonomiye egemen
olduğu, finans oligarşisinin devleti elinde tuttuğu,
emperyalistleşme gereksiniminin karşılanmadığı,
üstelik yerli tekellerle içiçe geçmiş emperyalizmin her yoldan
sömürdüğü ve askersel güdümü altında tuttuğu orta derecede
gelişmiş bir ülke olan Türkiye, ekonomik, toplumsal ve siyasal bunalımların
kıskacından kurtulamaz. Türkiye'de kapitalizm çıkmazdadır,
devrimle çözülebilir bir durum süregendir.
Böyle bir ekonomik yapı
sürekli olarak totaliter, faşizan, faşist rejimler üretmekte,
kısa süreli yaşanan ``demokratik'' aralar ise burjuva anlamda bile
güdük bir demokrasi olmaktan öteye gitmemektedir.
Kapitalizmin çerçevesi içinde ya
emperyalistleşme, ya çürüme. Komünistlerin buna yanıtı: ``Ne
emperyalistleşme, ne çürüme, Sosyalizm''dir. Sosyalizm Türkiye'de üretim
güçlerinin gelişmesinin önündeki engeli aşmak için gereklidir.
Emperyalizm ve yerli finans-kapital
bağımlılığından kurtulmadan Türkiye'de gerçek bir
gelişme yolu açılamaz. Türkiye emperyalizmin zayıf halkası olmaktan kurtulamaz.
Türkiye'de orta yollar
geçicidir. Türkiye toplumunun önünde iki yol vardır. Ya halkın
aşırı sömürüsünü garanti altına alan baskıcı
rejim, ya halkın devrimci
enerjisini seferber ederek sorunlarını çözecek devrim.
3. Türkiye'de devrimin karakteri
3.1.
Devrimci aşama: İleri demokratik halk devrimi
Kapitalist bir ülke olan
Türkiye'nin önündeki toplumsal devrim aşaması sosyalizmdir.
Türkiye'de sosyalizmin maddi
önkoşulları belirli bir düzeyde vardır. Bu
önkoşullar en somut anlatımını devletin ekonomideki rolünde
ve devlet-tekelci kapitalizmde bulur.
Devrimin ilk ve temel sorunu iktidar
sorunudur
Türkiye'de ana düşman yerli finans oligarşisi ve emperyalizmdir.
Türkiye devriminin önündeki adım, halk sınıflarının
savaş birliği ile bu düşmanı erkten alaşağı
edecek, iktidarın sınıf karakterini değiştirecek siyasal devrimdir.
Türkiye'nin somut
koşullarında partimizin ileri
demokratik halk devrimi olarak adlandırdığı bu devrim her
siyasal devrim gibi demokratik bir devrimdir. İDHD'nin amacı,
nesnel mantığı toplumsal devrime yolu temizlemek, kesintisiz bir
süreç içinde sosyalizme açılmaktır, toplumsal ruha sahip bir siyasal
devrim olmaktır.
Bu nedenle, işçi
sınıfının toplumsal devrimdeki ilk adımı,
kendisini yönetici sınıf konumuna yükseltmektir. Bu da demokrasi
savaşımını kazanmak demektir.
Siyasal devrim gerçek demokrasi
sorunudur
Türkiye'de yaşamın her
alanında demokratikleşme,
toplumsal gelişme için kesin bir zorunluluk olmuştur. Ülkemizde
anti-feodal çerçeveden çoktan çıkmış olan demokrasi
savaşımı artık ancak kapitalizmden sosyalizme geçiş
olan bir üst çerçeve içinde verilebilir.
Türkiye'de siyasal devrim sorunu gerçek demokrasiyi yerleştirme
sorunudur.
Kapitalizm, demokratik
dönüşümlerle değil, ekonomik-toplumsal devrimle
yıkılabilir. Ancak, demokrasi kavgasını başarıyla
vermeyen bir işçi sınıfı halkın öncülüğünü
kazanıp İDHD'yi gerçekleştiremez. Dolayısıyla,
toplumsal devrime de yürüyemez. Siyasal devrimin
başarılabilmesi, devrimin ardından yeni bir devletin
kurulabilmesi halkın çoğunluğunun devrim sürecine ve devlet
işlerine aktif katılımını gerektirir.
Siyasal devrimin toplumsal
devrime ilerleyebilmesi de demokrasiyi geliştirmeyle doğrudan
bağlıdır. Kapitalizm, üretim araçları üzerinden özel
mülkiyeti kaldırmadan yıkılmaz. Üretim araçlarının
yönetimi için tüm halkı devletin demokratik örgütlenmesi içinde seferber
etmeden bu alanda hedeflerimizle tutarlı sonuçlara ulaşılamaz.
Neden ``ileri demokratik'' ve neden
``halk devrimi''
Her siyasal devrim, demokratik
bir devrimdir. İçeriği, hangi sınıfın devrimi
olduğuna göre değişir. ``Burjuva demokratik devrimin
içeriği, ülkenin toplumsal ilişkilerinin (sistemlerinin,
kurumlarının) feodalizmden arınmasıdır.'' İleri
demokratik halk devriminin, kapitalizmin önündeki engelleri temizlemek gibi bir
görevi yoktur. O, finans-kapitale karşıdır.
"Burjuva demokratik"
devrim genel olarak orta burjuvazinin, özellikle kır burjuvazisinin de
işine yarar. İlerici demokratik halk devriminin böyle bir işlevi
yoktur.
Bunlar ileri demokratik halk
devriminin ileri içeriğini
gösterir.
Devrimimizi gerçek bir ”halk'' devrimi yapan temel özellik
şuradadır: İDHD'nin canalıcı hedefi, siyasal devrim
aşamasında burjuva devlet aygıtının
parçalanmasıdır. Kapitalizm koşullarında, burjuvazinin
bürokratik askersel aygıtının parçalanması, her devrimi gerçek halk devrimi yapan ilk koşuldur.
(ÇIKTI: Devrim iktidarının
sınıf karakterini işçi sınıfının bilinci ve
örgütlülüğü belirleyecektir
İDHD'nin ilk adımda gerçekleştireceği dönüşümler programı, kapitalizmin teorik
çerçevesini aşmayan ama pratik çerçevesini aşan demokratik bir
programdır.
İDHD programı, bu
nedenle hâlâ sosyalizm değildir ama işçi sınıfı
hegemonyasındaki iktidar altında artık kapitalizm de değil,
sosyalizme doğru dev bir adımdır. İşçi sınıfı
hegemonyasında İDHD ile toplumsal devrim, tek bir devrimin iki anıdır.
Türkiye'de proletarya ülkenin
somut durumunun belirlediği bağlaşıklıklar içinde
iktidarı alacaktır. Her devlet (diktatörlük) bir iktidar blokudur,
ancak her devlet tek bir
sınıfın diktatörlüğüdür. İki sınıfın
birlikte iktidarı geçici bir
durumdur.
Proletarya
hegemonyasını sağlayamamış bir siyasal devrim
toplumsal ruha sahip olamaz. Ya sınıf güçlerinin yeniden
gruplaşması yolundan proletarya hegemonyasının
güçlenmesiyle proletarya diktatörlüğünün bir çeşidine dönüşür,
ya kazanımlarını burjuvaziye teslim eder.
Çağımız
kapitalizmden komünizme geçiş çağıdır ve bu geçiş
çok değişik biçimler
gösterecektir. Proletarya iktidarı alırken,
bağlaşıkları ülkenin durumuna göre
değişebileceği gibi, dünyanın durumuna göre de
değişebilir. Türkiye işçi sınıfı, ülkenin
yapısı ve dünya koşullarına göre belirlenen
bağlaşıklıklar içinde iktidarı alıyorsa bu
proleter devrimdir, proletarya diktatörlüğü kurulur.
Türkiye'de tarihsel
olarak kapitalizm altında çözülmüş olması gereken sorunlar da
vardır. Bunlar proleter devriminin açınım kazanması, tüm
halkın ayağa kalkması için kaldıraç olacaktır.
Orta derecede gelişmiş
bir ülke olan Türkiye'de proletarya devrimi yalnızca işçi
sınıfının ve yoksul kır-kent emekçilerinin değil,
tüm orta sınıfın (küçük
burjuvazinin) da çıkarlarını temsil edecektir.
3.2.
Sınıfların konumu ve devrimde halkın birliği
Türkiye halkının ana
düşmanı yerli finans-kapital, emperyalizmle organik olarak
bağlıdır. Bu bağlılık, uluslararası
kapitalist işbölümü ve ekonomik zorunluluklar içinde ortaya çıkar.
Geneliyle Türkiye burjuvazisi
tekeller üzerinden yürüyen bir ilişkiyle emperyalizme
bağımlıdır. Türkiye sermayesi (tekelci ve tekeldışı)
emperyalist finans-kapitalin genişletilmiş yeniden üretim sürecinin
parçasıdır.
Bunun sonucu, yerli burjuvazinin
elinde toplanan artık değerin bir bölümünün emperyalist sermayeye
transferidir, ki bu, yerli burjuvazi ile emperyalizm arasındaki çelişkilerin ekonomik temelidir.
Türkiye burjuvazisinin
emperyalizme bağımlılığının
mekanizması, burjuvazinin çeşitli gruplarını
değişik biçimde etkilemektedir. Türkiye'de emperyalizme
bağımlı kapitalizm derinleştikçe, hem kendi içinde, hem
uluslararası alanda işbölümü ve entegrasyon ilerledikçe, burjuvazinin iç çelişkileri de giderek iç ve
dış tekelci sermayenin içindeki çelişkilerin izdüşümü
olarak ortaya çıkmaktadır.
Tekelci sermaye ile
tekeldışı sermaye tekelci kapitalizmin egemen olduğu
yapının parçalarıdır. İkisi arasında
çelişkiler olduğu gibi, yarar ilişkisi de vardır.
Aralarındaki çelişkiler bu yarar ilişkileri içinde
doğmaktadır.
Bu durum,
tekeldışı sermayenin bir bütün olarak tekelci sermayeye
karşı direnişini olanaksızlaştırmış, siyasal birliğini kırmıştır.
Türkiye'de
tekeldışı burjuvazi devrimci
değildir, devrime karşıdır. Halk
sınıflarının saldırısı şiddetlendikçe,
bu kesimin daha büyük bölümü giderek daha aktif biçimde karşı-devrim
saflarına geçecektir.
Türkiye'de
tekeldışı burjuvazi demokrat
değildir. Türkiye'de liberalizm ile demokratlık birbirinden
ayrılmıştır. Tekeldışı burjuvazinin
liberalizmi tekeller karşısında nefes alabilme isteğinden
doğar ve hem ekonomik, hem de siyasal alanda iyi örgütlenmiş bir
kurallar sistemi (yasalar vb.) isteğinde somutlaşır.
Türkiye'de
tekeldışı burjuva liberalizminin demokratlıktan
ayrılmış oluşunun göstergeleri, onun emperyalist siyasete
olan gönüllülüğü, tekellere ve dolayısıyla faşizme
karşı tutarlı bir savaş vermekten uzak oluşu, Kürt
halkına karşı şövenist tutumudur.
Türkiye'de
tekeldışı burjuvazi anti-emperyalist
de değildir.
Tekeldışı
burjuvazi sömürülen değil, sömüren bir kesimdir.
Türkiye'de
tekeldışı burjuvazinin bu özelliklerini görmek, onu tekelcilerle
aynı kefeye koymak değildir. Tekeldışı burjuvaziyle
emperyalizm ve tekelci burjuvazi arasında önemli çelişkiler
vardır ve bunların toplumsal siyasal yaşamda
oynadıkları bir rol de vardır.
Tekeldışı
burjuvaziyle sınırlı ve
geçici uzlaşmalar yapılabilir. Ancak, böyle
uzlaşmaların ``anti-tekel, anti-emperyalist''
bağlaşıklık gibi bir anlamı yoktur.
Sınıf savaşı
çözümleyici ana yaklaştığı zamanlarda, egemen
sınıf içinde, hatta baştan sona tüm eski toplum içinde çözülme
öyle belirgin bir durum alır ki, egemen sınıfın küçük bir
bölümü sınıfıyla bağlarını koparıp,
geleceği elinde tutan sınıfa katılır. Bu tarihsel
yargı Türkiye için de doğrudur. Ülke devrim anına
yaklaştıkça tekeldışı burjuvazinin çoğunluğu
ve etkin siyasal güçleri karşı-devrim safında aktif yer
alırken, küçük bir kesim halk saflarına geçecektir. Bu gerçek ne
genel yargıyı değiştirir, ne de komünistlerin siyasetlerini
bu kesim üzerinde kurmalarını gerektirir.
Komünistlerin
tekeldışı burjuvaziye karşı taktiğinin birinci ve temel yönü onu halk
sınıflarından soyutlamak, ikinci yönü, onu ana düşman olan tekelci burjuvazi ve emperyalizmden tarafsızlaştırmaktır.
Türkiye’de kırsal
alanlarda olduğu gibi kentlerde de yoğun bir küçük burjuva
yığın bulunmaktadır. Bürokrasi ve aydınların
büyük çoğunluğu küçük burjuvazi kapsamı içinde yer
almaktadır.
Finans-kapitalin üstünde
durduğu tabanı, küçük ve orta üretimi çıkarına uygun yönde
biçimlendirmesiyle, geleneksel küçük burjuvazi hızla erimekte,
proleterleşmektedir. Öte yandan, eriyen geleneksel küçük burjuvazinin
yerini yenisi ve finans-kapital ağı içinde örgütlenmişi
almaktadır. Bu iki yönlü etki, küçük burjuvazi içinde çelişkili
süreçler yaratmaktadır. Genelinde tekelci burjuvazinin bu sınıf
üzerine etkisi bunaltıcıdır.
Küçük burjuvazi ara
sınıftır, sallantılıdır. Burjuva etkilenmelere
her zaman açıktır. İdeolojik saldırılardan, siyasal
baskılardan etkilenir. Tam ve tutarlı demokratlıktan
uzaktır. Ancak tüm burjuva iktidarlar da bu sınıfın
ekonomik-demokratik haklarına saldırmakta, hızla
mülksüzleşmeye itmektedir. Bu, küçük burjuvazinin devrimci potansiyelini
belirler.
Türkiye'de kent ve kır
küçük burjuvazisi (Kürt halkının geniş bölümü de içinde olmak
üzere) nesnel olarak halk sınıflarının özgürce örgütlenebilecekleri
bir demokrasiden yanadır.
Küçük burjuvazi devrimimizin
temel bir sorunudur. İşçi sınıfı küçük burjuvaziyi
kendi yanına kazanmadan devrimi gerçekleştiremez. Bunun için, küçük
burjuvazinin tekellere ve emperyalizme karşı olan çıkarlarını
savunmak, geniş küçük burjuva yığınlar üzerindeki burjuva
etkileri kırmak sonuç belirleyici önem taşır.
Kapitalizmin iki temel
sınıfından biri, tüm zenginliklerin gerçek
yaratıcısı olan işçi sınıfı, Türkiye'de
sayısal olarak en büyük sınıftır. Ayrıca üretimde
tuttuğu yer nedeniyle toplumdaki ağırlığı
sayısıyla da ölçülemez denli büyük olan, kapitalizmin tek devrimci
sınıfıdır.
Tarım işçileri de
içinde olmak üzere Türkiye işçi sınıfı devrimin ideolojik,
siyasal, örgütsel, askersel öncüsüdür. Ülke koşulları buna bunu
gerektirmektedir.
Finans oligarşisi
emperyalizmle bir olmuş, tüm ülkeyi sömürüyor. Buna karşı
endüstri proletaryası tüm
sömürülenlerin hakkını savunma, onlara kurtuluş yolunu
gösterme ve kurtuluş için ortak savaşı yönetme görevini,
toplumsal gelişmenin bayrağını taşıyor.
Türkiye proletaryası
yalnızca kendi çıkarlarını savunarak, dört bir yanında
yürüyen haksızlığa, sömürüye, zulme seyirci kalarak tarihsel
görevini yerine getiremez. Onun tarihsel gücü, her çeşit
baskının, ezginin, sömürünün ardıcıl düşmanı
olmaktan gelmektedir. İşçi sınıfının bu can
alıcı görevini kavraması ve yerine getirmesi, devrim sürecinde
proletarya hegemonyasını kurması anlamına gelir.
Proletarya hegemonyası ve birlik
İşçi
sınıfının gerçek siyasal birliği, onun kendi partisi
olan, Marksizm-Leninizm ve proletarya enternasyonalizmi temelinde
çalışan komünist partisinde, onun sınıf siyaseti çevresinde
oluşur.
Proletarya hegemonyası,
işçi sınıfının iradesini öteki sınıf ve
katmanlara benimsetmesidir. Bu, yaşamda, işçi sınıfı
partisi ve onun çevresini saran örgütler aracılığıyla
gerçekleşir.
TKP'yi, onun savaş yolunu
olabildiğince geniş yığınlara maletmek, işçi
sınıfı hegemonyasını sağlamanın en önemli
aracıdır.
İşçi
sınıfının hegemonyayı sağlaması,
yığınların önüne geçebilmesi için, varolan güçlerin tutarsızlığını yığınlara gösterebilmesi, kendisini ayırabilmesi gereklidir.
Bağlaşıkların
yetersizliğini yığınlara göstererek onların gerçek
sınıf kavgasına yönelmelerini sağlama, aynı zamanda
devrimi ilerletme sorunudur.
Hegemonya ile birlik
çelişmez. Tam tersine hegemonyayı gerçekten sağlayacak güç
olmadan kalıcı birlikler kurulamaz. İşçi sınıfının
başı çekecek güçte olması, başarılı birlik için
baş koşuldur.
4. İleri demokratik
istemler-devrimci dönüşümler
4.1.
İşçi sınıfının acil istemleri
Türkiye'de bir yandan
devlet-tekel bütünleşmesi, öte yandan finans-kapitalin genel olarak ``zor
kullanma'' eğilimi nedeniyle, ekonomik savaşımların nesnel olarak siyasal nitelik
alış süreci hızlanmıştır. Bu durum, işçi
sınıfımızın, ekonomik-siyasal savaşım
bütünlüğünü daha derinden kavramasında kolaylıklar
getirmektedir.
İşçi
sınıfımız yoğun bir sömürü ve zorbalık
altındadır. Sömürü oranı, ileri kapitalist ülkeler sömürü
oranından çok daha yüksektir.
Kapitalizmin işçi
sınıfının durumunda ``göreceli kötüleşme'' yasası
Türkiye'de açıklıkla işlemektedir.
Türkiye'de işçi
ücretleriyle işgücü değeri arasında büyük bir uçurum
vardır. Resmi asgari ücret niteliksiz işgücü değerinden daha
düşüktür ve tüm ücretleri geri çekici etki yapmaktadır. Üstelik,
resmi asgari ücretin uygulamaya girmediği geniş kesimler vardır.
Bu bakımdan, hem genel uygulanması, hem niteliksiz işgücü
değerine uygun düzeyde saptanması için asgari ücret önemli bir
savaşım odağıdır.
İşçi
sınıfımızın iş koşulları da
aldığı ücret denli kötüdür. Türkiye, dünyanın en çok
iş kazası olan ülkeleri arasındadır.
Sigorta kapsamına giren
işçilerin büyük bir bölümü sigortasız, kaçak
çalışmaktadır. Onların durumları daha da kötüdür.
Bir de kaçak bile
çalışamayan milyonlarca işsiz vardır. İşsizlik
hem ücretlerin düşüklüğünde yansımakta, hem o düşük
ücretlerin bile işçi sınıfımızın yaşam
düzeyini olduğundan daha yüksek göstermesini getirmektedir.
Ekonomik-sendikal haklar için
savaşmak, işçi sınıfımızın
sağlığı, yaşamı, geleceği
açısından büyük önem taşımaktadır. Bu haklar
uğruna savaş sınıfın geri kesimlerini savaşa
çekmek için de güçlü bir araçtır.
Dünya pazarına
bütünlenmiş Türkiye’de de teknolojik gelişme üretimde zorunlu emek
zamanını azaltmaktadır. Bunun sonucunda iş saatlerinin
kısalması gerekirken, kapitalizmin kâr yasası insanlığın
önünde ufuk açan gelişmelerin çıkarları
doğrultusundakullanılmasını engelliyor.
Rasyonalizasyon-otomasyon en
başta yığınsal işten çıkarmalar anlamına
geliyor. İşçi sınıfının yedek ordusu hızla
büyürken, işli işçilerin ücretleri düşüyor, fazla mesai azalmadan
sürüyor. Sömürü derinleşiyor.
İşçi
sınıfı teknolojinin gelişmesine değil, faturanın
kendisine ödetilmesine karşı çıkar. 30 saatlik iş
haftası, işçi sınıfına sömürüyü ve işsizliği
sınırlama, kendi bedensel ve zihinsel gelişmesine zaman
ayırma ve pencereden bakan komünizmin önüne koyduğu görevlere daha
hızlı hazırlanma açısından engin bir olanak
olacaktır.
30 saatlik iş haftası
işçi sınıfının gündeminde en önlerde yer alan
yakıcı bir savağım odağıdır.
Komünistler ekonomik-sendikal
savaşım hedefi olarak kapitalizmin ve sınıf
savaşının ulaştığı gelişkinlik düzeyine
uyarlı hedefler gösterirler. İstemlerini burjuvazinin kabul
sınırları içinde tutmazlar.
Komünistler, zorba erk
yıkılmadan istemlerin kalıcı olarak elde
edilemeyeceğini bilirler. Tüm ekonomik-sendikal ve demokratik istemleri
devrim hedefine bağlarlar.
Ekonomik
savaşımın öneminin giderek arttığı
koşullarda işçi hareketinin önündeki acil istemler
şunlardır:
1. Tüm ücretli işçiler için
en çok altı saatlik işgünü. Tehlikeli ve
sağlığa zararlı işlerde işgününün dört ile
beş saat arasına düşürülmesi.
2. Tüm ücretli işçilere,
haftada 2 günün altına düşmeyen, kesintisiz hafta tatili.
3. Eşit işe eşit
ücret.
4. Bugünkü biçimiyle fazla
mesainin kaldırılması, zorunlu olduğu durumlarda çifte
ücret, gönüllülük ve kısa süre esasına oturtulması.
5. Asgari ücretin, niteliksiz
işgücü değerini yansıtması, bunun için iki çocuklu bir
ailenin fiziksel ve toplumsal-kültürel tüm gereksinimlerini dikkate
alması, net olarak saptanması ve tüm ücret belirlemelerinde ortak
taban alınması.
6. İşçilerin tam
sağlık ve sosyal sigortası:
a. Ücretli emeğin her türü
için,
b. Hastalık, yaralanma,
sakatlık, yaşlılık, iş hastalıkları,
doğum, dul kalma, yetimlik, işsizlik için,
c. Sigorta bedellerinin tümünün
kapitalistler ve devlet tarafından karşılanması.
7. İşverenin yasal
yükümlülüğü altında işçiler için meslek eğitimi.
8. Çocukların
çalıştırılmasının, 12 yaşından
başlayarak, yaşa göre günde 2-5 saat arasında
sınırlandırılması, eğitimle işin
eşgüdümünün sağlanması ve çocuk sağlığına
zararlı iş kollarında tümden yasaklanması.
9. İş ve
çalışma yaşamıyla ilgili uyuşmazlıklara bakan tüm
yargı ve hakemlik kurullarında işçilerin seçtiği temsilcilerin
bu kurulların çoğunluğunu oluşturacak şekilde yer
alması.
10. Tüm emekçilere grevli, toplu
sözleşmeli tam sendikal haklar tanınması, lokavtın
yasaklanması.
Çoğunluğu Batı
Avrupa'da olmak üzere, emperyalist ülkelere ucuz işgücü satmak için
gitmiş geniş bir Türkiye'li işçi yığını
vardır. Dış göç ulusal farklılıkları törpüleyen,
ulusal önyargıları kıran, Türkiye işçisini dünya işçi
sınıfına bütünleyen ilerici bir olgudur.
Ancak, Türkiyeli göçmen
işçilerin durumundan hem emperyalist ülke burjuvazisi, hem Türkiye
burjuvazisi yararlanmaktadır. Türkiyeli göçmen işçiler en düşük
ücretlerle ve en kötü koşullarda genellikle niteliksiz ve kötü işlerde
çalışmakta, yoğun bir sömürü altında bulunmaktadır.
Emperyalist ülke burjuvazisi bir
yandan hem göçmen işçilerin doğrudan sömürüsünden, hem onların
rekabetlerinin sonuçları nedeniyle yerli işçilerin artan sömürüsünden
büyük bir artı-değer elde etmekte, öte yandan işçi
sınıfının bölünmüşlüğünden kendi erkini sürdürmek
için yararlanmaktadır. Bu bölünmüşlüğü canlı tutmak için
yabancı düşmanlığını körüklemektedir.
Türkiye finans-kapitali
açısından Türkiyeli göçmen işçiler önemli bir döviz
kaynağı oluştururken, işsizlik vb. sorunları
hafifletmeye de yaramaktadır. Bu yüzden, Türkiye finans-kapitali göçmen
işçilerin Türkiye'ye dönmesine karşıdır, ama ``entegre''
olmalarına da karşıdır. Emperyalist ülke
işçileri ile Türkiyeli işçiler arasında bölünmüşlük ve
düşmanlık onun da işine gelir. O da Türkiyeli işçiler
arasında uluscu fikirlerin yayılması için
çalışmaktadır.
İşçi
sınıfı ``asimilasyon''a karşı değildir. Zora
dayalı olmamak koşuluyla entegrasyonu ilerici olarak
değerlendirir. İşçi
sınıfının ``ulusal kültürü'',``ulusal benliği''
korumak gibi bir sorunu yoktur. Onun belgisi demokrasinin uluslararası
kültürü, dünya işçi sınıfı hareketinin kültürüdür.
Türkiyeli göçmen işçiler
sorununda şu istemler tarihin hareketine ve dünya işçi
sınıfının çıkarlarına uygun olarak yükseltilmesi
gereken istemlerdir:
1. Göçmen işçilere yerli
işçilerle eşit ücret ödenmesi, Avrupa çapında ücret düzeylerinin
ve çalışma saatlerinin aynılaştırılması,
2. Göçmen işçilerin gittikleri
ülkede üç ay ikamet ettikten sonra, o ülkenin
vatandaşlığına geçebilme hakkını
kendiliğinden kazanmaları,
3. Bulunduğu ülkenin her
türlü siyasal (seçme-seçilme vb.), toplumsal haklarından eşit düzeyde
yararlanabilmesi,
4. Göçmen işçilerin
sayısı, ülkeye giriş-çıkışları, serbest
dolaşımları, ailelerinin getirtilmesi vb., konularındaki
tüm engeller ve kısıtlamaların kaldırılması.
Gençlik
halkımızın geleceğidir. Ülkemiz nüfusunun
yarısından çoğu 20 yaşın altındaki gençlerden
oluşmaktadır. Gençliğimizin büyük çoğunluğu halk
sınıflarından gelmektedir.
İşçi
sınıfının üzerindeki ağır sömürü,
sınıfın genç kesimleri üzerinde daha katmerlidir. Çocuk
emeği sömürüsü yaygındır. Genç işçiler her türlü sendikal
haktan yoksun asgari ücret, sigorta, vb. uygulamalarının
dışında tutulmaktadır. Çıraklık adı
altında, en kötü koşullarda çalışmaktadırlar.
Emperyalizme, faşizme
karşı eylemci bir geleneği olan yüksek öğrenim gençliğine,
burjuva devletinin gericileşmesi oranında saldırılar
artmaktadır.
Gençliğimiz için
şu haklar acil önem taşımaktadır:
1. Genç işçilere
işyerinden ücretli izinle eğitim hakkı,
2. Öğrenimle endüstriyel eğitimin
kaynaştırılması,
3. Her düzeyde parasız
eğitim, yaygın burs uygulaması, gençliğin
ihtiyaçlarına yanıt verecek ücretsiz yurt sağlanması,
4. Her isteyene yüksek
öğrenim olanağı.
5. Eğitimin gerici
içeriğinden arındırılarak toplumsal gelişmenin
gerekleri yönünde yeniden örgütlenmesi. Gençliğin eğitimin
planlamasına katılımı,
6. Üniversitelere tam özerklik
verilmesi, seçimle oluşturulmuş öğrenci temsilciliklerinin
öğrenim birimlerinin yönetimine doğrudan katılımı,
7. Tüm gençliğe ilk
adımda orta öğrenim zorunluluğu,
8. Gençliğin siyasal
yaşama aktif katılımının önündeki engellerin
kaldırılması ve seçme yaşının 16'ya, seçilme
yaşının 18'e indirilmesi,
9. Gençlik için tüm ülkede
yaygın spor ve kültür merkezleri ağının kurulması ve
bu merkezlerin gençlerin seçeceği temsilcilerce yönetilmesi, gençlerin
toplumsal hayatın tüm alanlarına aktif
katılımının sağlanması,
10. Ailesini yitirmiş, ya
da ailesiyle birlikte yaşamak istemeyen çocuk ve gençlerin tüm
gereksinimlerinin devletçe karşılanması, geleceklerinin garanti
altına alınması.
Kadınların ezilmeleri,
insanın insan tarafından sömürülmesiyle bağlı
olduğundan, sömürünün ortadan kaldırılması, kadınların
kurtuluşunun başlangıcı olacaktır. İşçi sınıfının ve
kadınların kurtuluşu bu nedenle birbirine
bağlanmıştır.
Kadın sorunu yalnızca
kadınların değil, erkeklerin de sorunudur. Kadın
eşitliğe ve özgürlüğe kavuşmadan erkek de eşit ve
özgür olmayacaktır.
Bilimsel teknolojik devrim ile,
kadının ekonomik ve toplumsal kurtuluşunun maddi temelleri daha
olgunlaşmıştır. Bu dev ilerleme sömürücü
sınıfın üretim araçlarının özel mülkiyeti ile birlikte
uyguladığı aile biçiminin ve kadına verdiği rolün,
siyasal ve toplumsal yaşamdan onları uzak tutuşunun her
biçiminin parçalanmasına olanak açıyor.
Ancak, işbölümü ortadan
kalkmadan, burjuva hakkın dar çevreni aşılmadan, yani hak
katkıya bağlı olmaktan çıkmadan kadın tam kurtulamaz.
Kadının gerçek kurtuluşu komünizmdedir.
***
Türkiye'de kadın toplumun
her alanında ``ikinci sınıf'' vatandaştır.
İşinde, evinde, okulunda, yasalar karşısında, her
zaman eşitsizlikle, haksızlıkla, ezgiyle karşı karşıyadır.
Kapitalizmin gelişmesiyle
birlikte kadının ekonomiye katılımında nicel ve nitel
bir gelişme olmuştur. Kapitalistlerle doğrudan karşı
karşıya gelmekte, kurtuluşunun öteki sınıf
kardeşleriyle birlikte savaşımından geçtiğini
yaşayarak görmektedir.
Kadınların
işçi-emekçi olmaktan kaynaklanan, sınıflı toplumlara özgü
sorunları, istemleri vardır. Bu özgül istemler işçi
sınıfının istemleriyle çelişmeyen, onlara boyut
kazandıran istemlerdir.
***
İleri demokratik
hak devrimi kadın sorununun çözümünde önemli bir adım olacaktır:
1. Kadınların yasalar
karşısında tam eşitliğinin sağlanması,
kadınları aşağılayan boşanma uygulaması,
meşru-gayrimeşru çocuk ayrımı, zina yasası vb, kaldırılması,
yeni medeni hukukun hak ve görevlerde tam bir kadın erkek
eşitliği anlayışı içinde yeniden yazılması,
2. Ekonomik, kültürel,
toplumsal, siyasal yaşamın her alanında kadın-erkek
eşitliği, fırsat eşitliği sağlanması.
Kadınların gece kurslarına, parti, sendika ve dernek
toplantı ve çalışmalarına katılmalarını
sağlayacak yatılı kreş, yuva ve ilkokullar
açılması ve kadının siyasal yaşama aktif
katılmasının önündeki engellerin kaldırılması,
3. Ülkenin somut
koşulları gözönünde bulundurularak, tüm yönetim, yasama ve yargı
organlarında, parti, sendika, meslek örgütü ve derneklerin karar
organlarında kadın ve erkeğin eşit oranda yer alması
için gerekli çalışma ve eğitimin gerçekleştirilmesi.
4. Ordu
dağıtılıp, yeni halk ordusu, halk milisleri kurulurken,
kadınların da katılımının sağlanması,
5. Ev işlerinin
toplumsallaştırılması için kollektif yemekhaneler,
kollektif çamaşırhaneler açılması,
6. Ev işleri ve çocuk
bakımı tam anlamıyla toplumsal bir karaktere sahip olana dek, bu
işlerin erkek ve kadın tarafından ortak yürütülmesi konusuna
gerek yasalarda, gerekse ideolojik eğitimde ağırlık
verilmesi,
7. Doğum kontrolü ile
hamilelik sürecini kaldırmanın, tüm kadınlara eşit ve
parasız bir hizmet olarak sunulması ve bu konularda yaygın
eğitim olanakları sağlanması,
8. Kadınların
kazançlarından kaybetmemek ve bedelsiz ilaç ve tıbbi yardım
almak koşuluyla doğumdan önce ve sonra 8'er haftalık süre için
işten serbest bırakılmaları,
9. Tüm kuruluşlarda
kreşler kurulması, emziren analara üç saati geçmeyen
aralıklarla, yarım saatin altına düşmeyen izin, böyle
anaların işgünlerinin 6 saate düşürülmesi,
10. Kadınları
aşağılayan her çeşit işin yasaklanması,
ayrıca kadınların çalıştıkları tüm
mesleklerin bu açıdan ele alınarak kadını
aşağılayan içerikten çıkarılması,
11. Fahişelerin topluma
yeniden kazandırılmaları ve üretime katılmaları için
özel önlemlerin alınması.
12. Gereksinimi olan
kadınların geçici olarak barınacakları koruma evlerinin
açılması.
4.4.
Küçük üreticiler ve kooperatifler
Kırda ve kentte küçük burjuvazi tarafından kurulan
kooperatifler bir yanıyla tekeller karşısında daha iyi
ekonomik konum kazanmaya yaramakta, bir yanıyla finans-kapitalin egemen
olduğu bir ekonomide tekellerin işine yaramakta, nesnel olarak küçük
üretimi tekellerin tabanı yapmaktadır.
Komünistler küçük üreticinin
ekonomik örgütlenmelerinin ikili işlevinin bilincinde olarak buralarda
devrimci ajitasyon-propaganda yürütürler. Küçük üreticilerin ancak işçi
sınıfının öncülüğünde gerçekleşecek anti-tekel
devrimle kurtulabileceklerini, somut deneylerle birleştirerek
açıklarlar. Onların ve ekonomik örgütlerinin tekellere ve
emperyalizme karşı olan ve işçi sınıfının
savaşımına ters düşmeyen çıkarlarını
desteklerler.
İDHD ile, nesnel olarak
kapitalizme yarayan işlevinden soyunacak olan üretim ve tüketim
kooperatiflerini devlet düşük faizli kredi, ucuz tarım girdileri ve
makinalar ve istikrarlı bir fiyat politikasıyla teşvik edecek,
kooperatifsiz üretici kalmamasını sağlayacaktır.
Bunların tekellere ve devlete olan borçlarını silecek,
ağır vergi yükünü kaldıracaktır. Küçük üreticilerin
mallarının pazarlanması devlet tarafından güvence
altına alınacaktır.
Alevilik, tarihimizde ezilen
yığınların haksızlığa karşı
başkaldırı bayrağıdır.
Alevi-Bektaşi yolu özünde
insan sevgisidir. Tüm insanlar kardeştir, ortak bir yurt olan dünya tüm
insanlığın ortak kullanımı içindir. Bu nedenle din,
dil, ırk, renk ayrılıkları yersizdir.
Bir çeşit köylü sosyalizmi
olan Alevilik, ülkemizde sosyalizmin dünüdür, Türkiye işçi
sınıfının atasıdır.
Aleviliğe yönelik
demokratik istemlerimiz
İşçi, köylü, yoksul
insan Sünni de olsa, Alevi de olsa, sınıfsal konumundan ötürü
ezilmektedir. Öte yanda, Aleviler bir de inançları yüzünden
ezilmektedirler.
Türkiye Cumhuriyeti gerçek laik
bir devlet değildir. Sünnilik devlet yapısı içindedir. Tüm
camiler, imam hatip okulları ve ilahiyat fakülteleri, Diyanet İşleri
Başkanlığı ve Eğitim Bakanlığı
aracılığıyla bu merkezi yapının
parçalarıdır.
Laik bir devlet ve toplumsal
ilişkiler ağı yaratabilmek için şunlar
sağlanmalıdır:
- Cemler ve öteki Alevi
inanç ve davranış biçimleri üzerindeki tüm yasaklar, baskı ve tehditler
kaldırılmalıdır. Cem ve kültür evleri
açılmalıdır.
- Tüm devlet-din ve
eğitim-din birliği kaldırılmalıdır. Diyanet
İşleri kapatılmalı, merkezi hiyerarşi
dağıtılmalı, devletin eğitim sistemi içindeki imam
hatip okulları ve ilahiyat fakülteleri kapatılmalı, devlet
okullarında din dersleri kaldırılmalıdır. İsteyen
dinsel çevre, belli koşullara uyarak kendi okullarını
açabilmelidir.
- Devletin ne resmi, ne
gayrıresmi dini olmamalı, nüfus kağıdına otomatik
olarak “İslam” yazmak gibi uygulamalar kaldırılmalıdır.
- Her çeşit
düşüncenin, bu arada dinsel inançların da önündeki yasal engeller
kaldırılmalı, dinsel inanç özgürlüğü getirilmelidir. Ancak
gerçekten laik bir devlette bunun ayrılmaz parçası olarak anti-din ve
ateist düşünce özgürlüğü de sağlanmalıdır.
- Dinsel örgütlenmeler, camiler
vb., yalnızca inananların mali katkılarıyla
yaşamalıdır. Öte yanda, toplanacak bu gönüllü katkılardan
vergi de alınmamalıdır. Din görevlileri hizmet verdikleri
bölgenin inananları tarafından seçilip göreve getirilmeli ve
ücretleri de onlar tarafından karşılanmalıdır.
- Alevilerin cenazelerini kendi
törelerine göre kaldırmalarının önündeki tüm baskı ve
engeller kaldırılmalıdır.
- Alevi inanç ve geleneklerini
aşağılayıcı saldırılar, yalanlar vb. en
ağır cezayı gerektiren insanlık suçları
sayılmalıdır.
Tüm eğitim ve öğretim
sisteminin gerici Sünni vurgudan kurtulması için, tüm kitapların
yalanlardan arındırılarak yeniden yazılması için,
gerçekten laik ve bilime dayalı bir eğitimin yerleşmesi için
savaşım vermeliyiz.
- Aynı baskılar
işyerlerinde, özellikle devlet sektöründe, memurlar arasında da
yaygındır. Rahat nefes alınabilen tek yer işçilerin
arasıdır. Bu baskıların kalkması yolunda mücadele
verilmelidir. Toplum çapında fırsat eşitliği sağlanmalıdır.
- Alevi toplumunu özüyle,
Hacı Bektaş düşüncesiyle uygun bir zeminde
geliştirebilecek, danışma nitelikli bir kurul
oluşturulmalıdır. Bu kurulda, her biri bir ocağı
temsilen gelen 12 Dede, Bektaşiliğin düşünsel
kaynaklarını hakkıyla bilen bilim adamları, Alevi özünü
dinsel çarpıtmaya boğmadan yaymakta olan ünlü halk ozanları,
Hacı Bektaş soyu Çelebilerin başıyla birlikte yer
almalıdır. Bu kurul düşünsel ve örgütsel konularda topluma
raporlar, öneriler sunmalıdır.
Alevi
toplumunun, Türkiye'de karşı karşıya olduğu sorunlarla
savaşmak işçi sınıfının temel görevleri
arasındadır. Alevilik sorunu, bir din sorunu değil, temel insan
hakları ve demokrasi sorunudur.
Ulusal baskının, ezilen
ulusların varlığı, emek-sermaye çelişkisini
bulandırır, gözlerden saklanmasını
kolaylaştırır, halklar arasına düşmanlık sokar.
Ulusal sorunun demokratik yoldan çözümü, uluslar arasındaki
düşmanlıkları ortadan kaldırmanın tek yoludur.
Ulusların kendi yazgılarını belirleme hakkına
saygı, toplumun demokratikleşmesi için zorunludur.
Komünistler, her türlü ulusal
eşitsizliğin, ulusal baskının,
ayrıcalığın düşmanıdırlar. Ezen ulus
şövenizmine karşı ezen ulus proletaryasının
enternasyonalist eğitimini vazgeçilmez bir görev sayarlar. Her türlü ezilen ulus dar görüşlülüğüne de
karşı çıkarlar.
Komünistler ulusal sorunda,
yaşanan anda varolmayan sorunları yapay olarak zorlamaz, tarihsel
gelişmenin önlerine koyduğu sorunları proletaryanın
çıkarları doğrultusunda çözmek için savaşırlar.
Türkiye'de ulusal sorun Kürt
sorunudur. Türkiye devleti sınırları içinde Kürt ulusu ezilen
ulustur. Türkiye Kürdistan’ı Türkiye'nin iç sömürgesidir.
Ulusal sorunda komünistlerin
ilkesi, ``ulusların yazgılarını kendilerinin belirlemesi''
hakkıdır. Bu hakkın özü, ayrılma, ayrı devlet kurma hakkıdır.
Ulusların kendi
yazgılarını özgürce çizme hakkını savunmak,
ayrılmayı savunmak anlamına gelmez. Ayrılma hakkının
öteki yüzü birleşme özgürlüğüdür. Pratikte ayrı devlet
kurulmasını destekleme, işçi sınıfının genel
çıkarları çerçevesinde belirlenir. Komünistler genel olarak
ulusların küçük ulusal devletlere parçalanmasını değil,
onların kardeşçe, her türlü ulusal baskıdan kurtulmuş
olarak gönüllü birliğinin sağlanmasını isterler.
Komünistler, Kürt sorununda
ayrılmayı değil özgür birleşmeyi istiyorlar. Ayrılma
özgürlüğünün olmadığı yerde birleşme
özgürlüğünden sözedilemeyeceğini biliyorlar.
Kürt komünistlerinin görevi,
Kürt ulusunun öteki uluslarla birleşme özgürlüğünü ve tüm ülkelerin
işçilerinin birliğini savunmak, ezilen ulus dar
görüşlülüğüne ve ulusçuluğa karşı
savaşmaktır. Bunlar, proletarya enternasyonalizminin yüklediği
görevlerdir.
Kürt sorunu Türkiye devriminde
kilit bir sorundur. Düşman ortaktır. Tek seçenek, tek bir devrim
hareketinde güçleri birleştirmektir.
Ayrılma hakkı da,
birleşme özgürlüğü de, ancak tam demokratik bir ortamda yaşama
geçebilir. Türkiye'de finans-kapital erki yıkılmadan Kürt halkı
kendi yazgısını özgürce çizemez. Kürt sorununun çözümü,
Türkiye'de ileri demokratik halk devriminin zaferinden geçmektedir.
Ulusal ve dinsel
azınlıkların hakları için savaş
Türkiye'de çok sayıda
ulusal ve dinsel azınlık süregen baskı altında
yaşamaktadır. Zor yoluyla Türkleştirme ve
İslamlaştırma-Sünnileştirme bu baskının
değişmez yönüdür.
Tüm ulusal ve dinsel
azınlıkların kendi kültürlerini, dillerini geliştirme, dinsel
inançlarını özgürce sürdürme haklarını, her çeşit
azınlık haklarını savunmak komünistlerin görevidir.
Sosyalizme açılan ileri demokratik halk devrimi, dinsel ve ulusal
azınlıkların haklarını da yaşama geçirecektir.
4.7.
Barışçı-bağımsız bir dış siyaset için
Emperyalizmin serüvenci
siyasetinin önüne set çekmek, dünya halklarının geleceğini
korumak için yürütülen barış savaşımı demokratik,
anti-emperyalist, enternasyonalist bir savaşımdır.
Ülkemizde egemen tekelci
burjuvaziye karşı savaş, emperyalizme karşı
savaşla içiçedir. Devletin baskı araçları emperyalist sistemin
bir bütün olarak çıkarlarını savunmaktadır. Bu sistemi oluşturan
bağlardan askersel bağa karşı savaş, ülkemizde sistemi yok etmek için verilen
ileri demokratik halk devrimi savaşına yığınları
hazırlayan genel demokratik bir savaştır. Ülkemizin
kasırgalı siyasal ortamında barış
savaşımı ile devrim savaşımı arasındaki
bağ, ileri kapitalist ülkelerde olduğundan daha somuttur.
Yığınların
barış istemini devrim hedefiyle bağlamak, kalıcı
barışın ancak dünya devriminin utkusuyla
sağlanabileceğini göstermek, haklı savaş
ayrımını yapmak komünistlerin görevidir.
Bir geçiş
kuşağı ülkesi olan Türkiye'de yayılmacı
eğilimlerin egemen olmaya başlaması, barış
savaşımının doğru yönlendirilmesinin önemini
arttırmaktadır.
Türkiye Komünist Partisi:
1. Burjuvazinin,
sosyal-şövenistlerin ve sosyal-pasifistlerin demagojilerini sergiler,
2. İlhaklara
karşıdır, ulusların ayrılma hakkı dahil tüm
hakların kabulü için çalışır,
3. Gerçek demokratik ve
kalıcı barışı devrimlerde arar.
“Kapitalist üretim teknolojiyi
geliştirir, farklı süreçleri bir toplumsal bütün halinde biraraya
getirir ama bunları ancak tüm zenginliklerin orijinal
kaynaklarını-toprağı ve işçiyi kemirerek yapar.”
Kapitalizmin üretim
anarşisinden, aşırı kâr güdüsünden, eşitsiz
gelişmesinden büyüyerek bugün “çevre sorunları” olarak
karşımıza çıkan sorunlar, başta işçi
sınıfı olmak üzere halkın, tüm canlıların
yaşamını tehdit ediyor.
Ozon tabakasının
delinmesi, “sera” etkisi, asit yağmuru gibi tüm insanlığı
acil olarak ilgilendiren sorunlar, ekonominin tüm dünya çapında merkezi ve
planlı olarak örgütlenmesi gerektiğini göstermektedir. Bu
yakıcı sorunlar, bireyciliğin ve onun türevi ulusçuluğun
gericiliğini ortaya sermekte ve insanlığı ya yok olmaya ya
da komünizme çekmektedir.
Durumdan doğrudan
etkilenenler sorunların bilincine vardıkça tepki artıyor, çevre
sorunları alanında da sınıf savaşımı
yükseliyor. Kâr için çevreyi kirleten burjuvazi, bu tepki
karşısında bazı göstermelik önlemler almaya
çalışırken, cazip bir pazar durumuna getirdiği çevre
endüstrisiyle de kârlarına kâr katıyor.
Çevre sorunları
bugün Türkiye'de birçok emperyalist ülkeden daha vahim boyutlardadır.
Denizler, nehirler, göller, toprak fabrika atıkları nedeniyle rengini
değiştirdi. İçinde yaşayan canlıların nesli
şimdiden tükenmeye başladı. İçme ve kullanma sularına
karışan fabrika atıkları insan
sağlığını doğrudan etkiliyor.
Ülkemizde çevre sorunları
en başta işçi sınıfının sorunu, önemi giderek
artan bir demokratik savaşım odağıdır.
Komünistler çevre
sorunlarının çözümünü devrime ertelemezler. Bu sorunların
kapitalizm altında kaderinin ya ihmal edilmek, ertelenmek, “çözümlenirken”
başka bir şekilde yeniden üretilmek ya da hiç çözümlenmemek
olduğunu, kapitalizmin somut pratiği temelinde sergilerler.
Çevre sorunlarının
kalıcı çözümüne giden yol, bir yanda işçi
sınıfının enternasyonal savaşımıyla, öte
yanda işçi sınıfımızın ve emekçi
halkımızın iş ve yaşam koşullarını
iyileştirme savaşımıyla doğrudan
bağlıdır.
En başta insan
sağlığı olmak üzere, işçi sınıfı ve
emekçi halkın doğal çevresini koruma savaşımı,
komünist partisinin ve sendikal hareketin acil görevlerindendir.
Devrim
sorunu nasıl demokrasi sorunu ise, demokrasi sorunu da başta devrim
sorunudur.
Anayasa,
devletin ve siyasal yaşamın örgütleniş biçiminin belgesidir.
Demokratik anayasa devrimle doğrudan bağlıdır.
Devlet aygıtının
örgütlenişinde demokrasi
1. Devlette üstün güç,
halkın seçeceği ve her an geri çağırabileceği
temsilcilerden oluşan halk meclisinde olacaktır.
2. Yetkin merkezi otorite ve
bunun yanında yerel organlara geniş özerklik
yaratılacaktır. Bu özerkliği güvence altına alacak maddi
kaynak, personel vb. sağlanacaktır.
3. Üst düzeyde devlet
görevlileri (yönetim, yargı, eğitim) seçimle göreve gelecekler ve
seçmenler bunları her an geri çağırma hakkına sahip
olacaklardır.
4. En yüksek devlet memurunun
aylığı nitelikli işçinin aylığını
geçmeyecektir.
5. Mahkemelerde halk
temsilcilerinin yer alması, yargılamada jüri sistemi getirilecektir.
6. Ordu
dağıtılıp yeni halk ordusu kurulacaktır. Yeni halk
ordusunun halktan soyutlanmaması, halkın dışında bir
güç olmaması için önlem alınacaktır.
7. Herkesin silah
taşıma hakkını yaşama geçirir biçimde halk milisi
örgütlenmesi sağlanacaktır. Silah üretimi ve
dağıtımı proletaryanın bilgisi ve denetimi
altında olacaktır. Ordu cephaneliklerinin tümü işçi
kollektiflerinin bekçiliğine devredilecek, fabrika ve işyerlerindeki
işçi kollektifleri tahrip gücü yüksek modern silahlara sahip
olacaktır.
8. Devletin tüm üye
uluslarının özgürce ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkı
tanınacaktır.
9. Resmi dil kavramı
kaldırılacak ve herkese kendi dilinde konuşma, yayın ve
eğitim hakkı sağlanacaktır.
10. Ülke bütününü ilgilendiren
çok önemli kararlarda halk oyuna başvurulacaktır.
11. Devlet işleyişinde
açıklık ilkesi güvence altına alınacaktır.
Siyasal sistemin örgütlenişinde
demokrasi
1. Çok partili sistemi kabul. TKP devrimden sonra da, çeşitli
sınıf ve katmanların varlığı ve hatta aynı
sınıf içinde farklı yanaşımlar olabileceği
nedeniyle çok partili sistemi kabul eder.
2. Çok partili sistemin
doğal sonucu olarak:
a) Devrim devletinin demokratik düzenine karşı
çıkmayan tüm partilere serbest çalışma hakkı
verilecektir.
b) Her partiye toplumda
sağladığı destek oranında basında, televizyonda,
radyoda yer sağlanacaktır.
c) Seçimlerde halkın
iradesine tam saygı gösterilecektir.
3. Seçim sistemi, tek dereceli
seçim, eşit genel oy hakkı (mahpuslar ve silah altındakiler
dahil), parti sistemine dayalı nispi temsil, gizli oylama açık
sayım ve her an geri çağırma hakkı ilkelerini içerecektir.
4. Devlet dışı
toplumsal örgütlenmelerin gelişmesi için somut özendiriciler
geliştirilecektir. Örneğin derneklere devlet yardım edecek,
toplantı yeri, yayın olanağı sağlayacaktır.
5. Demokrasi sürekli karar
oluşturma demektir. Toplumda her konuda serbest tartışmaya
olanak tanımak, azınlık görüşlerin çoğunluk haline
gelebilmesinin olanaklarını yaratmak için, belli oranda destek
bulmuş her görüşe devlet basımevlerinde görüşlerini basma
ve yayma hakkı tanınacaktır.
6. Toplumsal ve siyasal yaşamda açıklık ilkesi güvence
altına alınacaktır.
7. Kişi ve konut
dokunulmazlığı, özel yaşamın özelliği güvence
altına alınacaktır.
8. Düşünce ve inanç suçu
kavramı kaldırılacak, düşünce, söz, basın, toplanma
özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlükler güvence altına
alınacaktır.
9. Ölüm cezası ve insan
onuruyla bağdaşmayan tüm cezalar kaldırılacak, işkence
en ağır biçimde cezalandırılacaktır.
10. Ülke içinde ve
dışına gezi ve
yerleşme özgürlüğü güvence altına alınacaktır.
11. Kişisel ve kurumsal
dinsel inanç ve ibadet özgürlüğü, devletin laikliği güvence
altına alınacaktır. Devrim devleti dinsel kurum ve derneklere,
camilere hiçbir parasal, maddi yardım yapmayacaktır. Bu kurumlar
gelirlerini kendi sorunları olarak çözümleyeceklerdir.
12. Halkın egemenliğini
yokeden ya da sınırlayan tüm uluslararası antlaşmalar
yırtılacak, bu nitelikteki örgütlenmelerden
çıkılacaktır.
13. Devrimden sonra işçi
sınıfının ve halkın yararına imzalanacak
antlaşmaların, girilecek örgütlenmelerin halkın oyuna sunularak
bağlayıcılık kazanması ve belirli aralarla yeniden
halk oyuna sunulması, dolayısıyla ``gizli''
anlaşmaların olmaması sağlanacaktır.
1. Yerli ve yabancı
bankalar devletleştirilecektir.
2. Tüm yerli ve yabancı
tekeller bir sıra içinde devletleştirilecektir.
3. Sigortacılık,
toptan ticaret, dış ticaret, madenler ve maden çıkarma
endüstrisi, enerji üretim endüstrisi devletleştirilecektir.
4. Tüm haberleşme ve
ulaşım devletin elinde adım adım
merkezileştirilecektir.
5. Tüm topraklar üzerinde özel
mülkiyet kaldırılacak, büyük kapitalist çiftlikler devletçe
işletilecek, geri kalan topraklar isteyen tarım emekçisine ve
tarım kollektiflerine gereksinimi oranında kullanım hakkıyla
dağıtılacaktır.
6. Sendikalara, işçi
komitelerine işletmelerin tüm çalışanlarını denetleme
yetkisi verilecektir.
7. Sendikaların, ekonominin
örgütlenmesi ve denetimindeki yetki ve sorumlulukların giderek
artması güvence altına alınacaktır.
8. Önceden belirlenen bir plan
içinde devletin elindeki ekonomik işletme ve makinalar
arttırılacak ve işlenmeyen topraklar üretime
açılacaktır.
9. Yükseldikçe artan oranda
gelir vergisi getirilecektir.
10. Miras hakkı
sınırlandırılacaktır.
11. Sağlığı
elverişsizler ve emekliler dışında herkes için
çalışma zorunluluğu konacaktır.
12. Ticaret gizliliği
kaldırılacaktır.
13. Çek ve kredi kartıyla
ödeme yaygınlaştırılacak, özellikle varlıklılar
için yasal zorunluluk durumuna getirilecektir.
14. Devrim devletinin demokratik
düzenine başkaldıranların tüm mallarına el konacaktır.
15. Küçük üreticinin
kooperatifleşmesi, özellikle üretim kooperatifleri kurması
özendirilecek, küçük üreticiye en uygun koşullarda kredi olanakları
hızlı ve yaygın biçimde sağlanacaktır.
16. Önceden belirlenen bir plan
içinde tarım ile endüstri entegre
edilecektir.
4.11.
Demokrasi savaşımının ve ileri demokratik halk devrimi
programının mantığı
Komünist partisi, demokratik savaşımı
devrim savaşımına bağımlı kılar, demokratik hedefleri devrim hedefini akılda tutarak öne sürer.
Siyasal demokrasinin tüm önemli istemlerinin kapitalizm
altında kaderi uygulanmamak, ya da eksik uygulanmaktır. Komünistler
bu gerçekten kalkarak demokratik istemleri kapitalist düzenin verebileceği
düzey ile sınırlamak yerine bu gerçeği, demokrasi
savaşımını devrim hedefine bağımlı kılmanın somut tabanı olarak
görürler. Demokratik istemleri reformcu değil devrimci biçimde, burjuva legalitesinin sınırlarını
yıkıcı biçimde öne sürerler. Böylece,
yığınları hedefi burjuvaziyi alaşağı edip
mülksüzleştirmek olan savaşa gitgide daha kararlı ve geniş
olarak çekerler. İDHD'nin sonucunda uygulanması gereken program İDHD'nin
devrimci demokratik dönüşümleridir. Bu program ekonomik-toplumsal-siyasal
açılardan ana düşmanın belini kırmada ilk adım, halk
sınıflarının devrimci birliğini kurma ve korumada en
geniş çerçeve ve sosyalizme ilerlemede dev bir sıçramadır.
Siyasal devrim iktidar sorunudur, toplumsal devrim-sosyalizm ise uzun ve
tedrici bir süreçtir.
Toplumsal devrimin uzun bir
süreç olmasının nedeni, üretim araçları üzerinden özel
mülkiyetin bir hamlede kaldırılamamasıdır. Bunu yapabilmek
için, üretici güçleri bir hamlede ortak mülkiyeti olanaklı kılan bir
düzeye çıkarmak gerekir ki, bu zaman işidir. Proleter devrim toplumu
yavaş bir süreçle değiştirecek ve özel mülkiyeti, ortak
mülkiyete olanak veren üretim güçleri geliştiği oranda ortadan
kaldıracaktır.
Proletarya hegemonyasında
gerçekleşecek İDHD en başta demokratik bir anayasayı,
demokratik devleti ve böylelikle dolaylı yoldan proletaryanın siyasal egemenliğini getirecek, toplumu
demokratikleştirecektir.
Demokrasi ise, üretim güçlerinin
gelişme düzeyinin elverdiği ölçüde giderek genişleyen biçimde
özel mülkiyeti kaldıran, emekçilerin yaşam ve çalışma araçlarını sağlama alan
önlemleri uygulamaya koymanın aracı olarak kullanılmazsa,
işçi sınıfının bir işine yaramaz.
Doğal olarak programdaki
önlemlerin tümü bir anda uygulanamaz. Ancak her zaman biri ötekine yolu
açacaktır. Özel mülkiyete ilk saldırı ardından proletarya
daha ileri gitmek, tüm sermayeyi, tüm üretimi ve değişimi, tüm
ulaşımı devletin elinde giderek daha fazla
yoğunlaştırmak durumunda olacaktır. Bu önlemler adım
adım, üretici güçlerin gelişmesi oranında
gerçekleştirilecektir.
Böylece, proletarya siyasal
üstünlüğünü kullanarak sermayeyi burjuvaziden derece derece söküp alacak,
tüm üretim araçlarını devletin elinde merkezileştirecek ve
üretim güçlerini en hızlı biçimde geliştirecektir. Bu nedenle bu
önlemler, ekonomik olarak yetersiz gibi görünen, fakat kavganın
gelişimi içinde eski toplum düzenine yeni saldırılar gerektiren,
üretim biçimini tümüyle devrimcileştirmede kaçınılmayacak
önlemlerdir.
5. Sosyalist toplum ve sosyalist devlet
5.1.
Sosyalizm: Komünizme dönüşüm dönemi
Sosyalizm, tarihte
bağımsız yer tutan bir toplumsal-ekonomik yapı, bir üretim
biçimi değil, komünizmin alt aşamasıdır.
Sosyalizm, yaşanacak,
bitirilecek ve bir sonraki aşamaya geçilecek bir aşama değildir.
Kapitalizmden komünizme geçiş, proletarya diktatörlüğü altında,
sürekli ilerleyen ve genişleyen bir dönüşümdür. Sosyalizm, içinde kapitalist toplumun kalıntılarını
taşıyan komünizmdir.
Sosyalizm, genel olarak,
``işçi sınıfının iktidarı, üretim
araçlarının toplumsal mülkiyeti ve planlı ekonomi`` diye
tanımlanabilir.
Sosyalizmde sınıflar ve
sınıf savaşımı sürer
Sosyalizm döneminde en
başta kentle kır, kafa ile kol emeği arasındaki
çelişkilerde kendisini dışarı vuran işbölümü ve bu temel üzerinde sınıflar ve katmanlar,
bölgesel ve ulusal farklılıklar sürmektedir.
Sosyalizmin
sınıfları, üretim araçları karşısındaki
konumlarıyla, emeğin toplumsal örgütlenmesindeki rolleriyle ve gelir
dağılımı biçimleriyle farklılık
taşıdıkları için farklı sınıftırlar.
Sosyalizm,
sınıfların varolduğu, dolayısıyla sınıf
kavgasının sürdüğü bir
dönemdir. Ancak bu, komünizme gidiş sürecinde kişilikleri
değişmekte olan sınıfların kendine özgü
kavgasıdır.
Sosyalizm döneminde yaşanan
bu kendine özgü sınıf kavgasında uluslararası ve ülke içi
göçler dengesine ve izlenen
sınıf siyasetine göre, kapitalizme geri dönmek, yerinde saymak ve
komünizme yürümek olasılıkları vardır. Komünizmin ilk
aşaması sosyalizmden komünizme yürüyüş kendiliğinden bir
gelişme olmayıp, izlenen siyasal çizgiye ve geliştirilen aktif yığın demokrasisine
doğrudan bağlıdır.
Sosyalizm, farklı
çıkarlar temelindeki sınıflararası çelişkilerin
gelişmeyi hızlandıracak biçimde çözülebilmesinin nesnel temelini
yaratmıştır. Ancak, bu çelişkilerin zamanında görülüp doğru bir siyasetle çözülmesi
gerekir.
Sınıflar komünizmde
kalkar.
İlk aşamasında
komünizm ekonomik olgunluğa erişmiş, kapitalizmin
geleneklerinden ve kalıntılarından kurtulmuş değildir.
Bundan dolayı, komünizmin, ilk aşamada, ``burjuva hukukun dar çevrenini``
korur.
``Hak`` kavramı
(insanların neyi yapmaya, neyi istemeye ve neyi elde etmeye hakları
olduğu anlayışı) sosyalizmde ekonomik gelişmenin
yetersiz düzeyi nedeniyle sürer. Herkesin ancak topuma verdiği kadar
almaya hakkı vardır. Hak, katkıya
bağlanmıştır. Bu kısıtlamanın
aşılması emek üretkenliğinin yükselmesine
bağlıdır.
Sosyalist toplumun üretici
güçleri, ``herkese gereksinimine göre`` ilkesinin uygulanamayacağı
bir düzeyi temsil eder. Emeğin
farklılaşmışlığı sürdüğünden toplumsal
emek, doğrudan harcanan emek zamanı ile değil, ancak toplumsal olarak zorunlu ortalama emek ile ölçülebilir.
Bu nedenle değer
yasası sosyalist toplumda emek, doğrudan harcanan emek zamanı ile ölçüldüğü
zaman ortadan kalkacaktır.
Sosyalist devlet proletarya
diktatörlüğüdür
Sosyalizmin (komünizmin alt
aşamasının), içinde kapitalist toplumun
kalıntılarını taşıyan komünizm oluşunun
başta gelen göstergesi, bu dönemde devletin
varlığıdır.
Proletarya diktatörlüğü
(sosyalist devlet) iktidarı ele alışın belirli bir yolunun
dayattığı sorun değil, devlet olmaktan gelen gerçekliktir.
Devletin baskı rolü,
kapitalist sınıfın varlığıyla değil,
sınıfların varlığıyla bağlıdır.
Sosyalizm proletarya diktatörlüğüdür.
Bireyler arası
ilişkilerin toplumsal işbölümü yoluyla maddeleşmiş
ilişkiler durumunu alması ve bunların düzenlenme, baskı
gerektirmesi ancak bireylerin yeniden maddesel güçleri ve ilişkileri kendi
egemenlikleri altına almaları ve işbölümünü
ortadan kaldırmalarıyla ortadan kalkacaktır.
Toplumsal işbölümü ve
sınıflar sürdükçe, çalışma yaşamın başta
gelen zevki durumuna gelmedikçe, devlete (baskı rolüne) gereksinme
vardır. Hukuk, iş yasaları, mahkemeler, çalışma
disiplini, çalışma zorunluluğu, vb., zora dayalı emek demektir. Hak kavramının sürmesi bu
zoru anlatır.
Devleti yalnızca
düşman sınıflara karşı baskı olarak ele almak
doğru değildir. Devlet, topluma, toplumun tüm bireylerine
karşı bir soyutlamadır. Kendine egemen olan
sınıfın bireylerine karşı da zorlamayı temsil
eder.
Proletarya diktatörlüğü
işçi sınıfının kendi devletini kurmasından
komünizmin üst aşamasına dek uzanan süreyi kapsar. Bu sürede kendi
içinde değişimlere uğrar, ülke içi ve dışında
sınıf savaşının gelişmesine bağlı
olarak işlevi değişir.
Bu süreç, dünya ölçüsünde emperyalizmin
çökmesiyle yeni aşamalara büyüyecektir.
Dünya
proletarya diktatörlüğü, sosyalizmin her alanda emperyalizme üstün geldiği,
geri dönüşsüz egemenlik anınıdır. Tam da bu nedenle, bu
aşamadan önce hiçbir ülkede devlet ortadan kalkmaz.
Devletin kuruyup gitmesi de,
sınıfların ortadan kalkması gibi üretim güçlerinin dünya
çapında gelişmesi temelinde gerçekleşecektir.
Dolayısıyla komünizm ancak dünya çapında gerçekleşebilir.
Tek ülkede komünizm olmaz.
Proletarya diktatörlüğünün en uygun devlet
biçimi aktif yığın demokrasisidir. Her devlet gibi proletarya
diktatörlüğü de çok farkı biçimlerde örgütlenebilir. Proletarya
devleti çoğunluğun devletidir, dolayısıyla içeriğinde
en demokratik devlettir, ama biçiminde demokrasi de, çıplak diktatörlük de
(geçici süreler için) olabilir.
Proletarya diktatörlüğü
çoğunluğun çıkarlarını temsil eder. Demokrasi de
çoğunluğun yönetimidir. Yaşanan ortama, partinin izleyeceği
hatta vb. bağlı olarak içerikle biçim arası derece derece
açılabilir. Proletarya devleti olma içeriğiyle, biçim olarak
demokrasinin uygulanması arasında açıklığın
ortaya çıkması, devletin proletaryanın girişimi
dışına çıkması demektir. Uzmanlık dalı
olmaya devam eden devlet işleyişinin proletaryanın yeterince
ağırlığını koymadığı, aktif olarak
katılmadığı bir biçimde yürümesi demektir. Bu bürokratik
deformasyondur.
Sosyalizmde demokrasi,
çoğunluğun yönetimi, en başta, emekçiyi çeşitli oyunlarla
yönetimden uzak tutan ve onu ezmede araç olan burjuva devletini
dağıtıp yerine proletarya devletini kurarak
sağlanacaktır. Çoğunluğun devletini kurmak
başlıbaşına dünyanın en demokratik
kazanımıdır.
Ancak bununla bitmez. Amaç
çoğunluk adına bir gurubun (bürokrasi) değil,
çoğunluğun kendi yönetimi olduğu için, yalnız eski devlet
bürokrasisini yoketmek için değil, yenisinin de halka karşı
dönmesini engellemek için önlemler alınacaktır.
Bunların yanında,
insanlık tarihinin kazanımları olan tüm demokratik haklar ve özgürlükler, hiçbir burjuva devletinin
veremeyeceği ölçüde emekçi halka sağlanacaktır. Böylece
çoğunluğun yönetimi olan demokrasi, her alanda azınlık görüşlerin de çoğunluk haline
gelebilmesinin olanaklarını içinde taşıyacaktır.
Demokrasi yalnızca oy verme
vb. gibi anlaşılamaz. Demokrasi
sürekli bir fikir oluşturma ve karar verme sürecidir. Böyle
olduğu için her alanda, her düzeyde geniş tartışma
olanağı ister. Tartışma ortamını
yaratamamış, farklı görüşlerin ortaya getirileceği
platformları olmayan, açık tartışmayı
kurumlaştıramamış bir demokrasi en iyi biçimiyle rıza
demokrasisi olur. Oysa sosyalizmin gereği aktif yığın demokrasisidir.
Tutarlı bir demokrasi
(çoğunluğun yönetimi), ezilen çoğunluğun erki olan
proletarya diktatörlüğünü gerektirir. Ezilen çoğunluğun devleti
olan proletarya diktatörlüğü de, çoğunluğun yönetimi demek olan
demokrasiyi gerektirir. Bu nedenle, proletarya diktatörlüğünün en uygun
devlet biçimi aktif
yığınsal demokrasidir.
Sosyalizmde demokrasi komünizme
ilerleyebilmenin zorunlu koşuludur
a) Sosyalizm
sınıflı ve sınıf çatışmalı bir
toplumdur. Demokrasi ise sınıf savaşının daha özgür,
daha açık, daha geniş örgütlenmesi demektir.
Sosyalist toplumda da,
sınıfların ve katmanların çıkarları en yoğunlaşmış
biçimiyle siyaset alanında belirlenir. Sosyalist devlet sınıf ve
katmanların özel çıkarlarını siyasal alanda dikkate almak
zorundadır. Bu ancak merkezi işleyişle, her düzeyde (örgütsel,
bölgesel ya da toplumsal) yığın
girişimini birleştirebilmekten geçer.
b) Devlet mülkiyeti sosyalizmde
tüm halkın mülkiyetini temsil eder,
kendisi değildir. Bu nedenle işgücü ve üretim araçları
arasında ayrılığı tam anlamıyla ortadan
kaldırmaz. İşçi üretim araçlarının mülkiyetini kendi
adına kullanması için devlete verir.
Zaten toplumun üzerinde bir
kurum olan devlet bürokratikleşirse, işçi sınıfından
uzaklaşırsa işgücü ile üretim araçlarının
bütünleşmesi o ölçüde biçimselleşir.
Sosyalizmde toplumun ve üretimin
örgütlenmesi ve yönetimi de hâlâ uzmanlık işidir. Üreten-yöneten
ayrımı azalarak sürmektedir.
Devletin sınıf
egemenliği sorunu, devletin yönetilmesi sorunundan
farklıdır. Komünizme devrimci dönüşüm aşamasının
önemli bir çelişkisi budur. İşçi sınıfı, egemen
sınıftır ama devleti yönetmeye hazır değildir.
Onun adına bu işi yapacak bir kesimi (bürokrasi) kabul etmek
zorundadır. Bunları ne derece denetleyebildiği onun komünizme ne
denli ilerleyebileceğini belirleyecektir. Ne derece denetleyebildiği
de demokrasinin ne denli uygulandığıyla, işçi
sınıfı-devlet bütünleşmesinin ne denli
derinleştiğiyle eş anlamlıdır.
c) Sosyalizmde işgücü ile
üretim araçlarının bütünleşmesinin nesnel temeli vardır.
Üretim araçlarının proletarya diktatörlüğü mülkiyetine girmesi,
tarihte ilk kez yığınlarla devlet arasındaki uçurumu
kapatma olanağı sağlamıştır. Emek alanında,
ekonomik gelişme de, siyaset alanında gelişme de artık
birbirine doğrudan bağlanmıştır. Dolayısıyla
ekonomi de, devlet de ilerleyebilmek için halkın aktif
katılımına bakmaktadır.
Komünizmin ilk
aşamasında demokrasinin giderek genişleyen biçimde
uygulanması, halkın demokratik pratiğinin genişlemesi,
sınıfsız ve devletsiz topluma yürüyebilmesinin zorunlu koşuludur.
5.3.
Türkiye'de sosyalizm kuruculuğu ve sosyalist demokrasi
Her uygulama gibi Sosyalist
Türkiye de sosyalizmin evrensel özelliklerini ve toplumumuzun gelişiminden
kaynaklanan özellikleri birlikte barındıracaktır.
Sosyalizm kapitalizmin
geliştirdiği taban üstünde, ondan ileri bir aşamadır.
Türkiye'de sosyalizmin kurulabilmesi için gerekli minimum taban vardır.
Ancak gelişmiş-yaygın üretim güçlerine dayalı gerçek
sosyalizmi kurmak uzun bir tarihsel süreç alacaktır. Önce kapitalizmin
yetersiz hazırladığı tabanı son hızla
döşemek gerekecektir. Türkiye'de sosyalizm kuruculuğu devrimi
yapmaktan daha zor olacaktır.
Türkiye'de özel mülkiyetin
ortadan kaldırılması, toplumsal mülkiyetin kurulması,
üretim ilişkilerini toplumda varolan üretim güçlerinin ancak bir bölümüyle uyumlu duruma getirecektir. O
bölüm kapitalist makinalı üretimin varolduğu alandır. Bu nedenle
ve özellikle üretim güçlerinin en hızlı biçimde geliştirilmesine
zaman tanımak için çeşitli kapitalist mülkiyet biçimlerinden geçici
olarak yararlanılacaktır. Buna bağlı olarak, tekeller
dışında özel işletmeler, uzun bir sürede ve adım
adım devletleştirilecek, kollektifleştirme hareketi özellikle
yavaş ve gönüllü yürütülecektir. Kapitalist ülkelerden egemenlik
haklarımıza karışma oluşturmayan kredi
kullanılacaktır.
Türkiye toplumu kendi içine
kapatılmayacak, halkımızın tüm dünya ile doğrudan
tanışması her yoldan teşvik edilecektir.
Türkiye'de sosyalizm zaman
içinde üretim güçlerinin gelişmesine, üretim biçiminin
olgunlaşmasına, kültürel düzeyin yükselmesine paralel olarak partinin
bilinçli-aktif çabasıyla her geçen gün gelişecektir.
***
Proletarya diktatörlüğü,
hem çoğunluğun çıkarlarını temsil ettiği için,
hem tüm kapsamıyla demokrasiyi varsaydığı için demokratik
burjuva devletinden bin kat daha demokratiktir.
Türkiye’de ülkenin geri ve küçük
burjuva karakterinden dolayı, proletarya diktatörlüğünün bazı
özellikleri kaçınılmaz olarak gelişmiş ülkelerde
olacağından farklı olacaktır.
Türkiye'de sosyalist demokrasi
açısından kısa ve orta dönem farkları yanında uzun dönem farklarını da
dikkate almak gerekir. Uzun dönem farkları, ancak kuşaklar boyu
çalışma içinde kapatılabilecek farklardır. Bunlar
azgelişmişlik-gelişmişlik farklarıdır.
Türkiye toplumunda demokratik
yan çeşitli tarihsel-kültürel-ekonomik-toplumsal-uluslararası
nedenlerle geride kalmıştır. Bu geri kalışın
önemli bir göstergesi olarak sivil toplum çok cılızdır. Sivil toplum örgütlenmelerinin, devlet
işlevlerinin ve toplumsal yaşamın her alanında giderek daha fazla yer tutması gerekir.
Sosyalist demokrasi ancak böyle sağlanır, geliştirilir, haklar
yığınların aktif katılımı-denetimiyle
yaşama geçebilir.
Sivil
toplum, ekonomik gelişme ve kültürel gelişme, üçü birlikte Türkiye'de
proleter demokrasisini sosyalizme yakışan bir düzeye
ulaştıracaktır.
Partinin, Türkiye toplumunun
demokratik gelişmesinin bilinçle önünde yürümesi gerekir, çünkü demokrasi
sosyalizmin, demokrasinin kendini yadsıyacağı sınıra
dek genişletilmesi ise komünizme geçişin vazgeçilmez koşuludur.
Komünizm ülke çapında büyük
ölçekli üretimin olabilen en yüksek merkeziliğini gerektirir ve varsayar.
Ancak, sosyalist ekonominin gelişmesine paralel olarak merkezi otoritenin
etkinliği, merkezileşme arttıkça, tabanın etkinliği,
demokrasi de artmak zorundadır. Tabanda
yaratıcı eylem, yeni kamu yaşamının temel unsurudur.
Canlı, yaratıcı sosyalizm, Türkiye halkının kendi
ürünü olacaktır.
Proletarya diktatörlüğünün
en uygun devlet biçimi olan aktif yığın demokrasisi
programımızın Türkiye'de ilk anda ne derece
uygulanabileceği, devrim sırası ve sonrası koşullara
bağlıdır. Ulaşmak istediğimiz budur. Tüm engelleri
aşarak kuracağımız budur.
TKP Türkiye işçi
sınıfının öncü örgütüdür
Türkiye Komünist Partisi,
Marksizm-Leninizm ve proletarya enternasyonalizmine bağlı
komünistlerin gönüllü birliği, işçi sınıfının
ideolojik-siyasal öncüsü olan bir sınıf
partisidir.
Komünist partisinin
proletaryanın bir bütün olarak çıkarlarından öteye
çıkarı yoktur. İşçi sınıfının
burjuvaziye karşı savaşının çeşitli gelişme
aşamalarında her yerde ve her zaman hareketin bir bütün olarak
çıkarlarını temsil eder.
Komünistler her zaman
proletaryanın en büyük, en güçlü, en merkezi birimlerde örgütlenmesinden
yanadırlar. Ayrı örgütlenmeyi zorunlu kılan nesnel koşullar
yoksa, proletarya tek partide örgütlenir. Bu proletarya enternasyonalizminin
gereğidir.
Bir hareket, aynı devlet
sınırı içindeki işçilerin örgütsel birliğini
savunmuyorsa burjuva ulusçuluğundan kopmamış demektir.
Türkiye'de nesnel koşullar
tüm uluslar ve ulusal azınlıklar proletaryasının Türkiye
çapında tek bir partide örgütlenmesini zorunlu kılmaktadır.
TKP, tüm uluslardan
işçilerin sömürüyü yoketme ve sınıfsız toplumu yaratma
kavgasında ideoloji, siyaset ve örgüt birliği demek olan
enternasyonalizme sımsıkı bağlıdır.
Proletarya enternasyonalizmi ülkedeki
proleter savaşımın çıkarlarının, dünya
ölçüsündeki aynı savaşımının çıkarlarına
bağlı kılınmasını zorunlu tutar.
İşçi
sınıfı çıkar ve amaçlarının enternasyonal
birliği anlayışı ulusal sınırlar içindeki
hareketten kendiliğinden doğmaz. Bu nedenle, TKP işçi
sınıfına proletarya enternasyonalizmi fikirlerini
aşılamak, ulusçulukla uzlaşmasız savaşmak görevini
inatla yürütür. Dünya işçi ve komünist hareketinin Marksçı-Leninci
temeldeki birliğine zarar veren akımlarla savaşmayı görev
bilir. Ulusçulukla oportünizm ve revizyonizmin derin bağının
bilincindedir.
TKP, dünya
proletaryasının, dünya ölçüsünde strateji ve örgütlenmeye sahip
olması gerekliliğine inanır. Bugün merkezi bir uluslararası
örgüt, bir dünya partisi olmadığından, komünist partilerinin
bağımsızlığı ile komünist hareketin
Marksizm-Leninizm ve proletarya enternasyonalizmi temelinde birliğini
bağdaştırma sorunu daha büyük önem kazanmıştır.
TKP, dünya devriminin çıkarını her zaman, herşeyin üstünde
tutar.
Proletarya enternasyonalizmi,
her komünist partisinin önüne öncelikle ülkesinde devrimi yapmak görevini
koyar.
TKP Leninci örgütlenme ilkelerine
bağlıdır
Komünistlerin baş ve
değişmez görevi, sistemli, çok yönlü, ilkeli propaganda ve ajitasyon
ajitasyon yürütmektir. Burjuva ideolojisine karşı sürekli ve
tutarlı savaş, devrimin önkoşuludur.
Parti propaganda ve ajitasyon
çalışmasını merkez organ temelinde yürütür. Merkez
yayın organı, ``yalnızca kollektif bir propandacı değil, aynı zamanda kollektif
örgütçüdür.``
Merkez organın
dağıtım ağı çevresinde örgütlenme, merkez organ
temelinde eğitim, partimizin sürekli
ortak eyleminin temelini oluşturur.
Komünist partisinin temel
örgütsel birimi hücredir. Hücre tüm parti üyelerinin içinde yer almaları
gereken tek birimdir. İşyeri ve yerleşim esasına göre
kurulan temel örgüt, partinin emekçi yığınlarla en yakın,
en profesyonel geniş ilişkisini kurar.
Profesyonel devrimciler örgütü
Aynı zamanda üyelerinin
kendini eğitmiş, devrimci savaşın özel sanatlarını
öğrenmiş, yaşamının tümünü partisine adamış
profesyonel devrimciler olarak yetişmesi için çalışır.
Partimiz özellikle işçi devrimcilerin yetişmesine
önem verir. Bu, işçi sınıfı içinde, fabrikalarda
örgütlenmeyi başa almayı getirir. Parti bunu endüstriyel yoğunlaşma ilkesine göre yapar.
Örgütlenmesini kilit fabrikalarda ve stratejik işkollarında
yoğunlaştırır.
Bireysel ve kollektif düzeyde
eleştiri-özeleştiri, komünist partisinin birliği,
gelişmesi, büyümesi için ilk koşuldur. Amacı partinin işçi
sınıfına, insanlığa hizmet yeteneğini sürekli
olarak güçlendirmektir.
Eleştiri, eleştirilen
bireyi ya da kollektifi yıkmak değil, partinin ortak amacına
katkısını arttırmak amacını güder.
Eleştirilen tutumun sınıfın ve partinin
çıkarlarına neden uymadığını gösterir.
Burjuva ve küçük burjuva etkiler
sürekli olarak partinin üzerinde basınç yapar, partiye sızar.
Bireylerin ya da kollektiflerin raslantısal hataları, düzeltilmezse
eğilim, hatta sapma durumunu alabilir. Eleştiri-özeleştiri bu
tehlikeye karşı en etkin silahlardan biridir.
Partide kadın-erkek ayrımı yoktur
Partide kadın-erkek
ayrımı yoktur. Erkek komünistler eşitliği pratikte
uygulamalı, kadın komünistler uygulanmasında ısrarlı
olmalıdırlar. Böylece partinin savaşım gücünün sınırları
genişler.
TKP,
gizlilik-açıklığı, legalite-illegalite ile birbirine
karıştırmaz. Legal partinin de, illegal partinin de
çalışması değişik derecelerde gizli ve açık
çalışmalardan oluşur. Ağır illegalite koşullarında
çalışan partimiz, burjuva toplumunda en illegal olan
budanmamış ideolojisini, siyasal tutumunu en açık biçimde ortaya
koyar.
Burjuvazi komünist partisine
devrim yapma özgürlüğü tanımaz. Devrimini yapmamış komünist
partisi, burjuva yasallığın sınırlarından
bağımsız olarak, devrimci amaca yönelik savaşımı kadar özgürdür.
Komünist partisi yönetimi
partinin ideolojik-siyasal-örgütsel öncüsüdür.
Güvenilir ve yetenekli,
profesyonel olarak eğitilmiş, uzun bir deneyim okulundan geçmiş,
uyum içinde çalışan liderler olmaksızın modern toplumda
hiçbir sınıf kararlı bir savaşım yürütemez.
Hiçbir hareket,
sürekliliğini sağlayan kalıcı bir yönetim örgütlenmesi
olmadan yaşayamaz.
Partimiz yönetim
kadrolarının her düzeyde yönetim ve çalışma biçimlerini
modernleştirmelerine büyük önem verir. Bu, profesyonel devrimciler örgütü
olabilmenin gereğidir. TKP'de bilimin ilerletilmesinde parti yönetimi
sürekli ve ağırlıkla rol alır.
Kadrolar, o kadroları
oluşturan bireylerin eksikleri ve yanlışları düzeyinde
değerlendirilmez. Bir kadronun ileriliği ya da geriliği, o
kadronun toplumsal gelişmenin dayattığı görevleri önüne
koyup gerçekleştirmek için çalışıp
çalışmadığıyla belli olur.
TKP, Leninci örgütlenme
ilkelerini pratikte uygular. Somut örgütlenme biçimleri açısından,
örgütlenmenin değişmeyecek bir şeması
olmadığı gerçeğinden hareketle, yapısını
yeni koşullara sürekli olarak uyarlar.
TKP demokratik-merkeziyetçidir
TKP illegalite
koşullarında partinin yukarıdan aşağıya
örgütlenmesi ilkesine bağlıdır. Partiye yoldaşça güven
göstererek çalışacaklar parti saflarına katılır.
TKP, demokratik-merkeziyetçilik
ilkesini benimser. Savaşmak isteyenler için demokratikliğini zamana, yere, yaptığı işe
uygun olarak biçimlendiren merkeziyetçi ve demir disiplinli örgütlenme gerekir.
İllegal partide
işlevlerin ayrımı ve karşılıklı denetim,
yerel örgütlerin kendi alanlarında özerkliği, merkez yönetim
organının seçimle işbaşına gelmesi,
tartışma, kongre ve toplantılarının
yığınlara açılması demokratikliğin
dayandığı ilkelerdir.
Komünist disiplin, ideolojik
birlik, doğru siyaset ve yığınlarla bağ temelinde
gelişir.
İşçi
sınıfının örgütlenme gücüne inanan,
karşılıklı saygıya dayanan disiplin,
savaşımda yetki ve sorumluluk devrini, girişkenliği
arttırır.
Parti ve sendikalar aynı
sınıfın farklı örgütleridir.
Komünistler sendika ile parti
arasındaki sınırların yok edilmesine, sendikaların
partinin görevini üstlenmesine de, partinin sendika görevlerini üstlenmesine de
karşıdırlar. Böyle tutumlar hem sendikaları, hem partiyi
güçten düşürür.
Komünistler sendikaların er
ya da geç kendi görüşlerini benimseyeceğini bilirler, geleceğin
kendi düşüncelerine ait olduğuna inanırlar ve sendikaları
bölmez, sürekli ve güvenli Marksist propaganda yürütürler.
Komünistler sendikaların
örgütsel bağımsızlığını, siyasette partiye
bağımlılığını savunurlar.
Komünistler sendika içi
demokrasiyi, üyelerin sendikalarda söz ve karar sahibi olmasını,
kendi örgütlerini denetlemelerini isterler. Sendikalarda siyasal görüşler
nedeniyle tasfiyeciliğe karşıdırlar.
Komünistler sendikal
birliği gözetirler. İşçilerin büyük sendikalarda
toplanmasından yanadırlar. Kapitalizm koşullarında
sendikaların bölünmüşlüğünün bitmeyeceğini de bilirler.
Komünistler, sendikalarda,
yönetiminde kimin olduğuna bakmadan aktif çalışma yürütür,
burjuva görüşlerin işçi sınıfı içinde zehir
saçmasını önlemek için savaşırlar. Ücretli kölelik sistemi
yıkılmadan hiçbir sendikal istemin kalıcı olarak elde
edilemeyeceğini anlatırlar. Tüm ekonomik, sendikal ve demokratik
istemleri ana göreve bağlarlar.
Komünistler sendikalara
savaşım hedefi olarak kapitalizmin ve sınıf
savaşının ulaştığı gelişkinlik düzeyine
uyarlı hedefler gösterirler. Gerçekçi istem, ne burjuvazinin
verebileceği kadarıyla ne de işçi sınıfının
o anda alabileceği kadarıyla sınırlı değildir. Toplumsal gelişmenin çıkarlarına uygun olarak saptanmış istemdir.
Komünist partisi
açısından din kişisel sorun değildir. Komünist partisi
dinsel inanç biçiminde ortaya sürülen bilinç yoksunluğuna,
bilgisizliğe kayıtsız kalmaz, ateist propaganda yapar.
Partimiz, işçi
sınıfının kapitalizmin güçlerine karşı kendi savaşımı
ile aydınlanmadıkça, ateist propagandanın, işçi
sınıfını bu yolda yeterince
aydınlatamayacağına inanır. Yığınların
sermaye egemenliğinin her türlüsüne karşı
savaşımına öncülük eder. Ateist propagandayı temel
görevine, sömürücülere karşı sınıf savaşımını
geliştirmek görevine bağlar.
Partimiz, dinsel inancın
sınıf savaşımında öteki sınıf
kardeşleriyle birlikte yer almaya engel olmadığına
inanır.