TKP
 
Yeniden Merhaba
Yayın İlkelerimiz
Yazılar - Arşiv
 
İşçinin Sesi Yayınları
Kitaplar
İşçinin Sesi
Çek-Al
Kavga - Kervan
Kaynak
İşçi Yaşamı
İşçinin Gezetesi
Binçiçek
cddrt
dtd
Isha Bulletin

Soviet News
 
 
 

 

 

 

 

 

 

 

TÜrkİye KomÜnİst Partİsİ

PROGRAMATİK TEZLER TASLAĞI

 

Eylül 2001

 

R. Yürükoğlu  

   

İÇİNDEKİLER

 

1. Çağımız devrimler çağıdır

1.1. Bilimsel-Teknolojik Devrim; Yeni teknolojilerin gelişmekte olan ülkelere etkisi; Bilimsel-teknolojik devrimin toplumsal gelişme açısından sonuçları; Mekanik Emekten Elektroniğe

1.2. İşçi Sınıfının Dünya Stratejisi; Sovyet “Sosyalizmi”: El Emeğinden Mekanik Emeğe

1.3. Emperyalizm ve savaş tehlikesi

2. Türkiye'de kapitalizm

2.1. Türkiye kapitalizminin gelişme özellikleri; 2.2. Türkiye'de devlet-tekelci kapitalizminin sonuçları

3. Türkiye'de devrimin karakteri

3.1. Devrimci aşama: İleri demokratik halk devrimi; Siyasal devrim gerçek demokrasi sorunudur; Neden ``ileri demokratik'' ve neden ``halk devrimi''

3.2. Sınıfların konumu ve devrimde halkın birliği; Burjuvazi; Küçük burjuvazi; İşçi Sınıfı; Proletarya hegemonyası ve birlik

4. İleri demokratik istemler-devrimci dönüşümler

               4.1. Acil demokratik istemler; 4.2. İşçi sınıfının acil istemleri; Dış ülkelerdeki işçiler; 4.3. Gençlik;    

               4.4. Kadın; 4.5. Küçük üreticiler ve kooperatifler; 4.6. Ulusal sorun; 4.7. Alevilik; Ulusal ve dinsel

               azınlıkların hakları için savaş; 4.8. Barışçı-bağımsız bir dış siyaset için; 4.9. Çevre sorunları; 4.10. İleri

               demokratik anayasa; Devlet aygıtının örgütlenişinde demokrasi; Siyasal sistemin örgütlenişinde

               demokrasi; 4.11. Genel ekonomik önlemler; 4.12. Demokrasi savaşımının ve ileri demokratik halk

               devrimi programının mantığı

5. Sosyalizm ve Komünizm

5.1. Komünizmin Alt Aşaması: Sosyalizm; Sosyalizm Sınıfsız Toplumdur; Sosyalizm meta üretimi olmayan toplumdur; Sosyalizmin Başlangıç Döneminde Meta İlişkileri; Sosyalizm komünizme dönüşüm toplumudur; Tek Ülkede Sosyalizm Olmaz; Sosyalist devlet proletarya diktatörlüğüdür; 5.2. Sınıfsız Toplum – Komünizm; 5.3. Dünya Devrimi- Kesintisiz Devrim; Sosyalizmin Sonul Zaferi; 5.4. Sosyalist demokrasi; Sosyalizmde demokrasi komünizme ilerleyebilmenin zorunlu koşuludur; 5.5. Türkiye'de sosyalizm kuruculuğu ve sosyalist demokrasi

6. Komünist Partisi  

 

1. ÇAĞIMIZ DEVRİMLER ÇAĞIDIR

 

Günümüzde kapitalizm, üretken güçleri, 19. yüzyıl endüstri devriminde olduğundan çok daha büyük değişime uğratarak devrimcileştirmektedir. Bilimsel ve teknolojik buluşlar, emek-yoğun üretimi, ekonomik büyümenin motoru olmaktan çıkarmıştır. Bunun sonucunda, ileri kapitalist ülkelerde endüstri proletaryasının üretim sürecinde oynadığı rol daralmaktadır. Bazı ülkelerde ise, endüstri işçilerinin sayısında mutlak azalma vardır.

Günümüzde kapitalizm, teknolojideki devrimler nedeniyle, dünya kapitalist ekonomisinde büyük değişimler yaratmış, küreselleşmeyi bambaşka bir düzeye yükseltmiştir.

 

1.1. Bilimsel-Teknolojik Devrim

 

Dünya devrimindeki “gecikme”nin, dünyada ortaya çıkan olağanüstü değişimlerin ve Sovyetler Birliği’nin de çözülmesinin altında yatan temel etken, bilimsel-teknolojik devrimdir.

Yeni teknolojiler yalnızca üretim süreçlerinde değişim yaratmakla kalmamakta, toplumsal-ekonomik işleyişleri de etkilemektedir.

İletişimdeki ilerleme, geniş bir alanda (alış-veriş, enformasyon, eğitim, pazarlar ve ticaret, kentlerde yaşam vb.) büyük bir değişikliğin öncüsüdür. Bu gerçekten insancıl, özgürleştirici bir teknolojidir.

Elektronik ve bilgi işleme (bilgisayar, telekomünikasyon, yazılımlar ve sistemler), biyoteknoloji ve genetik mühendisliği, yeni maddeler, yeni ve yenilenebilir enerji teknolojileri, teknolojik gelişmenin yeni ve sürekli yenilenen bir aşamasını temsil etmekte ve ekonomik işleyişlerin giderek genişleyen bölümüne yayılmaktadır. Bu gelişmeler asıl olarak ileri kapitalist ekonomilerde gerçekleşmektedir.

 

Yeni teknolojilerin gelişmekte olan ülkelere etkisi

 

Ekonomik ilişkilerde en önemli değişikliklerden birisi, az gelişmiş ülkelerle dünya kapitalizminin merkezleri arasında olmuştur. Geçmişte doğal kaynaklar sunucusu olan az gelişmiş ülkelerde 1970’lerden itibaren kapitalizmin yayılması hızlandı. Bilgisayarlaşma, ulaşım, enformasyon ve haberleşmede gerçekleşen devrimlerin yardımıyla, uluslararası sermaye, endüstriyel kapasitesinin giderek büyüyen bir bölümünü dünyanın bu bölgelerine kaydırmaya başladı. Bu süreçte bazı az gelişmiş ülkeler ekonomik güç merkezleri oldular. Bu ülkeler yalnızca endüstriyel üretimin yeni merkezleri olmakla kalmıyor, hızla büyüyen tüketici pazarlarıyla da dünya ticaretinde giderek artan bir öneme sahip oluyorlar. Dünya kapitalizminin merkezlerinde işçi sınıfının endüstriyel bölümü küçülürken, yeni endüstrileşmekte olan ülkelerde büyüyor.

Yeni teknolojilerin gelişmekte olan ülkelere etkisi, üretim faktörü kaynaklarıyla, endüstriyel ve teknolojik gelişme düzeyiyle yakından bağlıdır. Mikroelektronik teknolojilerin geniş ölçüde emildiği Güneydoğu Asya ihracat yönelimli ekonomilerinden, yeni gelişmelerin aşağı yukarı hiç girmediği Afrika ülkelerine dek bu alanda geniş bir çeşitlilik vardır.

Dünya kapitalizminde, az gelişmiş ülkelerin temel ihracatı olan ürünler ve minerallerin, örneğin bakır, demir, çelik, şeker, pamuk, kauçuk gibi maddelerin yerini sentetik maddeler almaktadır.

Üretim yeteneğinde ve ticarette global göreceli avantaj yapısı değişmekte ve az gelişmiş ülkelerin temel avantajı olan ucuz emek avantajının önemi azalmaktadır. Yeni teknolojiler, işgücünü üretim dışına itmekte, nitelikli işçiyi bile üretimde işe yaramazlaştırmaktadır.

Endüstrileşmiş ülkelerle, yenilenme hızına ayak uyduramayan az gelişmiş ülkeler arasındaki bağlar giderek gevşemektedir. Teknolojik uçurum büyümesini sürdürürse, bu durum, söz konusu az gelişmiş ülkelerin toplumsal-ekonomik çevrenine ve siyasal koşullarına çok olumsuz bir etki yapacaktır.

 

Bilimsel-teknolojik devrimin toplumsal gelişme açısından sonuçları

 

Bilimsel-teknolojik devrimin toplumsal gelişme açısından belli başlı sonuçları şöyledir:

Birincisi, üretimde harcanması gereken zaman azalmaktadır. Ancak kapitalizm altında bunun pratik sonucu işgününün kısalması değil, tersine artık değer kitlesinin büyümesi olmaktadır. Böyle olmasına karşın, tarihsel bir eğilim olarak sınıf kavgasıyla işgünü de yavaş yavaş kısalmaktadır.

İkincisi, üretimde işçiye gerekesinim azalırken, makinalara artıyor. Bunun da sonucunda işgününün kısalması gerekirken, tersine, işsizlik büyüyor. Üretken güçlerin gelişmesi, en önemli üretken güç olan insana karşı çalışıyor!

Üçüncüsü, emek sürecinde kafa emeği oranı yükseliyor. Bir yanda kafa emeğiyle çalışanların oranı artıyor, öte yanda eskiden üretim süreci dışında duran çeşitli entellektüel uğraşlar “üretken emek” içine giriyor. 

Bu üç sonuç, harcanması gereken emek zamanının azalması, harcanması gereken emek miktarının azalması ve emeğin niteliğinin değişmesi, tarihsel bir gidiş olarak şunlara işaret ediyor: Marks'ın ölümsüz yapıtlarında komünizmi tanımlarken sözü edilen “üretimin en az enerji harcanarak yapılması”, “insan yapısına layık üretim” ve “gerçek özgürlük dönemi”. Bilimsel-teknolojik devrimin, üretken güçlerdeki gelişmenin zorladığı ve nesnel olarak götürdüğü yön, sınıfsız toplumdur.

Dördüncüsü, üretimin toplumsal niteliğinin artması, mülkiyetin toplumsal temelinin genişlemesini zorluyor. Öyle ki, ileri kapitalist ülkelerde “özel mülkiyet” yerine, “kollektif kapitalist mülkiyet” ya da yalnızca “kapitalist mülkiyet” demek daha doğru oluyor.

Beşincisi, üretim o denli karmaşıklaşıyor ve büyüyor ki, hiçbir ülkenin kaynakları üretime tek başına yetmiyor, hiçbir ülkenin pazarı kendi üretimini ememiyor. Bunun sonucunda, artık ülke çapında değil, dünya çapında üretim ve dağıtım planlaması gerekiyor. Buna bağlı olarak, sınırlar ve ulus-devlet giderek üretken güçlerin önünde engel oluşturuyor, gericileşiyor.

Dünya ekonomisinde 1970’lerden bu yana belirginleşen yapısal değişimin en önemli özelliği, üretim ve dolaşımın hızla küreselleşmesi, uluslarüstü tekellerin rolünün artmasıdır. 

Ekonominin küreselleşmesinin önemli bir göstergesi, dünyada üretilen tüm mal ve hizmetlerin giderek daha büyük bölümünün uluslararası ticarete girmesidir. Bu durum, ekonomilerin içiçe geçmişliğini de arttırıyor. Uluslararası ticaret, ulusal devletlerin alanı olmaktan çıkıyor ve giderek artan bölümü tekellerin mal ve değer akımı biçimini alıyor. Tekellerin dünya çapında yürüttüğü planlama, üretim, dağıtım ve tüketim süreci ile karşı karşıyayız.

Uluslarüstü tekellerin birbirleriyle ilişkileri de o denli içiçe geçmiştir ki, karar alma merkezlerinin sayısı uluslarüstü tekel sayısından çok daha azdır.

Giderek artan küreselleşme sonucunda, kapitalizmde merkezci eğilim güç kazanıyor. Bu durum, merkezkaç eğilimleri yok etmiyor, özellikle az gelişmiş ülke burjuvazisiyle emperyalist burjuvazi arasındaki çelişkiler derinleşiyor. Fakat, bugün dünyada hiçbir burjuvazi, emperyalizmden bağımsız yaşayamaz. Dünya ölçeğinde sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi olmazsa, az gelişmiş ülkelerde üretim ancak giderek küçülen boyutlarda sürdürülebilir. 

Günümüzde, ulusal çerçevedeki kapitalizmin iflasını belgeleyen ve gelecek açısından büyük önem taşıyan bir yenilik vardır. Dünyanın çeşitli yerlerinde bölgesel birleşmeler ve daha önemlisi, Uluslararası Para Fonu  (IMF), Ekonomik İşbirliği ve Gelişme Örgütü (OECD), Nükleer Enerji Ajansı (NEA), Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), Gümrük ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT), Dünya Bankası gibi çok sayıda uluslarüstü kuruluş ortaya çıkmıştır. Bunlar, dünya ekonomisini kollektif olarak düzenleyen örgütlerdir. Bunlar, emperyalist dünya kurumlarıdır. 

Dünya kapitalist ekonomisinin genel gidişine kendisini çok daha hızlı uyarlayan finans kapitalle, ulusal devlet (iç pazarın istemleri) arasındaki uyumsuzluk giderek vurgu kazanmaktadır. Uluslarüstü tekellerle ulusal devlet arasındaki çelişki derinleşmektedir. Bu gelişme, sınırların giderek gerici bir rol oynadığını, üretim sürecinin giderek dünya çapında örgütlenmek istediğini bir kez daha gösteriyor.

Buraya dek söylenenlerden şu genel sonuç çıkar: Değişik ülkeler sermaye guruplarının birliğini temsil eden uluslarüstü tekellerin güçlenmesi, uluslarüstü finans oligarşilerinin gelişmesi, bunların dünya çapındaki işlemlerini düzenleyen uluslarüstü kurumların ortaya çıkışı, uluslarüstü tekeller arasında endüstriler, ülkeler ve kıtalar için kavganın keskinleşmesi anlamına geliyor. Emperyalistler arasında dünya ekonomik olarak yeniden paylaşılıyor. 

 

Mekanik Emekten Elektroniğe

 

İçinde yaşadığımız bilgi çağı, makinalar çağı’nın sonu anlamına gelmektedir. Bu çağın içeriği, mekanikten elektroniğe sıçramadır. Elektronik ve modern üretim emeği ortadan kaldırdığından, değer yasası temelinde işleyen hiçbir toplumsal formasyon bu üretken teknolojiyi tam anlamıyla kullanamaz.

Üretken güçlerin bir nitelikten ötekine sıçraması, yeni üretken enerji biçimlerine geçiş demektir. Yeni üretken enerji biçiminin öğelerinin verili bir tarihsel zamana girişiyle, “toplumsal devrim çağı” başlar. Elektroniğin gelişmesi, dünyayı tam da böyle bir dönemin eşiğine getirmektedir. Elektronik, toplumu polarize olmaya ve sosyalizme sıçrama için kendini hazırlamaya itiyor. Elektroniğe bu giderek hızlanan geçiş, anlatılamaz ölçüde zenginlik yaratırken, aynı zamanda anlatılamaz ölçüde sefalet yaratıyor. Giderek daha fazla işçi kalıcı olarak işsizleşiyor.

Dünya tarihinde içinde bulunduğumuz dönem, ancak, elektronik gerçeğiyle ve modern üretken enerjinin bütünüyle birlikte ele alındığında anlaşılabilir. Toplumlarda giderek daha çok görülmeye başlanan toplumsal kutuplaşma ve yıkım, komünizme yükselmeye hazırlanan dünyanın son antagonist aşamasıdır.

 

1.2. İşçi Sınıfının Dünya Stratejisi

 

Günümüzde işçi sınıfı için dünya ölçeğindeki tek geçerli strateji, bilimsel-teknolojik devrim üzerine kurulu stratejidir. Bilimsel-teknolojik devrimin yayılmasını sağlayacak, kapitalist sistemin açmazlarını savaşla çözmesine karşı duracak ve halkları bilimsel teknolojik devrimden sosyalist devrime ulaştıracak bir strateji.

Üretken güçler her zaman belirleyicidir, üretim ilişkileri hiçbir zaman onları kalıcı biçimde durduramaz. Kalıcı olarak durdurduğu noktaya gelindiğinde, sistem tüm gelişme olanaklarını tüketmiş demektir ve çöker. Bugün kapitalizm o noktaya gelmemiştir. Kapitalizmin sonuna varılmamıştır. Kapitalizm üretken güçleri devrimcileştirme yeteneğini sürdürdüğü sürece, dünya kapitalist sistemini başaşağı etme beklentileri olgun değildir. Başka bir deyişle, dünya devrimindeki gecikme, öznel değil nesnel nedenlerden dolayıdır.

Kapitalizm dönem dönem bunalıma girer. Bu aynı zamanda gelişmesinin yoludur. Kapitalizmin girdiği bunalımlardan devrimci yönde yararlanılmazsa, bunun sonucu, sistemi kendiliğinden gelişmesine bırakmaktır. Kendiliğindenliğe bırakılan hiçbir sistem de, tüm gelişme olanaklarını yitirmeden yıkılmaz. O zaman da emperyalizmin kaçınılmaz olarak gideceği yol, dünya pazarını alabildiğine derinleştirmek, komünizmi alabildiğine yakınlaştırmaktan başka birşey değildir. Komünistlerin görevi, bu sarhoş ve ağır gidişi, bilinçli bir gidişe çevirmektir.  

 

Sovyet “Sosyalizmi”: El Emeğinden Mekanik Emeğe  

Sovyetler Birliği’nde başarısızlığa uğrayan, kapitalizmle gelen gelişmiş endüstri, maddi bolluk, demokratik kurumlar, ve kültürlü bir toplum gibi, sosyalizmin kurulabilmesi için zorunlu ön koşulların hiçbirisi ortada olmadan girişilen sosyalizm kuruculuğu çabasıydı. Sovyetler Birliği için tarihsel olarak gerekli sıçrama, kapitalizmden sosyalizme değil, el emeğinden mekanik emeğe sıçrama idi. Gerçekten de Sovyet tarihi, endüstrileşmenin tarihidir. Yani, kapitalizm de, Sovyet "sosyalizmi" de, mekanik emeğin ürünlerini dağıtmak için ortaya çıkan toplumsal formasyonlardır. Sovyet sistemini komünizmin ilk aşaması olarak tanımlayan kafa karışıklığına rağmen, şurası açıktır: Üretken güçlerin kapitalizm altında olabilecek en yüksek düzeyi, komünist toplumun ilk aşamasına sıçramanın zorunlu koşuludur. (Alman İdeolojisi)

 

Uluslararası İşçi ve Komünist Hareketi

 

Tarihin gidişini kestirme, bilinçli bir gidişe çevirme görevi önündeki önemli bir engel dünya komünist hareketinin durumudur.

Uzun bir dönem bir bütün olarak sağa kayan Dünya Komünist Hareketi, uluslararası karşı-devrim dalgasına dayanamadı, çözüldü. Bu çözülüş karşısında, dünya devriminin genel ve temel çıkarlarının önüne parçaların dar ve kısa erimli çıkarlarını geçiren oportünizme karşı savaş daha büyük önem kazandı.

Bu savaşımın maddi güce dönüşmesi ve somut sonuç elde etmesi, dünya devriminin genel çıkarı doğrultusundaki devrimlerin başarısıyla yakından bağlıdır. Önemli bir zayıf halka olan Türkiye'nin komünistleri, oportünizme karşı savaşın, emperyalizme ve burjuvaziye karşı savaştan ayrılmayacağının bilinciyle çalışıyorlar.

Sovyetler Birliği'nin çözülmesiyle bir devir kapanmıştır. 19. yüzyılda başlayan sosyalizmin birinci evresi, sosyal-demokrat partiler kendi emperyalizmlerinin suç ortağı durumuna girdikleri için 1914 yılında sona erdi. Bunu izleyen sosyalizmin ikinci evresi de, uzun bir hastalığın ardından sosyalist sistemle birlikte çöktü.

Bugün sosyalizmin üçüncü evresinin eşiğindeyiz. Bu yeni dönem, sermayenin uluslararasılığına karşı savaşma yeteneğine sahip bir enternasyonalizmi gerektirmekte olup, küresel bir sosyalizm perspektifini dayatmaktadır.

Günümüzde, uluslarüstü tekellere karşı ulusal ölçekte örgütlenme ve eylemin yetersizliği açıkça görülmektedir. Tüm dünyada işçilerin savaşım programı uluslararasılaşmıştır.

Bugün dünya kapitalist ekonomisinde ortaya çıkan değişimlere, müfrezelerin kesimsel çıkarlarını değil, sınıfın dünya çapındaki genel çıkarlarını yansıtan ORTAK devrimci yanıt gereklidir. Dünya işçisinin ideolojik, siyasal ve örgütsel birliği gereklidir.

Yeni komünist hareketin dünya ölçeğinde mutlaka kendi zamanına, koşullarına ve siyasal misyonuna uygun örgütsel yapılar yaratması gerekir.

Bu örgütlenme, merkezi tek bir model içinde olmamalı, ülkelerin somut koşullarına göre ortaya çıkan değişik örgütlenme ve strateji biçimlerini kapsayabilmelidir. Çünkü dünya, ne en büyük ve güçlü partinin ve ne de partiler çoğunluğunun, çeşitli partilere haksızlık yapmadan, belirli strateji ve taktikleri dayatabileceği kadar bir-örnek değildir.

Her partinin, kendi izleyeceği yola ilişkin görüşlerinde serbest olduğu, küresel konuları içeren daha geniş, daha esnek bir birlik.

 

***

 

“Yaşayan sosyalizm”in çöküşü, komünist hareketin krizini derinleştirmiştir. (Kriz Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle başlamamıştır.) Ancak, Sovyetik anlayışın voluntarist/totaliter yöndeki temel kavramsal hatalarının anlaşılması ölçüsünde, bu çöküşe yas tutmaya gerek yoktur. “Yaşayan sosyalizmin” siyasal örgütlenmelerinin ve ideolojik kurgularının çöküşü, sosyalizm davasını uzun dönemde ilerletecektir, çünkü bu çöküş, gerçeğe dayalı toplumsal gelişme sürecinin önündeki engeli kaldırmıştır.

Sovyet döneminde komünist hareket Marksist teoriyi küçümsemiş ve siyasal amaçlara kurban etmişti. Yeni komünist hareketin en önemli görevi, bu zaafları aşmaktır.

Bilimsel-teknolojik devrimin belki de en önemli sonucu, her ülkenin içinde yer almak zorunda olduğu tek bir dünya ekonomisini iyice ortaya çıkarmasıdır. Gelecek sosyalizm, dünyadan soyutlanmamak zorundadır.

Geride bırakmakta olduğumuz çağ, burjuvazi, proletarya ya da proletarya ideolojisinin öncülüğünde burjuva demokratik devrimleri çağıdır. Bugün, proleter devrimleriyle kapitalizmden komünizme geçiş çağının eşiğindeyiz..

 

1.3. Emperyalizm ve savaş tehlikesi

 

Savaşların kaynağı emperyalizmdir. Savaş emperyalizmin yeni pazarlar elde etme, rekabeti kırma, ekonomik boyunduruk altında tuttuğu ülkelerde egemenliğini sürdürme siyasetinin şiddet araçlarıyla sürdürülmesidir. Emperyalizm için savaş, çözemeyeceği toplumsal sorunlardan toplumları kırarak kurtulma çabasının da bir aracıdır.

Emperyalizmin varlığı savaş tehlikesinin sürmesi demektir. Sovyetler Birliği'nin ortadan kalkmasıyla birlikte emperyalistler arası çelişkiler keskinleşmektedir. Savaşı önleyebilmenin tek kalıcı garantisi kapitalizmi yok etmektedir.

Ancak, 1945 sonrası dünyada önemli değişiklikler de ortaya çıkmıştır. II. Dünya Savaşı ardından, emperyalistler arası düşmanlıkları geride tutmada sosyalist ülkeler tehdidi önemli bir öğe idi. Fakat, dev uluslarüstü banka ve şirketlerin büyüyen rolü ve dünya kapitalizmine giderek artan biçimde aracılık eden yeni dünyasal kuruluşlar daha da önemlidir. Sermaye, ulusal karakterini yitirmesine bağlı olarak, karşıt kapitalist devletleri savaşa iten zorlamaları zayıflatmaktadır. Dahası, nükleer silahların savaştan caydırıcı etkisi de dikkate alınmalıdır.

Emperyalist ülkeler arasında, tek tek ya da bloklar halinde 50 yıldır savaş olmadı. Yakın bir gelecekte de böyle bir olasılık gözükmemektedir. Savaşlar ve işgaller hep oldu, oluyor. Fakat, ana kapitalist güçler birbirlerine karşı askersel bir tehditte bile bulunmadılar.

Savaş tehlikesi ortadan kalkmamıştır ama dünyanın yeni koşulları emperyalistler arası savaşların "kaçınılmaz" olduğu tezini reddetmektedir.

   

2. TÜRKİYE'DE KAPİTALİZM

 

Türkiye emperyalizmin sömürüsü altında, sermaye, teknoloji ve bilgi açılarından emperyalizme bağımlı, üst-orta derecede gelişmiş bir kapitalist ülkedir. Endüstri, büyük bir ağırlıkla başı çeken sektördür.

 

2.1. Türkiye kapitalizminin gelişme özellikleri

 

Halk devrimine yol vermemek koşuluyla, kurtuluş savaşıyla emperyalist işgalcileri kovmak, pazarını başkasına kaptırmamak Türkiye burjuvazisinin işine geldi.

Emperyalist işgalciler kovulunca, burjuvazi devletin tüm olanaklarından yararlanarak kapitalizmi geliştirme yolunu tuttu. Ekonomik, toplumsal, siyasal her türlü şiddet ve kandırmacayı uygulayarak ilkel sermaye birikimini sürdürdü.

Cumhuriyetin ilk yıllarında devlete, İzmir Ekonomi Kongresi’yle oldukça liberal bir siyaset biçildi. Devlet burjuvazinin güçlenmesi için elverişli koşulları ‘dolaylı’ yoldan sağlamayı üstlendi. Ne var ki, ülkede yeterli sermaye birikiminin yokluğu ve 1929 bunalımının etkileri, 1932’de devleti ekonomiye doğrudan katılmak, ‘devletçilik’ (etatizm) yolunu izlemek zorunda bıraktı.

Emperyalizmle bağlarını hiç öldürmeyen burjuvazi 1950'ye gelirken, yüklüce bir sermaye birikimi sağlamıştı. Büyük burjuvazi ve bağlaşığı olan büyük toprak sahipleri bu dönemde emperyalizmle iyice kucaklaştılar.

1950 sonrasında Türkiye'de hızlı bir ekonomik gelişme yaşandı, ancak bu gelişmeye büyük dengesizlikler eşlik etti. Bu dönemde, emperyalizmle işbirliği içinde büyük burjuvazi hafif endüstri temelinde hızla tekelleşme yolundan yürüdü. Devletçilik siyaseti, sermaye birikimi mekanizmasını harekete geçirme işlevini tamamlayınca bırakıldı. Ama devletin ekonomik eylemleri yok olmadı. Devlet bu kez, büyük sermayenin finans-kapitalleşme sürecinde etkin rol almaya başladı.

Kapitalizm Türkiye'de serbest rekabetçi dönemi yaşamadan daha baştan tekelci olarak gelişti. Bankalar, devlet ve yabancı sermaye ile birlikte, tekellerin doğuşunda ve gelişmesinde en önemli rolü oynadı. Bu nedenle tekelleşme sürecinin kendisi banka ve endüstri sermayesinin içiçe geçme, yerli  finans-kapitalin ortaya çıkma süreci oldu. Bu süreç, 1960'larda ekonomide tekellerin ağırlık kazanmasını, 1970'lerde finans-kapital egemenliğini getirdi. Aynı zamanda sermaye ve mal ihracı olarak dışa açılma, emperyalistleşme gereksinimi ağırlık kazandı.

1960-70 döneminde, yeniden planlama ve hızla artan devlet işletmeleri gözlenmektedir. Devlet, banka, endüstri, yabancı sermaye, “ordu” sermayelerinin karması kuruluşlar ortaya çıkmıştır. Türkiye'de ordunun üst katlarını tutmuş militarist klik, finans-kapitalle kaynaşmıştır.

1970'lerde devletin rolü nitelik olarak farklıdır. Bu yeni aşama, devletin tekellerin eline geçmesiyle belirlenir. Tekellerin gücüyle devletin gücü tek bir mekanizmada bütünleşmiştir. Devlet, tekelci sermayenin genişletilmiş yeniden üretim sürecinin en önemli parçası olmuştur.

1980'ler ve özellikle 90'lar Türkiye kapitalizminin (iç pazar, sermaye ve mal ihracı olarak) dünya ekonomisine yoğun biçimde bütünleştiği yıllardır. Bu dönemde bir yandan iç pazar yabancı sermaye ve mallara açılmış (endüstrinin rekabet gücünü de gösterir), öte yandan yerli finans-kapital mal ve sermaye ihracını ciddi boyutlara çıkarmıştır. Ülke geneli orta derece gelişmişliğini sürdürürken, finans-kapital gurupları üretim kalitesi, yönetim teknikleri ve küresel bakış açısından dünya sıralamasında üst sıralara tırmanmaktadır.

Finans-kapital, Türkiye’deki orta derecede gelişmiş taban üzerinde doğmuş, o tabanı kendi çıkarlarına bağımlı kılmıştır. Bugün Türkiye'de finans-kapitalin yanısıra yaygın bir küçük ve orta kapitalist ve ondan da yaygın bir küçük burjuva üretimin varlığı, özellikle de bu sonuncusu, ülkenin orta gelişmişliğinin önemli bir göstergesidir.

 

***

 

Emperyalist işgalin kovulmasına köylü devrimi eşlik etmediği için, tarımda kapitalizmin gelişmesi evrimci yoldan oldu. Köylülük, bir karış toprak parçası üzerinde, sancılı bir süreç içinde ayrışmaya bırakıldı.

Ondokuzuncu yüzyıldan bu yana sürmekte olan Prusya tipi kapitalistleşme ile, endüstride yaşanan süreç, kabaca 10 yıl geriden tarımda da izlendi. 1950'lerde kapitalizm yolunda patlama geçiren tarıma asıl gelişme 1960'larda geldi. Artık tarımda da kapitalist üretim ilişkileri egemendir. Finans-kapital tarıma da dalmış, tekelleşme oldukça ilerlemiştir.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yarı-feodal kalıntılar yer yer sürmektedir. Ancak kapitalizm bu ilişkilerin hepsini kendi işleyişi içine almış, böylece sömürüsünü iyice barbarlaştırmıştır.

 

2.2. Türkiye'de devlet-tekelci kapitalizminin sonuçları

 

Türkiye'de devlet-tekelci kapitalizmi oluşumu Batı'daki sonuçları doğurmuyor. Dünya emperyalist sisteminin bugünkü aşamasında, Türkiye'nin, bu anlamda emperyalistleşebilmesi güçtür. Yapılan sermaye ihraçlarıyla Türkiye, alt emperyalist, ya da "emperyalizmin atlama tahtası" olmaktan öteye geçememektedir.

Aşırı olgunlaşmış olan "emperyalistleşerek sorunları çözme" isteği, alt emperyalistleşme ile sonuçlanmış ve bu durum ülkeyi yeni karmaşık çelişkiler içine sokmuştur. Türkiye finans-kapitali varlığını sürdürebilmek için yine asıl olarak ülke içinde sömürüyü yoğunlaştırmak, iyice keskinleşen sınıf çelişkilerini de "bastırmak" zorundadır.

Yaygın küçük üretim tabanı üzerinde finans-kapitalin ekonomiye egemen olduğu, alt emperyalistleşmenin sorunları çözemediği, üstelik yerli tekellerle içiçe geçmiş emperyalizmin her yoldan sömürdüğü ve askersel güdümü altında tuttuğu bir ülke olan Türkiye, ekonomik, toplumsal ve siyasal bunalımların kıskacından kurtulamamaktadır.  

 

3. TÜRKİYE'DE DEVRİMİN KARAKTERİ

 

3.1. Devrimci aşama: İleri demokratik halk devrimi

 

Türkiye'de ana düşman yerli finans oligarşisi ve emperyalizmdir. Kapitalist bir ülke olan Türkiye'nin önündeki toplumsal devrim aşaması sosyalizmdir.  Ancak, Türkiye devriminin önündeki ilk adım, halk sınıflarının savaş birliği ile ana düşmanı erkten alaşağı edecek, iktidarın sınıf niteliğini değiştirecek siyasal devrimdir.

Türkiye somutunda partimizin ileri demokratik halk devrimi olarak adlandırdığı bu devrim, her siyasal devrim gibi, demokratik bir devrimdir. İDHD'nin amacı, nesnel mantığı toplumsal devrime yolu temizlemektir. Toplumsal ruha sahip bir siyasal devrim olmaktır.

Bu nedenle, işçi sınıfının devrimdeki ilk adımı, kendisini yönetici sınıf konumuna yükseltmektir. Bu da demokrasi kavgasını kazanmak demektir.

   

Siyasal devrim gerçek demokrasi sorunudur

   

Türkiye'de yaşamın her alanında demokratikleşme, toplumsal gelişme için kesin bir zorunluluktur. Ülkemizde anti-feodal çerçeveden çoktan çıkmış olan demokrasi savaşımı, artık ancak kapitalizmden sosyalizme geçiş olan bir üst çerçeve içinde verilebilir.

Türkiye'de siyasal devrim, gerçek demokrasiyi yerleştirme sorunudur.

Kapitalizm, demokratik dönüşümlerle değil, ekonomik devrimle yıkılabilir. Ancak, demokrasi kavgasını başarıyla vermeyen bir işçi sınıfı halkın öncülüğünü kazanıp İDHD'yi gerçekleştiremez. Dolayısıyla, toplumsal devrime de yürüyemez. Siyasal devrimin başarılabilmesi, devrimin ardından yeni bir devletin kurulabilmesi, halkın çoğunluğunun devrim sürecine ve devlet işlerine aktif katılımını gerektirir.

Siyasal devrimin toplumsal devrime ilerleyebilmesi de, demokrasiyi geliştirmeyle doğrudan bağlıdır. Kapitalizm, üretim araçları üzerinden özel mülkiyeti kaldırmadan yıkılmaz ama üretim araçlarının yönetimi için tüm halkı devletin demokratik örgütlenmesi içinde seferber etmeden de, bu alanda hedeflerimizle tutarlı sonuçlara ulaşılamaz.

   

Neden “ileri demokratik” ve neden “halk devrimi”

   

Her siyasal devrim, demokratik bir devrimdir. İçeriği, hangi sınıfın devrimi olduğuna göre değişir. Burjuva demokratik devrimin içeriği, ülkenin toplumsal ve siyasal ilişkilerinin feodalizmden arınmasıdır. İDHD’nin ise, kapitalizmin önündeki engelleri temizlemek gibi bir görevi yoktur. O, finans-kapitale karşıdır.

Burjuva demokratik devrim genel olarak orta burjuvazinin, özellikle kır burjuvazisinin de işine yarar. İDHD’nin böyle bir işlevi yoktur.

Bunlar İDHD’nin ileri içeriğini gösterir.

Devrimimizi gerçek bir halk devrimi yapan temel özellik şuradadır: İDHD’nin canalıcı hedefi, siyasal devrim aşamasında burjuva devlet aygıtının yıkılmasıdır. Kapitalizm koşullarında, burjuvazinin bürokratik askersel aygıtının yıkılması, her devrimi gerçek halk devrimi yapan ilk koşuldur.

İDHD'nin ilk adımda gerçekleştireceği dönüşümler programı, kapitalizmin teorik çerçevesini aşmayan ama pratik çerçevesini aşan demokratik bir programdır.

Bu nedenle, İDHD programı sosyalizm değildir ama işçi sınıfı hegemonyasındaki iktidar altında artık kapitalizm de değil, sosyalizme doğru dev bir adımdır. İşçi sınıfı hegemonyasında İDHD ile toplumsal devrim, tek bir devrimin iki anıdır.

Türkiye'de proletarya, ülke somutunun belirlediği bağlaşıklıklar içinde iktidarı alacaktır. Her devlet (diktatörlük) bir iktidar blokudur, ancak her devlet tek bir sınıfın diktatörlüğüdür. (İki sınıfın birlikte iktidarı kısa süreli, geçici bir durumdur.)

Türkiye işçi sınıfı iktidarı aldığında, bu proleter devrimdir, proletarya diktatörlüğü kurulur.

Türkiye'de tarihsel olarak kapitalizm altında çözülmüş olması gereken sorunlar vardır. Bunlar proleter devriminin açınım kazanması, tüm halkın ayağa kalkması için kaldıraç olacaktır.

İDHD yalnızca işçi sınıfının ve yoksul kır-kent emekçilerinin (yarı-proletarya) değil, tüm orta sınıfın (küçük burjuvazinin) da çıkarlarını temsil edecektir.

 

3.2. Sınıfların konumu ve devrimde halkın birliği

 

Burjuvazi

 

Türkiye halkının ana düşmanı yerli finans-kapital, emperyalizmle organik olarak bağlıdır.

Türkiye burjuvazisi geneliyle tekeller üzerinden yürüyen bir ilişkiyle emperyalizme bağımlıdır. Türkiye sermayesi (tekelci ve tekeldışı) emperyalist finans kapitalin genişletilmiş yeniden üretim sürecinin parçasıdır.

Bunun sonucu, burjuvazinin elinde toplanan artık değerin bir bölümünün emperyalistlere transferidir, ki bu, burjuvaziyle emperyalizm arasındaki çelişkilerin ekonomik temelidir.

Türkiye burjuvazisinin emperyalizme bağımlılık mekanizması, burjuvazinin çeşitli gruplarını değişik biçimde etkilemektedir. Türkiye'de emperyalizme bağımlı kapitalizm derinleştikçe, hem kendi içinde, hem uluslararası alanda işbölümü ve entegrasyon ilerledikçe, burjuvazinin çelişkileri de giderek iç ve dış tekelci sermayenin içindeki çelişkilerin izdüşümü olarak ortaya çıkmaktadır.

Tekelci sermaye ile tekeldışı sermaye, tekelci kapitalizmin egemen olduğu yapının parçalarıdır. İkisi arasında çelişkiler olduğu gibi, yarar ilişkisi de vardır. Aralarındaki çelişkiler bu yarar ilişkileri içinde doğmaktadır.

Bu durum, tekeldışı sermayenin bir bütün olarak tekelci sermayeye karşı direnişini olanaksızlaştırmış, siyasal birliğini kırmıştır.

Türkiye'de tekeldışı burjuvazi devrimci değildir, devrime karşıdır. Halk sınıflarının saldırısı şiddetlendikçe, bu kesimin daha büyük bölümü giderek daha aktif biçimde karşı-devrim saflarına geçecektir.

Türkiye'de tekeldışı burjuvazi demokrat değildir. Türkiye'de liberalizm ile demokratlık birbirinden ayrılmıştır. Tekeldışı burjuvazinin liberalizmi tekeller karşısında nefes alabilme isteğinden doğar ve hem ekonomik, hem de siyasal alanda iyi örgütlenmiş bir kurallar sistemi (yasalar vb.) isteğinde somutlaşır.

Türkiye'de tekeldışı burjuva liberalizminin demokratlıktan ayrılmış oluşunun göstergeleri, onun emperyalist siyasete olan gönüllülüğü, faşizme karşı tutarlı bir savaş vermekten uzak oluşu, Kürt halkına karşı şövenist tutumudur.

Türkiye'de tekeldışı burjuvazi anti-emperyalist değildir.

Tekeldışı burjuvazi sömürülen değil, sömüren bir kesimdir.

Tekeldışı burjuvazinin bu özelliklerini görmek, onu tekelcilerle aynı kefeye koymak değildir. Tekeldışı burjuvaziyle emperyalizm ve tekelci burjuvazi arasında önemli çelişkiler vardır ve bunların toplumsal siyasal yaşamda oynadıkları bir rol de vardır.

Tekeldışı burjuvaziyle sınırlı ve geçici uzlaşmalar yapılabilir. Ancak, böyle uzlaşmaların "anti-tekel, anti-emperyalist" bağlaşıklık gibi bir anlamı yoktur.

Sınıf savaşı çözümleyici ana yaklaştığında, egemen sınıf içinde, hatta baştan sona tüm eski toplum içinde çözülme öyle belirgin bir durum alır ki, egemen sınıfın küçük bir bölümü sınıfıyla bağlarını koparıp, geleceği elinde tutan sınıfa katılır. Bu tarihsel yargı Türkiye için de doğrudur. Ülke devrim anına yaklaştıkça tekeldışı burjuvazinin çoğunluğu ve etkin siyasal güçleri karşı-devrim safında aktif yer alırken, küçük bir kesim halk saflarına geçecektir. Bu gerçek ne genel yargıyı değiştirir, ne de komünistlerin siyasetlerini bu kesim üzerinde kurmalarını gerektirir.

Komünistlerin tekeldışı burjuvaziye karşı taktiğinin birinci ve temel yönü onu halk sınıflarından soyutlamak, ikinci yönü, onu ana düşman olan tekelci burjuvazi ve emperyalizmden tarafsızlaştırmaktır.

         

Küçük burjuvazi

         

Türkiye'de kırsal alanlarda ve kentlerde yoğun bir küçük burjuva yığın bulunmaktadır. Bürokrasi ve aydınların büyük çoğunluğu da küçük burjuvazi kapsamı içinde yer almaktadır.

Finans-kapitalin, küçük ve orta üretimi çıkarına uygun yönde biçimlendirmesiyle, geleneksel basit meta üreticisi hızla erimektedir. Öte yanda, eriyen geleneksel küçük burjuvazinin yerini yenisi ve finans-kapital ağı içinde örgütlenmişi almaktadır. Bu iki yönlü etki, küçük burjuvazi içinde çelişkili süreçler yaratmaktadır.

Küçük burjuvazi ara sınıftır, sallantılıdır. Burjuva etkilere her zaman açıktır, ideolojik saldırılardan, siyasal baskılardan etkilenir. Tam ve tutarlı demokratlıktan uzaktır. Ancak tüm burjuva iktidarlar da, bu sınıfın ekonomik-demokratik haklarına saldırmaktadır. Bu, küçük burjuvazinin devrimci potansiyelini belirler.

Türkiye'de kent ve kır küçük burjuvazisi (Kürt halkının geniş bölümü de içinde olmak üzere) nesnel olarak halk sınıflarının özgürce örgütlenebilecekleri bir demokrasiden yanadır.

Küçük burjuvazi devrimimizin temel bir sorunudur. İşçi sınıfı küçük burjuvaziyi kendi yanına kazanmadan devrimi gerçekleştiremez. Bunun için, küçük burjuvazinin tekellere ve emperyalizme karşı olan çıkarlarını savunmak, geniş küçük burjuva yığınlar üzerindeki burjuva etkileri kırmak sonuç belirleyici önem taşır.

 

İşçi Sınıfı

         

Kapitalizmin iki temel sınıfından biri, tüm zenginliklerin gerçek yaratıcısı işçi sınıfı, Türkiye'de sayısal olarak en büyük sınıftır. Ayrıca üretimde tuttuğu yer nedeniyle toplumdaki ağırlığı sayısıyla da ölçülemez. İşçi sınıfı, kapitalizmin tek devrimci sınıfıdır.

Tarım işçileri de içinde olmak üzere Türkiye işçi sınıfı devrimin ideolojik, siyasal, örgütsel, askersel öncüsüdür. Ülke koşulları bunu gerektirmektedir.

Finans oligarşisi emperyalizmle bir olmuş, tüm ülkeyi sömürüyor. Buna karşı endüstri proletaryası tüm sömürülenlerin hakkını savunma, onlara kurtuluş yolunu gösterme ve kurtuluş için ortak savaşı yönetme görevini, toplumsal gelişmenin bayrağını taşıyor.

Türkiye işçi sınıfı yalnızca kendi çıkarlarını savunarak, dört bir yanında yürüyen haksızlığa, sömürüye, zulme seyirci kalarak tarihsel görevini yerine getiremez. Onun tarihsel gücü, her çeşit baskının, ezginin, sömürünün ardıcıl düşmanı olmaktan gelmektedir. İşçi sınıfının bu can alıcı görevini kavraması ve yerine getirmesi, devrim sürecinde proletarya hegemonyasını kurması anlamına gelir.

         

Proletarya hegemonyası ve birlik

         

İşçi sınıfının gerçek siyasal birliği, onun kendi partisi olan, Marksizm-Leninizm ve proletarya enternasyonalizmi temelinde çalışan komünist partisinin sınıf siyaseti çevresinde oluşur.

Proletarya hegemonyası, işçi sınıfının iradesini öteki sınıf ve katmanlara benimsetmesidir. Bu, yaşamda, işçi sınıfı partisi ve onun çevresini saran örgütler aracılığıyla gerçekleşir.

TKP'yi, onun savaş yolunu olabildiğince geniş yığınlara maletmek, işçi sınıfı hegemonyasını sağlamanın en önemli aracıdır.

İşçi sınıfının hegemonyayı sağlaması, yığınların önüne geçmesi için, var olan güçlerin tutarsızlığını yığınlara gösterebilmesi, kendisini ayırabilmesi gereklidir. Bağlaşıkların yetersizliğini yığınlara göstererek onların gerçek sınıf kavgasına yönelmelerini sağlama, aynı zamanda devrimi ilerletme sorunudur.

Hegemonya ile birlik çelişmez. Tam tersine hegemonyayı gerçekten sağlayacak güç olmadan kalıcı birlikler kurulamaz. İşçi sınıfının başı çekecek güçte olması, başarılı birlik için baş koşuldur.  

 

 

4. İLERİ DEMOKRATİK İSTEMLER - DEVRİMCİ DÖNÜŞÜMLER

 

4.1. Acil demokratik istemler

 

1. 1982 Anayasası kaldırılmalıdır.                               

2. Milli Güvenlik Kurulu lağvedilmelidir.                                 

3. Genel Kurmay Başkanlığı, Savunma Bakanlığı'na bağlanmalıdır.                    

4. Özel Kuvvetler Komutanlığı, Özel Harekat Dairesi, Jitem gibi  “terörle mücadele” kuruluşları lağvedilmeli, suça karışmış Özel Timciler yargılanmalıdır.                    

5. Koruculuk sistemi kaldırılmalı, silahları toplanmalı, suça karışmış korucular yargılanmalıdır.    

6. MİT gibi kuruluşlar halkın ve Meclis'in denetimine açılmalıdır.                            

7. Polis ve jandarmanın yargı ve ceza kurumlarıyla ilişkisi kesilmeli, polisin sorgu yetkisi kaldırılmalı, bir "Adliye Polisi" kurulmalıdır.                                           

8. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu siyasal iktidarlardan özerkleştirilmelidir.              

9. DGM’ler kaldırılmalı, DGM'lerde süren davalar olağan mahkemelere aktarılmalıdır.

10. İşkence yok edilmeli, işkenceciler cezalandırılmalıdır.

11. Mafya-devlet ilişkisi kurutulmalıdır.

12. Devlet görevlilerinin seçilmiş yerel yöneticilere karşı süren üstünlüğüne son verilmelidir.                                           

13. Ordu ve polis dahil tüm kamu çalışanlarına grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkı ve dernek kurma, partilere üye olma hakkı tanınmalıdır.                       

 

4.2. İşçi sınıfının acil istemleri

Türkiye'de bir yandan devlet-tekel bütünleşmesi, öte yandan finans-kapitalin genel olarak “zor kullanma” eğilimi nedeniyle, ekonomik savaşımların nesnel olarak siyasal nitelik alış süreci hızlanmıştır. Bu durum, işçi sınıfımızın, ekonomik-siyasal savaşım bütünlüğünü daha derinden kavramasında kolaylıklar getirmektedir.

İşçi sınıfımız yoğun bir sömürü ve zorbalık altındadır. Sömürü oranı, ileri kapitalist ülkeler sömürü oranından çok daha yüksektir.

Kapitalizmin işçi sınıfının durumunda “göreceli kötüleşme” yasası Türkiye'de açıklıkla işlemektedir.

İşçi ücretleriyle işgücü değeri arasında büyük bir uçurum vardır. Resmi asgari ücret niteliksiz işgücü değerinden daha düşüktür ve tüm ücretleri geri çekici etki yapmaktadır. Üstelik, resmi asgari ücretin de uygulanmadığı geniş kesimler vardır. Bu bakımdan, hem genel uygulanması, hem niteliksiz işgücü değerine uygun saptanması için asgari ücret önemli bir savaşım odağıdır.

İşçi sınıfımızın iş koşulları da aldığı ücret denli kötüdür. Türkiye, dünyanın en çok iş kazası olan ülkeleri arasındadır. Sigorta kapsamına giren işçilerin büyük bir bölümü sigortasız, kaçak çalışmaktadır. Onların durumları daha da kötüdür.

Bir de kaçak bile çalışamayan milyonlarca işsiz vardır. İşsizlik hem ücretlerin düşüklüğünde yansımakta, hem o düşük ücretlerin bile işçi sınıfımızın yaşam düzeyini olduğundan daha yüksek göstermesini getirmektedir. Ekonomik-sendikal haklar için savaşmak, işçi sınıfımızın sağlığı, yaşamı, geleceği açısından büyük önem taşımaktadır. Bu haklar uğruna savaş, sınıfın geri kesimlerini savaşa çekmek için de güçlü bir araçtır.

Dünya pazarına bütünlenmiş Türkiye'de de teknolojik gelişme üretimde zorunlu emek zamanını azaltmaktadır. Bunun sonucunda iş saatlerinin kısalması gerekirken, kapitalizmin kar yasası insanlığın önünde ufuk açan gelişmelerin toplumsal gelişmenin çıkarları doğrultusunda kullanılmasını engelliyor.

Rasyonalizasyon-otomasyon en başta yığınsal işten çıkarmalar anlamına geliyor. İşçi sınıfının yedek ordusu hızla büyürken, işli işçilerin ücretleri düşüyor, fazla mesai azalmadan sürüyor. Sömürü derinleşiyor.

İşçi sınıfı teknolojinin gelişmesine değil, faturanın kendisine ödetilmesine karşı çıkar. Otuz saatlik iş haftası, işçi sınıfına sömürüyü ve işsizliği sınırlama, kendi bedensel ve zihinsel gelişmesine zaman ayırma ve pencereden bakan komünizmin önüne koyduğu görevlere daha hızlı hazırlanma açısından engin bir olanak olacaktır.

Otuz saatlik iş haftası işçi sınıfının gündeminde en önlerde yer alan yakıcı bir savaşım odağıdır.    

Komünistler ekonomik-sendikal savaşım hedefi olarak kapitalizmin ve sınıf savaşının ulaştığı gelişkinlik düzeyine uyarlı hedefler gösterirler. İstemlerini burjuvazinin kabul sınırları içinde tutmazlar.

Komünistler, zorba erk yıkılmadan istemlerin kalıcı olarak elde edilemeyeceğini bilirler. Tüm ekonomik-sendikal ve demokratik istemleri devrim hedefine bağlarlar.

Ekonomik savaşımın öneminin giderek arttığı koşullarda işçi hareketinin önündeki acil istemler şunlardır:

1. Tüm ücretli işçiler için en çok altı saatlik işgünü. Tehlikeli ve sağlığa zararlı işlerde işgününün dört ile beş saat arasına düşürülmesi.

2. Tüm ücretli işçilere, haftada 2 günün altına düşmeyen, kesintisiz hafta tatili.

3. Eşit işe eşit ücret.

4. Bugünkü biçimiyle fazla mesainin kaldırılması, zorunlu olduğu durumlarda çifte ücret, gönüllülük ve kısa süre esasına oturtulması.

5. Asgari ücretin, niteliksiz işgücü değerini yansıtması, bunun için iki çocuklu bir ailenin fiziksel ve toplumsal-kültürel tüm gereksinimlerinin dikkate alınması, net olarak ve her yıl toplu sözleşmeler dönemi öncesinde saptanması ve tüm ücret belirlemelerinde ortak taban alınması.

6. İşçilerin tam sağlık ve sosyal sigortası:

     a. Ücretli emeğin her türü için,

     b. Hastalık, yaralanma, sakatlık, yaşlılık, iş hastalıkları, doğum, dul kalma, yetimlik, işsizlik için,

     c. Sigorta bedellerinin tümünün kapitalistler ve devlet tarafından   karşılanması.

7. İşverenin yasal yükümlülüğü altında işçiler için meslek eğitimi.

8. Çocukların çalıştırılmasının, 12 yaşından başlayarak, yaşa göre günde 2-5 saat arasında sınırlandırılması, eğitimle işin eşgüdümünün sağlanması ve çocuk sağlığına zararlı iş kollarında tümden yasaklanması.

9. İş ve çalışma yaşamıyla ilgili uyuşmazlıklara bakan tüm yargı ve hakemlik kurullarında işçilerin seçtiği temsilcilerin bu kurulların çoğunluğunu oluşturacak şekilde yer alması.

10. Tüm emekçilere grevli, toplu sözleşmeli tam sendikal haklar tanınması, lokavtın yasaklanması.

 

Dış ülkelerdeki işçiler

 

Çoğunluğu Batı Avrupa'da olmak üzere, emperyalist ülkelere ucuz işgücü satmak için gitmiş geniş bir Türkiye'li işçi yığını vardır. Dış  göç, ulusal farklılıkları törpüleyen, ulusal önyargıları kıran, Türkiye işçisini dünya işçi sınıfına bütünleyen ilerici bir olgudur.

Ancak, Türkiyeli göçmen işçilerin durumundan hem emperyalist ülke burjuvazisi, hem Türkiye burjuvazisi yararlanmaktadır. Türkiyeli göçmen işçiler en düşük ücretlerle ve en kötü koşullarda genellikle niteliksiz ve kötü işlerde çalışmakta, yoğun bir sömürü altında bulunmaktadır.

Emperyalist ülke burjuvazisi bir yandan hem göçmen işçilerin doğrudan sömürüsünden, hem onların rekabetlerinin sonuçları nedeniyle yerli işçilerin artan sömürüsünden büyük bir artı-değer elde etmekte, öte yanda işçi sınıfının bölünmüşlüğünden kendi erkini sürdürmek için yararlanmaktadır. Bu bölünmüşlüğü canlı tutmak için yabancı düşmanlığını körüklemektedir.

Türkiye finans-kapitali açısından göçmen işçiler önemli bir döviz kaynağı oluştururken, işsizlik vb. sorunları hafifletmeye de yaramaktadır. Bu nedenle sermaye, göçmen işçilerin Türkiye'ye dönmesine karşıdır ama “entegre” olmalarına da karşıdır. Emperyalist ülke işçileri ile Türkiyeli işçiler arasında bölünmüşlük ve düşmanlık onun da işine gelmektedir. O da Türkiyeli işçiler arasında ulusçu fikirlerin yayılması için çalışmaktadır.

İşçi sınıfı “asimilasyon”a karşı değildir. Zora dayalı olmamak koşuluyla entegrasyonu ilerici olarak değerlendirir. Onun belgisi demokrasinin uluslararası kültürü, dünya işçi sınıfı hareketinin kültürüdür.

Türkiyeli göçmen işçiler sorununda şu istemler tarihin hareketine ve dünya işçi sınıfının çıkarlarına uygun olarak yükseltilmesi gereken istemlerdir:

1. Göçmen işçilere yerli işçilerle eşit ücret ödenmesi, Avrupa çapında ücret düzeylerinin ve çalışma saatlerinin aynılaştırılması,

2. Göçmen işçilerin gittikleri ülkede üç ay ikametten sonra, o ülkenin vatandaşlığına geçebilme hakkını kendiliğinden kazanmaları,

3. Bulundukları ülkenin her çeşit siyasal (seçme-seçilme vb.), toplumsal haklarından eşit düzeyde yararlanabilmeleri,

4. Göçmen işçilerin sayısı, ülkeye giriş-çıkışları, serbest dolaşımları, ailelerinin getirilmesi vb., konularındaki tüm engeller ve kısıtlamaların kaldırılması.

 

4.3. Gençlik

 

Gençlik halkımızın geleceğidir. Ülkemiz nüfusunun yarısından çoğu 20 yaşın altındaki gençlerden oluşmaktadır. Gençliğimizin büyük çoğunluğu halk sınıflarından gelmektedir.

İşçi sınıfının üzerindeki ağır sömürü, sınıfın genç kesimleri üzerinde daha katmerlidir. Çocuk emeği sömürüsü yaygındır. Genç işçiler her türlü sendikal haktan yoksun asgari ücret, sigorta, vb. uygulamalarının dışında tutulmaktadır. Çıraklık adı altında, en kötü koşullarda çalışmaktadırlar.

Emperyalizme, faşizme karşı eylemci bir geleneği olan yüksek öğrenim gençliğine, burjuva devletinin gericileşmesi oranında saldırılar artmaktadır.

Gençliğimiz için şu haklar acil önem taşımaktadır:

1. Genç işçilere iş yerinden ücretli izinle eğitim hakkı,

2. Öğrenimle endüstriyel eğitimin kaynaştırılması,

3. Her düzeyde parasız eğitim, yaygın burs uygulaması, gençliğin ihtiyaçlarına yanıt verecek ücretsiz yurt sağlanması,

4. Her isteyene yüksek öğrenim olanağı,

5. Eğitimin gerici içeriğinden arındırılarak toplumsal gelişmenin gerekleri yönünde yeniden örgütlenmesi. Gençliğin eğitimin planlamasına katılımı,

6. Üniversitelere tam özerklik verilmesi, seçimle oluşturulmuş öğrenci temsilciliklerinin öğrenim birimlerinin yönetimine doğrudan katılımı,

7. Temel eğitimin zorunlu ve 11 yıl olması,

8. Gençliğin siyasal yaşama aktif katılımının önündeki engellerin kaldırılması ve seçme yaşının 16'ya, seçilme yaşının 18'e indirilmesi,

9. Gençlik için tüm ülkede yaygın spor ve kültür merkezleri ağının kurulması ve bu merkezlerin gençlerin seçeceği temsilcilerce yönetilmesi, gençlerin toplumsal yaşamın tüm alanlarına aktif katılımının sağlanması,

10. Ailesini yitirmiş ya da ailesiyle birlikte yaşamak istemeyen çocuk ve gençlerin tüm gereksinimlerinin devletçe karşılanması, geleceklerinin garanti altına alınması.

 

4.4. Kadın

 

Kadının ezilmesi, insanın insan tarafından sömürüsüyle bağlı olduğundan, sömürünün yok edilmesi, sosyalizm, kadınların kurtuluşunun başlangıcı olacaktır. İşçi sınıfının ve kadınların kurtuluşu bu nedenle birbirine bağlanmıştır.

Kadın sorunu yalnızca kadınların değil, erkeklerin de sorunudur. Kadın eşitliğe ve özgürlüğe kavuşmadan erkek de eşit ve özgür olmayacaktır.

Bilimsel teknolojik devrim ile, kadının ekonomik ve toplumsal kurtuluşunun maddi temelleri olgunlaşmaktadır. Bu dev ilerleme sömürücü sınıfın uyguladığı  aile biçiminin ve kadına verdiği rolün, siyasal ve toplumsal yaşamdan onları uzak tutuşunun her biçiminin parçalanmasına olanak tanımaktadır.

Ancak, işbölümü ortadan kalkmadan, burjuva hakkın dar çevreni aşılmadan, yani hak katkıya bağlı olmaktan çıkmadan kadın tam kurtulamaz. Kadının gerçek kurtuluşu komünizmdedir.

Türkiye'de kadın toplumun her alanında “ikinci sınıf” vatandaştır. İşde, evde, yasalar karşısında, her zaman eşitsizlik, haksızlık, ezgiyle karşı karşıyadır.

Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte Türkiye'de kadının ekonomiye katılımında nicel ve nitel bir gelişme olmuştur. Kurtuluşunun öteki sınıf kardeşleriyle birlikte savaşımdan geçtiğini yaşayarak görmektedir.

Kadınların işçi-emekçi olmaktan kaynaklanan, sınıflı toplumlara özgü sorunları, istemleri vardır. Bu özgül istemler işçi sınıfının istemleriyle çelişmeyen, onlara boyut kazandıran istemlerdir.

 

***

 

İleri demokratik hak devrimi kadın sorununun çözümünde önemli bir adım olacaktır:

1. Kadınların yasalar karşısında tam eşitliğinin sağlanması, kadınları aşağılayan boşanma uygulaması, zina yasası vb, kaldırılması, yeni medeni hukukun hak ve görevlerde tam bir kadın erkek eşitliği anlayışı içinde yeniden yazılması,

2. Ekonomik, kültürel, toplumsal, siyasal yaşamın her alanında kadın-erkek eşitliği, fırsat eşitliği sağlanması. Kadınların gece kurslarına, parti, sendika ve dernek toplantı ve çalışmalarına katılmalarını sağlayacak yatılı kreş, yuva ve ilkokullar açılması ve kadının siyasal yaşama aktif katılmasının önündeki engellerin kaldırılması,

3. Ülkenin somut koşulları gözönünde bulundurularak, tüm yönetim, yasama ve yargı organlarında, parti, sendika, meslek örgütü ve derneklerin karar organlarında kadın ve erkeğin eşit oranda yer alması için gerekli çalışma ve eğitimin gerçekleştirilmesi,

4. Ordu dağıtılıp, yeni halk ordusu ve halk milisleri kurulurken, kadınların da katılımının sağlanması,

5. Ev işlerinin toplumsallaştırılması için kollektif yemekhaneler, kollektif çamaşırhaneler, vb., açılması,

6. Ev işleri ve çocuk bakımı tam anlamıyla toplumsal bir karaktere sahip olana dek, bu işlerin erkek ve kadın tarafından ortak yürütülmesi konusuna gerek yasalarda, gerekse ideolojik eğitimde ağırlık verilmesi,

7. Doğum kontrolü ile hamilelik sürecini kaldırmanın, tüm kadınlara eşit ve parasız bir hizmet olarak sunulması ve bu konularda yaygın eğitim sağlanması,

8. Kadınların kazançlarından kaybetmemek ve bedelsiz ilaç ve tıbbi yardım almak koşuluyla doğumdan önce ve sonra 8'er haftalık süre için işten serbest bırakılmaları,

9. Kadınların çalıştığı bütün kuruluşlarda kreşler kurulması, emziren analara üç saati geçmeyen aralıklarla, yarım saatin altına düşmeyen izin, böyle anaların işgünlerinin 6 saate düşürülmesi,

10. Kadınları aşağılayan her çeşit işin yasaklanması, ayrıca kadınların çalıştıkları tüm mesleklerin bu açıdan ele alınarak kadını aşağılayan içerikten çıkarılması,

11. Fahişelerin topluma yeniden kazandırılmaları ve üretime katılmaları için özel önlemlerin alınması.

12. Gereksinimi olan kadınların geçici olarak barınacakları koruma evlerinin açılması.

 

4.5. Küçük üreticiler ve kooperatifler

 

Kırda ve kentte küçük burjuvazi tarafından kurulan kooperatifler, bir yanıyla tekeller karşısında daha iyi ekonomik konum kazanmaya yaramakta, bir yanıyla finans-kapitalin egemen olduğu bir ekonomide  tekellerin işine yaramakta, nesnel olarak küçük üretimi tekellerin tabanı yapmaktadır.

Komünistler küçük üreticinin ekonomik örgütlenmelerinin ikili işlevinin bilincinde olarak buralarda devrimci ajitasyon-propaganda yürütürler. Küçük üreticilerin ancak işçi sınıfı öncülüğünde gerçekleşecek anti-tekel devrimle kurtulabileceklerini, somut deneylerle birleştirerek açıklarlar. Onların ve ekonomik örgütlerinin tekellere ve empreyalizme karşı olan ve işçi sınıfının savaşımına ters düşmeyen çıkarlarını desteklerler.

İDHD ile, nesnel olarak kapitalizme yarayan işlevinden soyunacak olan üretim ve tüketim kooperatiflerini devlet düşük faizli kredi, ucuz tarım girdileri ve makinalar ve istikrarlı bir fiyat politikasıyla teşvik edecek, kooperatifsiz üretici kalmamasını sağlayacaktır. Bunların tekellere ve devlete olan borçlarını silecek, ağır vergi yükünü kaldıracaktır. Küçük üreticilerin mallarının pazarlanması devlet tarafından güvence altına alınacaktır.

 

4.6. Ulusal sorun

 

Ulusal baskının, ezilen ulusların varlığı, emek-sermaye çelişkisini bulandırır, gözlerden saklanmasını kolaylaştırır, halklar arasına düşmanlık sokar. Ulusal sorunun demokratik yoldan çözümü, uluslar arasındaki düşmanlıkları ortadan kaldırmanın tek yoludur. Ulusların kendi yazgılarını belirleme hakkına saygı, toplumun demokratikleşmesi için zorunludur.

Komünistler, her türlü ulusal eşitsizliğin, baskının, ayrıcalığın düşmanıdırlar. Ezen ulus şövenizmine karşı ezen ulus proletaryasının enternasyonalist eğitimini vazgeçilmez görev sayarlar. Her türlü ezilen ulus dar görüşlülüğüne de karşı çıkarlar.

Komünistler ulusal sorunda, yaşanan anda var olmayan sorunları zorlamaz, tarihsel gelişmenin öne koyduğu sorunları proletaryanın çıkarları doğrultusunda çözmek için savaşırlar.

Ulusal sorunda komünistlerin ilkesi, “ulusların yazgılarını kendilerinin belirlemesi” hakkıdır. Bu hakkın özü, ayrılma, ayrı devlet kurma hakkıdır.

Ulusların kendi yazgılarını özgürce çizme hakkını savunmak, ayrılmayı savunmak anlamına gelmez. Ayrılma hakkının öteki yüzü birleşme özgürlüğüdür. Pratikte ayrı devlet kurulmasını destekleme, işçi sınıfının genel çıkarları çerçevesinde belirlenir. Komünistler genel olarak ulusların küçük ulus-devletlere parçalanmasını değil, onların kardeşçe, her türlü ulusal baskıdan kurtulmuş olarak gönüllü birliğinin sağlanmasını isterler.

Ezilen ulus komünistlerinin görevi de, bu ulusunun öteki uluslarla birleşme özgürlüğünü ve tüm ülkelerin işçilerinin birliğini savunmak, ezilen ulus dar görüşlülüğüne ve ulusçuluğa karşı savaşmaktır. Bunlar, proletarya enternasyonalizminin yüklediği görevlerdir.

Türkiye'de ulusal sorun Kürt sorunudur, Kürt ulusu ezilen ulustur.

Komünistler, Kürt sorununda ayrılmayı değil, özgür birleşmeyi istiyorlar. Ayrılma özgürlüğünün olmadığı yerde birleşme özgürlüğünden söz edilemeyeceğini biliyorlar.

Kürt sorunu Türkiye devriminde kilit bir sorundur. Düşman ortaktır. Tek seçenek, tek bir devrim hareketinde güçleri birleştirmektir.

Ayrılma hakkı da, birleşme özgürlüğü de, ancak tam demokratik bir ortamda yaşama geçebilir. Türkiye'de finans-kapital erki yıkılmadan Kürt halkı kendi yazgısını özgürce çizemez. Kürt sorununun çözümü, Türkiye'de ileri demokratik halk devriminin zaferinden geçmektedir.

   

4.7. Alevilik

 

Alevilik, tarihimizde ezilen yığınların haksızlığa karşı başkaldırı bayrağıdır.

Alevi-Bektaşi yolu özünde insan sevgisidir. Tüm insanlar kardeştir, ortak bir yurt olan dünya tüm insanlığın ortak kullanımı içindir. Bu nedenle din, dil, ırk, renk ayrılıkları yersizdir.

Bir çeşit köylü sosyalizmi olan Alevilik, ülkemizde sosyalizmin dünüdür, Türkiye işçi sınıfının atasıdır.

 

Aleviliğe yönelik demokratik istemlerimiz:

 

İşçi, köylü, yoksul insan Sünni de olsa, Alevi de olsa, sınıfsal konumundan ötürü ezilmektedir. Öte yanda, Alevi bir de inançları yüzünden ezilmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti gerçek laik bir devlet değildir. Sünnilik devlet yapısı içindedir. Tüm camiler, imam hatip okulları ve ilahiyat fakülteleri, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Eğitim Bakanlığı aracılığıyla bu merkezi yapının parçalarıdır.

Laik bir devlet ve toplumsal ilişkiler ağı yaratabilmek için şunlar sağlanmalıdır:

- Cemler ve öteki Alevi inanç ve davranış biçimleri ve cemevleri üzerindeki tüm yasaklar, baskı ve tehditler kaldırılmalıdır.

- Tüm devlet-din ve eğitim-din birliği parçalanmalı, kaldırılmalıdır. Diyanet İşleri kapatılmalı, merkezi hiyerarşi dağıtılmalı, devletin eğitim sistemi içindeki imam hatip okulları ve ilahiyat fakülteleri kapatılmalı, devlet okullarında din dersleri kaldırılmalıdır. İsteyen dinsel çevre, belli koşullara uyarak kendi okullarını açabilmelidir.

- Devletin ne resmi, ne gayrı-resmi dini olmamalı, nüfus kağıdına otomatik olarak “İslam” yazmak gibi uygulamalar kaldırılmalıdır.

- Her çeşit düşüncenin, bu arada dinsel inançların da önündeki yasal engeller kaldırılmalı, dinsel inanç özgürlüğü getirilmelidir. Ancak gerçekten laik bir devlette bunun ayrılmaz parçası olarak anti-din ve ateist düşünce özgürlüğü de sağlanmalıdır.

- Dinsel örgütlenmeler, camiler ve cemevleri, yalnızca inananların mali katkılarıyla yaşamalıdır. Öte yanda, toplanacak bu gönüllü katkılardan vergi de alınmamalıdır. Din görevlileri hizmet verdikleri bölgenin inananları tarafından seçilip göreve getirilmeli ve ücretleri de onlar tarafından karşılanmalıdır.

- Alevilerin cenazelerini kendi törelerine göre kaldırmalarının önündeki tüm baskı ve engeller kaldırılmalıdır.

- Alevi inanç ve geleneklerini aşağılayıcı saldırılar, yalanlar vb. ağır cezayı gerektiren insanlık suçları sayılmalıdır.

Tüm eğitim ve öğretim sisteminin gerici Sünni vurgudan kurtulması için, kitapların yalanlardan arındırılarak yeniden yazılması için, gerçekten laik ve bilime dayalı bir eğitimin yerleşmesi için savaşım vermeliyiz.

- Aynı baskılar işyerlerinde, özellikle devlet sektöründe, memurlar arasında da yaygındır. Rahat nefes alınabilen tek yer işçilerin arasıdır. Bu baskıların kalkması yolunda mücadele verilmelidir. Toplum çapında fırsat eşitliği sağlanmalıdır.

     - Alevi toplumunu özüyle, Hacı Bektaş düşüncesiyle uygun bir zeminde geliştirebilecek, danışma nitelikli bir kurul oluşturulmalıdır. Bu kurulda, her biri bir ocağı temsilen gelen 12 Dede, Bektaşiliğin düşünsel kaynaklarını hakkıyla bilen bilim adamları, Alevi özünü dinsel çarpıtmaya boğmadan yaymakta olan ünlü halk ozanları, Hacı Bektaş soyu Çelebilerin başıyla birlikte yer almalıdır.

     - Alevi toplumunun, Türkiye'de karşı karşıya olduğu sorunlarla savaşmak işçi sınıfının temel görevleri arasındadır. Alevilik sorunu, bir din sorunu değil, temel insan hakları ve demokrasi sorunudur.

 

Ulusal ve dinsel azınlıkların hakları için savaş

 

Türkiye'de çok sayıda ulusal ve dinsel azınlık süregen baskı altında yaşamaktadır. Zor yoluyla Türkleştirme, İslamlaştırma-Sünnileştirme bu baskının değişmez yönüdür.

Tüm ulusal ve dinsel azınlıkların kendi kültürlerini, dillerini geliştirme, dinsel inançlarını özgürce sürdürme haklarını, tüm azınlık haklarını savunmak komünistlerin görevidir. Sosyalizme açılan İDHD, dinsel ve ulusal azınlıkların haklarını da yaşama geçirecektir.

 

4.8. Barışçı-bağımsız bir dış siyaset için

 

Emperyalizmin serüvenci siyasetinin önüne set çekmek, dünya halklarının geleceğini korumak için yürütülen barış savaşımı demokratik, anti-emperyalist, enternasyonalist bir savaşımdır.

Ülkemizde tekelci burjuvaziye karşı savaşım, emperyalizme karşı savaşımla içiçedir. Devletin baskı araçları emperyalist sistemin bir bütün olarak çıkarlarını savunmaktadır. Bu sistemi oluşturan bağlardan askersel bağa karşı savaşım, İDHD’ye yığınları hazırlayan genel demokratik bir savaşımdır. Ülkemizin kasırgalı siyasal ortamında barış savaşımı ile devrim savaşımı arasındaki bağ, ileri kapitalist ülkelerde olduğundan çok daha somuttur.

Yığınların barış istemini devrim hedefiyle bağlamak, kalıcı barışın ancak dünya devriminin utkusuyla sağlanabileceğini göstermek, haklı savaş ayrımını yapmak komünistlerin görevidir.

Yayılmacı eğilimlerin dünya siyasetlerine egemen olmaya başlaması, Türkiye'de barış savaşımının önemini arttırmaktadır.

Türkiye Komünist Partisi;

1. Burjuvazinin, sosyal-şövenist ve sosyal-pasifistlerin demagojilerini sergiler,

2. İlhaklara karşıdır, ulusların ayrılma hakkı dahil tüm hakların kabulü için çalışır,

3. Gerçek demokratik ve kalıcı barışı devrimlerde arar.

 

4.9. Çevre sorunları

   

Kapitalist üretim teknolojiyi geliştirir ve farklı süreçleri bir toplumsal bütün olarak biraraya getirir ama bunu ancak tüm zenginliklerin asli kaynaklarını - doğayı ve işçiyi kemirerek yapar.

Kapitalizmin üretim anarşisinden, aşırı kâr güdüsünden, eşitsiz gelişmesinden büyüyerek bugün “çevre sorunları” olarak karşımıza çıkan sorunlar, başta işçi sınıfı olmak üzere, tüm canlıların yaşamını tehdit ediyor.

Ozon tabakasının delinmesi, ‘sera’ etkisi, asit yağmuru gibi tüm insanlığı acil olarak ilgilendiren sorunlar, ekonomilerin dünya çapında merkezi ve planlı olarak örgütlenmesi gerektiğini göstermektedir. Bu yakıcı sorunlar, bireyciliğin ve onun türevi ulusçuluğun gericiliğini ortaya sermekte ve insanlığı ya yok oluş ya komünizm seçeneğine getirmektedir.

Durumdan doğrudan etkilenenler sorunların bilincine vardıkça tepki artıyor, çevre sorunları alanında da sınıf savaşımı yükseliyor. Kâr için çevreyi kirleten burjuvazi, bu tepki karşısında bazı göstermelik önlemler almaya çalışırken, cazip bir pazar durumuna getirdiği çevre endüstrisiyle de kârlarına kâr katıyor.

Çevre sorunları bugün Türkiye'de birçok emperyalist ülkeden daha vahim boyuttadır. Denizler, nehirler, göller, toprak fabrika atıkları nedeniyle renk değiştiriyor. Buralarda yaşayan canlıların nesli şimdiden tükenmeye başladı. İçme ve kullanma sularına karışan fabrika atıkları insan sağlığını doğrudan etkiliyor.

Ülkemizde çevre sorunları en başta işçi sınıfının sorunu, önemi giderek artan bir demokratik savaşım odağıdır.

Komünistler çevre sorunlarının çözümünü devrime ertelemezler. Bu sorunların kapitalizm altında kaderinin ya ihmal edilmek, ertelenmek, “çözümlenirken” başka bir şekilde yeniden üretilmek ya da hiç çözümlenmemek olduğunu, kapitalizmin somut pratiği temelinde sergilerler.

Çevre sorunlarının kalıcı çözümüne giden yol, bir yanda işçi sınıfının enternasyonal savaşımıyla, öte yanda işçi sınıfımızın ve emekçi halkımızın iş ve yaşam koşullarını iyileştirme savaşımıyla doğrudan bağlıdır.

En başta insan sağlığı olmak üzere, işçi sınıfı ve emekçi halkın doğal çevresini koruma savaşımı, komünist partisinin ve sendikal hareketin acil görevlerindendir. Bu çerçevede en acil olarak,

* Enerji sektörü planlamaya tabi ve halkın denetiminde olmalıdır.                   

* Yerel, yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarına yönelinmelidir.                      

* Su havzaları çevresinde fabrika ya da santral kurulması söz konusu olduğunda, yöre halkının geçim kaynaklarına, doğal, tarihsel ve kültürel değerlere zarar vermemesi güvence altına alınmalıdır.                  

* Başta gelen nedeni özel çıkar ve kar güdüsü olan erozyon ve çölleşmenin önüne geçilmesi için gereken tüm önlemler alınmalıdır.                         

* Zehirli atık ve geri döndürülemez olumsuz etkiler bırakan madencilik yasaklanmalıdır.                                     

* Çöplerdeki katı atıklar değerlendirilerek yeniden kullanıma sokulmalıdır.  

 

4.10. İleri demokratik anayasa

 

Devrim sorunu nasıl demokrasi sorunu ise, demokrasi sorunu da başta devrim sorunudur.

Anayasa, devletin ve siyasal yaşamın örgütleniş biçiminin belgesidir. Demokratik anayasa devrimle doğrudan bağlıdır.

 

Devlet aygıtının örgütlenişinde demokrasi

 

1. Devlette üstün güç, halkın seçeceği ve her an geri çağırabileceği temsilcilerden oluşan halk meclisinde olacaktır.

2. Yetkin merkezi otorite ve bunun yanında yerel organlara geniş özerklik yaratılacaktır. Bu özerkliği güvence altına alacak maddi kaynak, personel vb. sağlanacaktır.

3. Üst düzeyde devlet görevlileri (yönetim, yargı, eğitim) seçimle göreve gelecekler ve seçmenler bunları her an geri çağırma hakkına sahip olacaklardır.

4. En yüksek devlet memurunun aylığı nitelikli işçinin aylığını geçmeyecektir.

5. Mahkemelerde halk temsilcilerinin yer alması, yargılamada jüri sistemi getirilecektir.

6. Ordu dağıtılıp yeni halk ordusu kurulacaktır. Yeni halk ordusunun halktan soyutlanmaması, halkın dışında bir güç  olmaması için önlem alınacaktır.

7. Herkesin silah taşıma hakkını yaşama geçirir biçimde halk milisi örgütlenmesi sağlanacaktır. Silah üretimi ve dağıtımı proletaryanın bilgisi ve denetimi altında olacaktır. Ordu cephaneliklerinin tümü işçi kollektiflerinin bekçiliğine devredilecek, fabrika ve işyerlerindeki işçi kollektifleri tahrip gücü yüksek modern silahlara sahip olacaktır.

8. Devletin tüm üye uluslarının yazgılarını kendilerinin belirlemesi hakkı tanınacaktır.

9. Resmi dil kavramı kaldırılacak ve herkese kendi dilinde konuşma, yayın ve eğitim hakkı sağlanacaktır.

10. Ülke bütününü ilgilendiren önemli kararlarda halk oyuna başvurulacaktır.

11. Devlet işleyişinde açıklık ilkesi güvence altına alınacaktır.

 

Siyasal sistemin örgütlenişinde demokrasi

 

1. Çok partili sistemi kabul. TKP, kapitalizmde, ileri demokratik halk demokrasisinde ve sosyalizmde çeşitli sınıfların, katmanların ve farklı çıkarların varlığı ve hatta aynı sınıf içinde farklı yanaşımlar olabileceği nedeniyle çok partili sistemi kabul eder.

2. Çok partili sistemin doğal sonucu olarak:

a) Devletin demokratik düzenine karşı çıkmayan tüm partilere serbest çalışma hakkı verilecektir.

b) Her partiye toplumda sağladığı destek oranında basında, televizyonda, radyoda yer sağlanacaktır.

c) Seçimlerde halkın iradesine tam saygı gösterilecektir.

3. Seçim sistemi, tek dereceli seçim, eşit genel oy hakkı (mahpuslar ve silah altındakiler dahil), parti sistemine dayalı nispi temsil, gizli oylama açık sayım ve her an geri çağırma hakkı ilkelerini içerecektir.

4. Devlet dışı toplumsal örgütlenmelerin gelişmesi için somut özendiriciler geliştirilecektir. Örneğin derneklere devlet yardım edecek, toplantı yeri, yayın olanağı sağlayacaktır.

5. Demokrasi sürekli karar oluşturma demektir. Toplumda her konuda serbest tartışmaya olanak tanımak, azınlık görüşlerin çoğunluk haline gelebilmesinin olanaklarını yaratmak için, belli oranda destek bulmuş her görüşe devlet basımevlerinde görüşlerini basma ve yayma hakkı tanınacaktır.

6. Toplumsal ve siyasal yaşamda açıklık ilkesi güvence altına alınacaktır.

7. Kişi ve konut dokunulmazlığı, özel yaşamın özelliği güvence altına alınacaktır.

8. Düşünce ve inanç suçu kavramı kaldırılacak, düşünce, söz, basın, toplanma özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlükler güvence altına alınacaktır.

9. Ölüm cezası ve insan onuruyla bağdaşmayan tüm cezalar kaldırılacak, işkence en ağır biçimde cezalandırılacaktır.

10. Kişisel ve kurumsal dinsel inanç ve ibadet özgürlüğü, devletin laikliği güvence altına alınacaktır. Devrim devleti dinsel kurum ve derneklere, camilere hiçbir parasal, maddi yardım yapmayacaktır. Bu kurumlar gelirlerini kendi sorunları olarak çözümleyeceklerdir.

11. İmzalanacak antlaşmaların, girilecek örgütlenmelerin halk oyuna sunularak bağlayıcılık kazanması ve belirli aralarla yeniden halk oyuna sunulması, dolayısıyla ``gizli'' anlaşmaların olmaması sağlanacaktır.

 

4.11. Genel ekonomik önlemler

 

1. Yerli ve yabancı bankalar devletleştirilecektir.

2. Tüm yerli ve yabancı tekeller bir sıra içinde devletleştirilecektir.

3. Sigortacılık, toptan ticaret, dış ticaret, madenler ve maden çıkarma endüstrisi, enerji üretim endüstrisi devletleştirilecektir.

4. Tüm haberleşme ve ulaşım devletin elinde adım adım merkezileştirilecektir.

5. Tüm topraklar üzerinde özel mülkiyet kaldırılacak, büyük kapitalist çiftlikler devletçe işletilecek, geri kalan topraklar isteyen tarım emekçisine ve tarım kollektiflerine gereksinimi oranında kullanım hakkıyla dağıtılacaktır.

6. Sendikalara, işçi komitelerine işletmelerin tüm çalışanlarını denetleme yetkisi verilecektir.

7. Sendikaların, ekonominin örgütlenmesi ve denetimindeki yetki ve sorumlulukların giderek artması güvence altına alınacaktır.

8. Önceden belirlenen bir plan içinde devletin elindeki işletmeler ve makinalar arttırılacak ve işlenmeyen topraklar üretime açılacaktır.

9. Yükseldikçe artan oranda gelir vergisi getirilecektir.

10. Miras hakkı sınırlandırılacaktır.

11. Ticaret gizliliği kaldırılacaktır.

12. Çek ve kredi kartıyla ödeme yaygınlaştırılacak, özellikle varlıklılar için yasal zorunluluk durumuna getirilecektir.

13. Demokratik düzene başkaldıranların tüm mallarına el konacaktır.

14. Küçük üreticinin kooperatifleşmesi, özellikle üretim kooperatifleri kurması özendirilecek, küçük üreticiye en uygun koşullarda kredi olanakları hızlı ve yaygın biçimde sağlanacaktır.

15. Önceden belirlenen bir plan içinde tarım ile endüstri entegre edilecektir.

 

4.12. Demokrasi savaşımının ve İDHD programının mantığı

 

Komünist partisi, demokratik savaşımı devrim savaşımına bağımlı kılar, demokratik hedefleri devrim hedefini akılda tutarak öne sürer.

Siyasal demokrasinin tüm önemli istemlerinin kapitalizm altında kaderi uygulanmamak ya da eksik uygulanmaktır. Komünistler bu gerçekten kalkarak demokratik istemleri kapitalist düzenin verebileceği düzey ile sınırlamak yerine bu gerçeği, demokrasi savaşımını devrim hedefine bağımlı kılmanın somut tabanı olarak görürler. Demokratik istemleri reformcu değil devrimci biçimde, burjuva legalitesinin sınırlarını yıkıcı biçimde öne sürerler. Böylece, yığınları hedefi burjuvaziyi alaşağı edip mülksüzleştirmek olan savaşa gitgide daha kararlı ve geniş olarak çekerler. Devrimin sonucunda gereken program İDHD'nin devrimci demokratik dönüşümleridir. Bu program ekonomik-toplumsal-siyasal açılardan ana düşmanın belini kırmada ilk adım, halk sınıflarının devrimci birliğini kurma ve  korumada en geniş çerçeve ve sosyalizme ilerlemede dev bir sıçramadır. Siyasal devrim iktidar sorunudur, toplumsal devrim-sosyalizm ise, asıl olarak dünyasal, uzun ve tedrici bir süreçtir.

Toplumsal devrimin uzun bir süreç olmasının nedeni, üretim araçları üzerinden özel mülkiyetin bir hamlede kaldırılamamasıdır. Bunu yapabilmek için, üretken güçleri, ortak mülkiyeti olanaklı kılan bir düzeye çıkarmak gerekir ki, bu zaman işidir. Proleter devrimi toplumu yavaş bir süreçle değiştirecek ve özel mülkiyeti, ortak mülkiyete olanak veren üretken güçler geliştiği oranda ortadan kaldıracaktır.

Proletarya hegemonyasında gerçekleşecek İDHD en başta demokratik bir anayasayı, demokratik devleti ve böylelikle dolaylı yoldan proletaryanın siyasal egemenliğini getirecek, toplumu demokratikleştirecektir.

Demokrasi ise, üretken güçlerin gelişme düzeyinin elverdiği ölçüde giderek genişleyen biçimde özel mülkiyeti kaldıran, emekçilerin yaşam ve çalışma araçlarını sağlama alan önlemleri uygulamaya koymanın aracı olarak kullanılmazsa, işçi sınıfının bir işine yaramaz.

Doğal olarak programdaki önlemlerin tümü bir anda uygulanamaz. Ancak her zaman biri ötekine yolu açacaktır. Özel mülkiyete ilk saldırı ardından proletarya daha ileri gitmek, tüm sermayeyi, tüm üretimi ve değişimi devletin elinde giderek daha fazla yoğunlaştırmak durumunda olacaktır. Bu önlemler adım adım, üretken güçlerin gelişmesi oranında gerçekleştirilecektir.

Böylece, proletarya, siyasal üstünlüğünü kullanarak sermayeyi burjuvaziden derece derece söküp alacak, tüm üretim araçlarını devletin elinde merkezileştirecek ve üretken güçleri en hızlı biçimde geliştirecektir. Bu nedenle bu önlemler, ekonomik olarak yetersiz gibi görünen, fakat kavganın gelişimi içinde eski toplum düzenine yeni saldırılar gerektiren, üretim biçimini tümüyle devrimcileştirmede kaçınılamaz önlemlerdir.

 

 

 

5. SOSYALİZM ve KOMÜNİZM

 

 

Üretken güçler her zaman en önemli dinamiktir. Üretim ilişkileri ancak, kendilerinin maddi temeli olan üretken güçlerle birlikte anlam taşır. Böyle olduğu için de, üretken güçler özünde üretim ilişkisi demektir.

Komünist sosyo-ekonomik formasyon, sosyalizm ve komünizm olarak alt ve üst aşamalara ayrılır. Komünizmin alt ve üst aşamalarını belirleyen temel farklılık, üretken güçlerdeki farklılıktır. Komünist üretim biçiminde neden sosyalizm diye bir alt aşamaya gerek olduğu sorusunun yanıtı da burada yatar.

 

5.1. Komünizmin Alt Aşaması: Sosyalizm

 

Komünizmin iki aşaması, üretken güçlerin çok yüksek bir gelişmesi temelinde, asıl olarak toplumdaki üretken güçlerin ve dolayısıyla üretim örgütlenmesinin niteliğiyle, üreticilerin gelişme düzeyiyle ve bunların sonucu olarak, bireysel tüketim araçlarının dağıtım biçimiyle birbirinden ayrılır.        

Kapitalizmin varabileceği en yüksek aşamada da komünizmin üst aşamasını sağlayacak üretken güçlere varılamaz. (Çünkü insan emeğini tümüyle dışlayan bir üretimde sömürü ortadan kalkar.) Bunu yaratacak bir ara dönüşüm aşaması, sosyalizm aşaması gerekir.

Sosyalizm özünde, “kendi temelleri üzerinde değil, kapitalizmden çıktığı biçimiyle,” kapitalizmden devraldığı üretken güçler temelinde işleyen komünizmdir. Bu durum sosyalizme, kapitalizmden ekonomik, moral ve entellektüel bir dizi kalıntı ve zaaf taşır.

 

Sosyalizm Sınıfsız Toplumdur

 

Komünist toplumun alt aşaması olan sosyalist toplum da sınıfsız bir toplumdur.

Sınıflar, sömürü ilişkisi içinde vardır. Sömürünün olmadığı yerde sınıflar da olmaz. Sosyalizmde sömürü yoktur, sınıflar da yoktur. Sömürünün ve onu yaratan özel mülkiyetin ortadan kalkışı, üretken güçlerde bunu yaratabilecek bir gelişmeyle, o büyük toplumsal ilerleyişle bağlanmadan ele alınırsa, bir kararla özel mülkiyet ve sömürü “kaldırılabilir.” Ancak, zamanı gelmediği için kalkmaz, yeni biçimler ve görüntüler altında varlıklarını sürdürürler.

Kapitalizmin temel üretim ilişkisi, ücretli emek üstüne kurulu sömürü ilişkisidir. Kapitalizm, emekçinin üretim araçlarından ayrılmasıyla karakterize olur. Kapitalizm, üretim araçlarının sahipliğinin hukuksal biçimleri açısından, teknolojik devrimlere bağlı olarak bir dizi dönüşümler geçirebilir, emek sürecinin örgütlenmesinde devrimler görebilir. Bunların sonucunda tüm meslek ve dolayısıyla eğitim sistemi ve emekçilerin emek pazarıyla ilişkileri değişebilir. Tüm bu değişimler, temel üretim ilişkisinin, yani kapitalist ücret işçiliğinin, tarih içindeki gelişmesinden başka birşey değildir.

Sosyalizm ise, “üretim araçlarının ortak kullanımına” dayalı bir toplumdur. Komünizmle arasındaki temel fark, üretken güçlerin henüz kapitalizmden devralınanlar olmasıdır. Dolayısıyla, üretim, “herkese gereksinimi kadar” ilkesini yaşama geçirebilecek düzeyde değildir ve bu nedenle “hak” kavramı, “verdiğin kadarını alma” ilkesi geçerlidir. Herkesin ancak topluma verdiği kadar almaya hakkı vardır. Ve ancak o kadarına (daha fazlasına değil) hakkı olacağı için de, bu kısıtlayıcı bir haktır.  Hak, katkıya bağlanmıştır. Bu kısıtlamanın aşılması emek üretkenliğinin yükselmesine, dolayısıyla üretimin daha az zamanda daha iyi ve daha çok yapılmasına bağlıdır. Dolayısıyla, hak ve hukuk sosyalizmde de işçinin üretim araçlarıyla ve emeğinin sonuçlarıyla ilişkisini düzenlemektedir. Ancak o da sınıfsız bir toplumdur.

Sınıflar sosyalizm aşamasında kalkar ve olgun sosyalizm sınıfsız bir toplumdur ama bu bir anlamda nominal bir sınıfsızlıktır. Sınıfların yalnızca üretim araçları karşısında eşitlenmesidir. Ancak bu eşitlenme henüz büyük ölçüde kapitalizmden devralınan üretken güçler temelindedir. (Unutmayalım ki, insan en önemli üretken güçtür.) Dolayısıyla, işbölümü, emeğin içeriğindeki farklılıklar, kafa/kol emeği çelişkisi ve nitelik farkları ve çeşitli toplumsal katmanlar  (örneğin bürokrasi ve aydınlar) hala sürmektedir. Tüm bu eşitsizliklerin yok olması anlamında, türdeş topluma ancak komünizm aşamasında varılacaktır.

Sosyalist toplum sınıfsız toplumdur ama henüz türdeş, eşitsizliğin tümüyle ortadan kalktığı bir toplum değildir. Sosyalizm, maddi temelleri ortadan kalktığı ölçüde, her türlü eşitsizliğin yok olma sürecinde olduğu bir toplumdur.

Tarihsel olarak işbölümünün, artık-ürünün ve üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin belirmesiyle ortaya çıkan sınıfların tanımında mülkiyet önemli bir yer tutar. Ama kendi başına bir ölçüt değil, bir türevdir. Tek başına ele alındığında mülkiyet hukuksal bir sorundur ve bir yasa ile kaldırılabilir ya da kurulabilir. Öyleyse, üretim aracı sahipliğini toplumsal işbölümünden kopararak sınıfı anlayamayız. Tarihsel olarak ve her yaşanan an sınıfı durmaksızın üreten toplumsal işbölümüdür. 

İşbölümü yok olmadan kır ve kent arasındaki çelişki, en önemlisi kafa ve kol emeği arasındaki çelişki yok olmaz, devlet ve bürokrasisi ortadan kalkmaz, türdeş topluma varılamaz.

 

Sosyalizm meta üretimi olmayan toplumdur

 

En ileri kapitalist ülkede bile sosyalizme geçiş, belli bir dönüşüm gerektirir. Bu dönüşüm dönemini bir yana bırakacak olursak, sosyalizmde meta üretimi yoktur. Sosyalist aşamada emekçi, emeği karşılığında para şeklinde bir ücret değil, şu kadar iş yaptığını gösteren bir kupon alacak ve bu kuponla stoklardan çalışmasına eşit miktarda tüketim maddeleri çekecektir. Bu kupon para değildir çünkü dolaşıma girmez, alınıp satılmaz. Dolayısıyla, sosyalist toplumda meta, değer, para ve fiyat ve ücret olmayacaktır. Çünkü, “üretim araçlarının toplumsal mülkiyet altına alınması ile meta üretimi son bulur.”

Meta, toplumsal işbölümünün varlığını ve  bunun sonucu olarak da ekonomik süreçlerin bilinçli bir düzenleyicisinin yokluğunu varsayar. İşgücünün serbestçe alınıp satılması üzerine kurulu bir sistemin parçası olan meta, sosyalizmde var olamaz.

Toplumsallaşmış üretimde ücretli emek yoktur. Ücretli emek olmadığı için de kapitaliste satılan işgücünün fiyatı olarak ücretler de yok olur. Sosyalizmde “işçi,” ücret değil, toplumsal pay alır.

Aynı şekilde kar ve artık değer kategorileri de yok olur.

 

Sosyalizmin Başlangıç Döneminde Meta İlişkileri: Meta-para ilişkilerine sosyalizmin ilk dönemlerindeki nesnel gereksinim, sosyalizmin kapitalizmden devraldığı temel üzerinde geliştiği gerçeğinden kaynaklanır.

Bu dönemde, tüm özel mülkiyet kalıntıları tamamen yok edilene dek, maddesel ve ruhsal zenginliklerde bolluk düzeyine erişilene dek, kendiliğinden işleyen süreçler, özellikle emeğin dağılımı ve harcanan emek miktarı üzerindeki denetimin zayıflığında kendilerini belli ederler. Bu da emeğin toplumsal olarak zorunlu ortalama emek zamanı ile ölçülmesini son derece zorlaştırır.

Meta-para ilişkileri sosyalizmle uzlaşmaz, bu nedenle işleme alanı kısa sürede daraltılmak durumundadır. Bunu yapabilmek ise, ülkenin gelişme düzeyine bağlıdır.

Sosyalizme geçiş döneminde, daha doğrusu henüz sosyalizm olmayan dönemde, meta üretimi sürer. Eşyalar, merkezi plana göre meta olarak üretilir ve para karşılığı değişim yoluyla tüketime girer. Ekonomik özendiriciler, ekonomik muhasebe, para, kredi, ticaret gibi öğeler meta üretiminin öğeleridir. 

Sosyalizme geçiş döneminde, üretken güçleri hızla geliştirme ve sistemi kendine uygun temeller üzerinde üretme görevi, meta ilişkilerinden devlet sektörü içinde de yararlanmayı zorunlu kılar. Devlet işletmelerinin kar-zarar ilkesine göre çalışması bunu anlatır.  

Sosyalizme geçiş döneminde değer yasası işler. Üretken güçlerin göreli az gelişmişliği ve ekonominin henüz yetersiz içiçe geçmişliği nedeniyle, çalışma ancak değer yasası yoluyla ölçülebilir. Değer yasası olmazsa, bu aşamada mallar arasındaki değişim oranı bulunamaz.

Değer yasası, tüm öğeleriyle birlikte, toplumsal emek doğrudan harcanan emek zamanı ile ölçüldüğü zaman ortadan kalkar.

 

Sosyalizm komünizme dönüşüm toplumudur

 

“Sosyalizm” diye, tarihte kendine özgü bağımsız yer tutan bir toplumsal-ekonomik yapı, bir üretim biçimi yoktur. Dolayısıyla sosyalizm ancak bir dönüşüm süreci olarak, komünizme referans verilerek tanımlanabilir.

Sosyalizm, her çeşit özelliğiyle yaşanacak, “bitirilecek” ve bir sonrakine geçilecek bir “aşama” değildir. Sosyalizmden komünizme geçiş, sürekli ilerleyen ve genişleyen bir dönüşümdür.

Sosyalizm, içinde kapitalist toplumun kalıntılarını taşıyan komünizmdir. Komünizmin ilk aşamasının, devletin varlığında temsil olan kapitalist toplumdan devraldığı kalıntılar üç yönde ele alınabilir. 

Birincisi, her zaman bir baskı aracı olan devletin varlığının kendisi kapitalist toplumdan bir kalıntıdır.

İkincisi, kapitalist toplumun kalıntıları bir de, devletin temsil ettiği kafa/kol emeği ayrımıyla belirlenir. Aydınlar, siyasal kadrolar, yöneticiler vb. Bu kesimler komünizme dek ortadan kalkmayacaktır.

     Üçüncüsü, üretim araçları üzerindeki devlet mülkiyeti bile sosyalizmde kapitalizmle komünizmin öğelerinin birlikte var olduğunu anlatır. Devlet mülkiyeti, proletarya devleti aşamasının belirleyici, en tutarlı, komünizme en hızlı dönüşümü sağlayan mülkiyet biçimidir. Ancak kendisi komünizmin değil, kapitalizmin bir öğesidir. Komünizmin “mülkiyet” biçimi, devlet mülkiyeti değil, tüm bireylerinin üretken emek içine girdiği, toplu üreticilerin ortak mülkiyetidir. 

Mülkiyetin kapitalist karakterini tamamıyla yitirmesi, ya da daha doğru bir deyişle mülkiyetin yok olması, ancak işbölümünün ortadan kalkması, yani tüm insanların üretken emek içine girmesi ile, devletin ortadan kalkmasıyla tamamlanacaktır. 

Devlet mülkiyeti, tüm halkın ortak mülkiyetine, komünizme geçişte proletaryanın kapitalizmden alarak kullandığı mülkiyet biçimidir. Tam da bu nedenle, gerileyen kapitalizmle ilerleyen komünizmin kavgasını temsil eder. 

Bu kavganın uçları nelerdir? Devlet mülkiyeti sosyalizmde tüm halkın mülkiyetini temsil eder. Ama temsil eder, kendisi değildir. Bu nedenle, işgücü ile üretim araçları arasındaki ayrılığı tam anlamıyla ortadan kaldırmamıştır. İşçi, üretim araçlarının mülkiyetini, kendi adına kullanması için devletine vermiştir. 

Zaten toplumun üzerinde bir kurum olan devlet bürokratikleşirse, işçi sınıfından uzaklaşırsa, o ölçüde işgücü ile üretim araçlarının bütünleşmesi nominalleşir, kağıt üzerinde kalır. Bu, kavganın eskiye dönük ucudur. Önlemi, rıza demokrasisi değil, yığınların aktif demokrasisi yoluyla, işçi sınıfıyla devletinin bütünleşmesini giderek derinleştirmektir. 

Sosyalizmde bu bütünleşmenin nesnel temeli vardır. Üretim araçlarının proletarya diktatörlüğünün mülkiyetine girmesi tarihte ilk kez yığınlarla devlet arasındaki uçurumu kapatma olanağı sağlamıştır. Emek alanıyla siyaset alanını birbirine bağlamıştır. Daha da öte, devletin yok olup gitmesi siyasal sorunuyla, işbölümünün kaldırılması ekonomik sorununu birbirine bağlamıştır. Bu da kavganın ileriye, komünizme dönük ucudur. 

Bu söylenenlerden temel bir sonuç çıkar: Toplumsal yaşamın demokratikleşmesi, halkın demokratik pratiğinin genişlemesi, sosyalizmin, yani proletarya devletinin komünizme, yani devletsiz topluma geçebilmesinin en önemli koşullarından biridir. 

 

Tek Ülkede Sosyalizm Olmaz

 

Sosyalizmin kapitalizmin yerini bir dünya devrimiyle alacağı, tek bir ülkenin sınırları içinde komünizmin de, sosyalizmin de kurulamayacağı düşüncesi, Marksizmin temel hükmüdür.

Sosyalist devrim ulusal bir devrim olmayacaktır. Çünkü kapitalizm, proletaryayı, görevi insanlığı özgürleştirmek olan uluslararası bir sınıf yapmıştır. Sosyalizm mücadelesinin uluslararası karakteri, kapitalizmin doğasından kaynaklanır. Sosyalist devrim, ancak bir dünya devrimi olarak gerçekleşebilir. Sosyalizm ancak ileri kapitalist ülkelerin tümünde ya da çoğunluğunda aşağı yukarı eş zamanlı bir devrimle zafere ulaşabilir.

Bunun iki önemli nedeni  vardır. Birincisi, yalnızca ileri kapitalist ülkeler sosyalizm için maddi koşulların belirli düzeyde olgunlaştığı ülkelerdir. Bu ülkelerin ekonomileri büyük ölçüde iç içe geçmiş, birbirine bağlanmış, birbirine bağımlılaşmıştır. Bu nedenle, bu ülkelerin birisinde ortaya çıkacak devrimci bir gelişme, tüm öteki ülkeleri derinden etkileyecek, o ekonomileri de içinden çıkılmaz bir krize sürükleyecektir. İkincisi, burjuvazinin uluslararası karakteri düşünüldüğünde, devrim eğer yalnızca bir ülkede iktidarı ele geçirirse, yeni devrimlerle beslenmeden uzun süre yaşayamayacağı kesindir. Tek ülkede komünizm değil, sosyalizm de olanaklı değildir.

Bu demek değildir ki, tek tek ülkelerde devrim olmaz ve bayrağına sosyalizmi yazmaz, proletarya diktatörlüğünü kurmaz ve sosyalizme doğru adımlar atmaz. Bunların hepsi olur. Ama bunlar sosyalizm değildir.

Sosyalizme dünya çapında topluca geçilecektir. Para tek ülkede kaldırılamaz. Piyasa kategorileri, meta üretimi ve değişimi tek ülkede kaldırılamaz. Tek ülkede sosyalizme yürüyüş olur, sosyalizm olmaz, komünizm hiç olamaz. Neden?

Birincisi, yalnızca komünizm değil, sosyalizm de, meta üretimi ve değişiminin yok olacağı bir toplumdur. Öte yanda, dünyada hiçbir ülke dış ticaret yapmadan yaşayamaz. Kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada, ülke içinde sosyalizm, dışarıyla dış ticaret! Ülke içinde meta üretimi ve değişimi yok, para kullanımdan kalkmış ama dışarıdan mal alıyor, dışarıya mal satıyor! Dışarıyla her ilişki, ülke içindeki düzeni dinamitler. Demek ki, tek ülkede sosyalizme doğru yürünebilir, bazı alanlarda sosyalist dönüşümler gerçekleştirilebilir ama gerçek anlamda sosyalizm kurulamaz.

Dolayısıyla, komünizmin ilk aşaması olan sosyalizm de dünya-tarihseldir. Başka bir deyişle, tek ülkede sosyalizm olamaz.

 

Sosyalist devlet proletarya diktatörlüğüdür

 

Sosyalizmin (komünizmin alt aşamasının), içinde kapitalist toplumun kalıntılarını taşıyan komünizm oluşunun başta gelen göstergesi, bu dönemde devletin varlığıdır.

Proletarya diktatörlüğü (sosyalist devlet) iktidarı ele alışın belirli bir yolunun dayattığı bir sorun değil, devlet olmaktan gelen gerçekliktir.

Devletin baskı rolü, kapitalist sınıfın ya da sınıfların varlığıyla değil, işbölümünün varlığıyla bağlıdır.

Bireyler arası ilişkilerin toplumsal işbölümü yoluyla maddeleşmiş ilişkiler durumunu alması ve bunların düzelenlenme, baskı gerektirmesi ancak bireylerin yeniden maddesel güçleri ve ilişkileri kendi egemenlikleri altına almaları ve işbölümünü ortadan kaldırmalarıyla ortadan kalkacaktır.

Toplumsal işbölümü sürdükçe, çalışma yaşamın başta gelen zevki durumuna gelmedikçe, devlete (baskı rolüne) gereksinme vardır. Hukuk, iş yasaları, mahkemeler, çalışma disiplini, çalışma zorunluluğu, vb., zora dayalı emek demektir. Hak kavramının sürmesi bu zoru anlatır.

Devlet yalnızca düşman sınıflara karşı değil, topluma, toplumun tüm bireylerine karşı bir soyutlamadır. Kendine egemen olan sınıfın bireylerine karşı da zorlamayı temsil eder.

Proletarya diktatörlüğü işçi sınıfının kendi devletini kurmasından komünizmin üst aşamasına dek uzanan süreyi kapsar. Bu sürede kendi içinde değişimlere uğrar, ülke içi ve dışında sınıf savaşının gelişmesine bağlı olarak işlevleri değişir.

Dünya proletarya diktatörlüğü, sosyalizmin her alanda emperyalizme üstün geldiği, geri dönüşsüz egemenlik anıdır. Tam da bu nedenle, bu aşamadan önce hiçbir ülkede devlet ortadan kalkmaz.

 

5.2. Sınıfsız Toplum - Komünizm  

 

Sosyalizmle komünizm arasındaki temel fark, üretken güç farkıdır ama devlet işletmeleri üzerine kurulu bir üretim örgütlenmesiyle, üretim araçlarının tüm topluma ait olması üzerine kurulu bir üretim örgütlenmesi aynı değildir. Emeğe göre dağıtım üstüne kurulu bir ekonominin örgütlenmesiyle, gereksinimlere göre dağıtım üstüne kurulu bir ekonominin örgütlenmesi aynı değildir. Devlet ekonomisiyle, devletsiz bir ekonomi, kendi kendini yöneten bir ekonomi aynı değildir.

Birinci çeşit örgütlenmeden ikincisine geçiş, başka maddi ve üretken koşullar yanı sıra, emekteki entellektüel ve yaratıcı içeriğin çok yönlü ve büyük bir artışını ister. Aynı zamanda, zenginliğin yaratılışının, çalışma zamanı ve harcanan emek miktarına daha az, çalışma zamanı içinde harekete geçirilen araçların gücüne daha fazla dayanmasını ister. “Ki bu araçların etkinliği, bunları yapmak için gereken doğrudan çalışma zamanına değil, bilimin genel düzeyine ve teknolojinin ilerlemesine ya da bu bilimin üretimde kullanılmasına koşuttur.”

 

5.3. Dünya Devrimi - Kesintisiz Devrim

 

Marksizmin kesintisiz devrim anlayışı, siyasal devrimin kapitalist sistem içindeki zayıf halka bir ülkede gerçekleşmesini; bu siyasal devrimin başta metropoller olmak üzere, kapitalist sistemi kısa sürede kapsamasını; bunun, zayıf halkadaki siyasal devrimi toplumsal devrime (sosyalizmi kurmaya) ilerletmesini; yeni sistemin dünyayı peşine takıp sosyalizme sürüklemesini; dünya sosyalizminin durmaksızın komünizme yürümesini, anlatır.

Bu söylenenlerde, üç temel fikir vardır: 1. Devrimin zayıf halkalardan başlayacağı, 2. Bu devrimin, kapitalizmin metropollerinde  devrimi ateşleyeceği, 3. Buradan dünyaya yayılacağı ve zayıf halkadaki devrimi de sosyalizme ilerleteceği.

Dünya devrimi zayıf halkalardan başlayacaktır ama başarıyla tamamlanabilmesi, toplumsal devrim olabilmesi için metropolleri kucaklaması zorunludur. Hele günümüzde, emperyalizm dünyayı öyle bir sarmış, birbirine üretim düzeyinde öyle bağımlılaştırmıştır ki, başka türlüsü hiç düşünülemez.

Dolayısıyla, eş zamanlı dünya devrimi anlayışı, tek ülkede başlayan ve yayılan devrim fikrini reddetmez. Tam tersine, kapitalizmin işleyişi içinde metropol ülkelerin kendi çelişkilerini öteki ülkelere, özellikle de orta kuşak ülkelerine ihraç ettiklerini, bu nedenle, devrimlerin buralarda başlamasının daha olası olduğunu söyler. Ama bu, dünya-tarihsel bir süreç olarak sosyalist devrimin başladığı anlamına gelmez.

 

Sosyalizmin Sonul Zaferi

 

Dünyada devrim yoluyla kurulan proletarya diktatörlükleri, ekonomik üstünlük temelinde yükselen dünya güç dengesi sosyalizm lehine kesin olarak değişmeden, tek başlarına başarılı olamazlar. Bu proletarya “devlet”leri yalnızca kesimsel başarılardır. Ne zaman ki, dünyanın ekonomik-toplumsal ve siyasal ilişkiler ağı sosyalist ülkeler lehine bir ağırlığa dönüşür, işte o zaman bu kesimsel değil kesin, bütünsel sonuç olur. Bu süreç, dünya proletarya diktatörlüğünün oluşması sürecidir.

Ancak ve ancak dünya proletarya diktatörlüğünün oluşması, sosyalizmin sonul zaferi anlamına gelir. Dünya proletarya diktatörlüğü, sosyalizmin her alanda emperyalizme üstün geldiği, geri dönüşsüz egemenlik anıdır. Tam da bu nedenle, dünya proletarya diktatörlüğü, dünyasal anlamda devletin giderek yok olup gitmesini getirecektir. Bu aşamadan önce hiçbir ülkede devletin kalkmasından söz edilemez. 

Dünya proletarya diktatörlüğünün kurulması yeni bir tarihsel çağ açacaktır. Kapitalist-emperyalizmin bir sistem olarak çöktüğü, savaş tehlikesinin ekonomik kaynağının ortadan kalktığı, insanlığın bayrağına “herkese gereksinimi kadar” ilkesinin yazılmaya başlanacağı bir çağ. Ordular, silahlar, baskı aygıtları, emeğin zorunlu yapısı, sınırlar bu çağda kalkacaktır. Üretken güçler, kapitalizm altında kimsenin düşünemeyeceği boyutlarda gelişecektir. Çünkü üretken güçlerin değerlendirilmesinde devlet sınırlarının egoist, kör engeli ortadan kalkacak, dünya ölçüsünde ekonomik yarar belirleyici olacaktır.

Türdeş topluma ancak bu aşamada, bu üretim güçleri temelinde ulaşılacak ve dünya KOMÜNİZME varacaktır.

 

5.4. Sosyalist demokrasi

 

Proletarya diktatörlüğünün en uygun devlet biçimi aktif yığın demokrasisidir

Her devlet gibi proletarya diktatörlüğü de çok farklı biçimlerde örgütlenebilir. Proletarya devleti çoğunluğun devletidir, dolayısıyla içeriğinde en demokratik devlettir, ama biçiminde demokrasi de, çıplak diktatörlük de (geçici süreler için) olabilir.

Proletarya diktatörlüğü çoğunluğun çıkarlarını temsil eder. Demokrasi de çoğunluğun yönetimidir. Yaşanan ortama, partinin izleyeceği hatta vb. bağlı olarak içerikle biçim arası derece derece açılabilir. Proletarya devleti olma içeriğiyle, biçim olarak demokrasinin uygulanması arasında açıklığın ortaya çıkması, devletin proletaryanın girişimi dışına çıkması demektir. Uzmanlık dalı olmaya devam eden devlet işleyişinin proletaryanın yeterince ağırlığını koymadığı, aktif olarak katılmadığı bir biçimde yürümesi demektir. Bu bürokratik deformasyondur.

Sosyalizmde demokrasi, çoğunluğun yönetimi, en başta, emekçiyi çeşitli oyunlarla yönetimden uzak tutan ve onu ezmede araç olan burjuva devletini dağıtıp yerine proletarya devletini kurarak sağlanacaktır. Çoğunluğun devletini kurmak başlıbaşına dünyanın en demokratik kazanımıdır.

Ancak bununla bitmez. Amaç çoğunluk adına bir gurubun (bürokrasi) değil, çoğunluğun kendi yönetimi olduğu için, yalnız eski devlet bürokrasisini yok etmek için değil, yenisinin de halka karşı dönmesini engellemek için önlemler alınacaktır.

Bunların yanında, insanlık tarihinin kazanımları olan tüm demokratik haklar ve özgürlükler, hiçbir burjuva devletinin veremeyeceği ölçüde emekçi halka sağlanacaktır. Böylece çoğunluğun yönetimi olan demokrasi, her alanda azınlık görüşlerin de çoğunluk haline gelebilmesinin olanaklarını içinde taşıyacaktır.

Demokrasi yalnızca oy verme vb. gibi anlaşılamaz. Demokrasi sürekli bir fikir oluşturma ve karar verme sürecidir. Böyle olduğu için her alanda, her düzeyde geniş tartışma olanağı ister. Tartışma ortamını yaratamamış, farklı görüşlerin ortaya getirileceği platformları olmayan, açık tartışmayı kurumlaştıramamış bir demokrasi, en iyi biçimiyle rıza demokrasisi olur. Oysa sosyalizmin gereği aktif yığın demokrasisidir.

Tutarlı bir demokrasi (çoğunluğun yönetimi), ezilen çoğunluğun erki olan proletarya diktatörlüğünü gerektirir.Ezilen çoğunluğun devleti olan proletarya diktatörlüğü de, çoğunluğun yönetimi demek olan demokrasiyi gerektirir. Bu nedenle, proletarya diktatörlüğünün en uygun devlet biçimi aktif yığın demokrasisidir.

 

Sosyalizmde demokrasi komünizme ilerleyebilmenin zorunlu

koşuludur

 

a) Sosyalizm, toplumsal farklılıklar temelinde, çatışmalı bir toplumdur. Demokrasi ise toplumsal çatışmanın daha özgür, daha açık, daha geniş örgütlenmesi demektir.

Sosyalist toplumda da, katmanların çıkarları en yoğunlaşmış biçimiyle siyaset alanında belirlenir. Sosyalist devlet çeşitli katmanların özel çıkarlarını siyasal alanda dikkate almak zorundadır. Bu ancak merkezi işleyişle, her düzeyde (örgütsel, bölgesel ya da toplumsal) yığın girişimini birleştirebilmekten geçer.

b) Devlet mülkiyeti sosyalizmde tüm halkın mülkiyetini "temsil" eder, kendisi değildir. Bu nedenle işgücü ve üretim araçları arasında ayrılığı tam anlamıyla ortadan kaldırmaz. İşçi üretim araçlarının mülkiyetini kendi adına kullanması için devlete verir.

Zaten toplumun üzerinde bir kurum olan devlet bürokratikleşirse, işçi sınıfından uzaklaşırsa işgücü ile üretim araçlarının bütünleşmesi o ölçüde biçimselleşir.

Sosyalizmde toplumun ve üretimin örgütlenmesi ve yönetimi de hala uzmanlık işidir. Üreten-yöneten ayrımı azalarak da olsa sürmektedir.

Devlete egemenlik sorunu, devletin yönetilmesi sorunundan farklıdır. Komünizme devrimci dönüşüm aşamasının önemli bir çelişkisi budur. İşçi sınıfı devlete egemen olmuştur ama devleti yönetmeye hazır değildir. Onun adına bu işi yapacak bir kesimi (bürokrasi) kabul etmek zorundadır. Bunları ne derece denetleyebildiği onun komünizme ne denli ilerleyebileceğini belirleyecektir. Ne derece denetleyebildiği de demokrasinin ne denli uygulandığıyla, işçi sınıfı-devlet bütünleşmesinin ne denli derinleştiğiyle eş anlamlıdır.

c) Sosyalizmde işgücü ile üretim araçlarının bütünleşmesinin nesnel temeli vardır. Üretim araçlarının proletarya diktatörlüğü mülkiyetine girmesi, tarihte ilk kez yığınlarla devlet arasındaki uçurumu kapatma olanağı sağlamıştır. Emek alanında ekonomik gelişme de, siyaset alanında gelişme de artık birbirine doğrudan bağlanmıştır. Dolayısıyla ekonomi de, devlet de ilerleyebilmek için halkın aktif katılımına bakmaktadır.

Komünizmin ilk aşamasında demokrasinin giderek genişleyen biçimde uygulanması, halkın demokratik pratiğinin genişlemesi ve devletsiz topluma yürüyebilmesinin zorunlu koşuludur.

 

5.5. Türkiye'de sosyalizm kuruculuğu ve sosyalist demokrasi

 

Her uygulama gibi sosyalist Türkiye de sosyalizmin evrensel özelliklerini ve toplumumuzun gelişiminden kaynaklanan özellikleri birlikte barındıracaktır.

Sosyalizm kapitalizmin geliştirdiği taban üstünde, ondan ileri bir aşamadır. Türkiye'de sosyalizmin kurulabilmesi için gerekli minimum taban vardır. Ancak yine de gelişmiş-yaygın üretken güçlere dayalı bir sosyalizmi kurmak uzun bir tarihsel süreç işidir, hem de bu süreç asıl olarak metropollerdeki devrime bağlıdır.

Türkiye'de özel mülkiyetin ortadan kaldırılması, üretim ilişkilerini toplumda var olan üretken güçlerin ancak bir bölümüyle uyumlu duruma getirir. O bölüm büyük makinalı üretimin var olduğu alandır. Bu nedenle ve özellikle üretken güçlerin en hızlı biçimde geliştirilmesine zaman tanımak için, çeşitli kapitalist mülkiyet biçimlerinden yararlanılacaktır. Buna bağlı olarak, tekeller dışındaki özel işletmeler, uzun bir sürede ve adım adım devletleştirilecek, kollektifleştirme hareketi özellikle yavaş ve gönüllü yürütülecektir. Kapitalist ülkelerden egemenlik haklarımıza karışma oluşturmayan kredi kullanılacaktır.

Türkiye toplumu kendi içine kapatılmayacak, halkımızın tüm dünya ile doğrudan tanışması her yoldan teşvik edilecektir.

 

***

 

Türkiye'de sosyalist demokrasi açısından kısa ve orta dönem farkları yanında uzun dönem farklarını da dikkate almak gerekir. Uzun dönem farkları, ancak kuşaklar boyu çalışma içinde kapatılabilecek farklardır. Bunlar azgelişmişlik-gelişmişlik farklarıdır.

Türkiye toplumunda demokratik yan çeşitli tarihsel-kültürel-ekonomik-toplumsal-uluslararası nedenlerle geride kalmıştır. Bu geri kalışın önemli bir göstergesi olarak sivil  toplum cılızdır. Sivil toplum örgütlenmelerinin, devlet işlevlerinin ve toplumsal yaşamın her alanında giderek daha fazla yer tutması gerekir. Sosyalist demokrasi ancak böyle sağlanır, geliştirilir, haklar yığınların aktif katılımı­-denetimiyle yaşama geçebilir.

Sivil toplum, ekonomik gelişme ve kültürel gelişme, üçü birlikte Türkiye'de proleter demokrasisini sosyalizme yakışan bir düzeye ulaştıracaktır.

Partinin, Türkiye toplumunun demokratik gelişmesinin bilinçle önünde yürümesi gerekir, çünkü demokrasi sosyalizmin, demokrasinin kendini yadsıyacağı sınıra dek genişletilmesi ise komünizme geçişin vazgeçilmez koşuludur.

Komünizm ülke çapında büyük ölçekli üretimin olabilen en yüksek merkeziliğini gerektirir ve varsayar. Ancak, sosyalist ekonominin gelişmesine paralel olarak merkezi otoritenin etkinliği, merkezileşme arttıkça, tabanın etkinliği, demokrasi de artmak zorundadır. Tabanda yaratıcı eylem, yeni kamu yaşamının temel unsurudur. Canlı, yaratıcı sosyalizm, Türkiye halkının kendi ürünü olacaktır.

Proletarya diktatörlüğünün en uygun devlet biçimi olan aktif yığın demokrasisi programımızın Türkiye'de ilk anda ne derece uygulanabileceği, devrim sırası ve sonrası koşullara bağlıdır. Ulaşmak istediğimiz budur. Tüm engelleri aşarak kuracağımız budur.

 

 

6. KOMÜNİST PARTİSİ

 

TKP Türkiye işçi sınıfının öncü örgütüdür

 

Türkiye Komünist Partisi, Marksizm-Leninizm ve proletarya enternasyonalizmine bağlı komünistlerin gönüllü birliği, işçi sınıfının ideolojik-siyasal öncüsü olan bir sınıf partisidir.

Komünist partisinin proletaryanın bir bütün olarak çıkarlarından öteye çıkarı yoktur. İşçi sınıfının burjuvaziye karşı savaşının çeşitli gelişme aşamalarında her yerde ve her zaman hareketin bir bütün olarak çıkarlarını temsil eder.

 

TKP tüm işçilerin partisidir

 

Komünistler her zaman proletaryanın en büyük, en güçlü, en merkezi birimlerde örgütlenmesinden yanadırlar. Ayrı örgütlenmeyi zorunlu kılan nesnel koşullar yoksa, proletarya tek partide örgütlenir. Bu proletarya enternasyonalizminin gereğidir.

Bir hareket, aynı devlet sınırı içindeki işçilerin örgütsel birliğini savunmuyorsa burjuva ulusçuluğundan kopmamış demektir.

Türkiye'de nesnel koşullar tüm uluslar ve ulusal azınlıklar proletaryasının Türkiye çapında tek bir partide örgütlenmesini zorunlu kılmaktadır.

 

TKP enternasyonalisttir

 

TKP, tüm uluslardan işçilerin sömürüyü yok etme ve sınıfsız toplumu yaratma kavgasında ideoloji, siyaset ve örgüt birliği demek olan enternasyonalizme sımsıkı bağlıdır.

Proletarya enternasyonalizmi ülkedeki proleter savaşımın çıkarlarının, dünya ölçüsündeki aynı savaşımın çıkarlarına bağlı kılınmasını zorunlu tutar.

İşçi sınıfı çıkar ve amaçlarının enternasyonal birliği anlayışı ulusal sınırlar içindeki hareketten kendiliğinden doğmaz. Bu nedenle, TKP işçi sınıfına proletarya enternasyonalizmi fikirlerini aşılamak, ulusçulukla uzlaşmasız savaşmak görevini inatla yürütür. Dünya işçi ve komünist hareketinin Marksçı-Leninci temeldeki birliğine zarar veren akımlarla savaşmayı görev bilir. Ulusçulukla, oportünizm ve revizyonizmin derin bağının bilincindedir.

TKP, dünya proletaryasının, dünya ölçüsünde strateji ve örgütlenmeye sahip olması gerekliliğine inanır. Bugün merkezi bir uluslararası örgütlenme olmadığından, komünist partilerinin bağımsızlığı ile komünist hareketin Marksizm-Leninizm ve proletarya enternasyonalizmi temelinde birliğini bağdaştırma sorunu daha büyük önem taşır. TKP, dünya devriminin çıkarını her zaman, herşeyin üstünde tutar.

Proletarya enternasyonalizmi, her komünist partisinin önüne öncelikle ülkesinde devrimi yapmak görevini koyar.

 

TKP Leninci örgütlenme ilkelerine bağlıdır

 

Propaganda ve ajitasyon: Komünistlerin baş ve değişmez görevi, sistemli, çok yönlü,  ilkeli propaganda ve ajitasyon yürütmektir. Burjuva ideolojisine karşı sürekli ve tutarlı savaş, devrimin ön koşuludur.

 

Merkez organ: Parti propaganda ve ajitasyon çalışmasını merkez organ temelinde yürütür. Merkez yayın organı, “yalnızca kollektif bir propandacı değil, aynı zamanda kollektif örgütçüdür.”

Merkez organın dağıtım ağı çevresinde örgütlenme, merkez organ temelinde eğitim, partimizin sürekli ortak eyleminin temelini oluşturur.

 

Hücre ilkesi: Komünist partisinin temel örgütsel birimi hücredir. Hücre tüm parti üyelerinin içinde yer almaları gereken tek birimdir. İşyeri ve yerleşim esasına göre kurulan temel örgüt, partinin emekçi yığınlarla en yakın, en geniş ilişkisini kurar.

 

Profesyonel devrimciler örgütü: Parti, üyelerinin kendini eğitmiş, devrimci mücadelenin özel sanatlarını öğrenmiş, yaşamının tümünü davasına adamış profesyonel devrimciler olarak yetişmesi için çalışır.

                                                                                               

Endüstriyel yoğunlaşma: Parti, özellikle işçi devrimciler yetişmesine önem verir. Bu, işçi sınıfı içinde, fabrikalarda örgütlenmeyi başa almayı getirir. Parti bunu endüstriyel yoğunlaşma ilkesine göre yapar. Örgütlenmesini kilit fabrikalarda ve statejik işkollarında yoğunlaştırır.

 

Eleştiri- özeleştiri: Bireysel ve kollektif düzeyde eleştiri-özeleştiri, komünist partisinin birliği, gelişmesi, büyümesi için ilk koşuldur. Amacı partinin işçi sınıfına, insanlığa hizmet yeteneğini sürekli olarak güçlendirmektir. Eleştiri, eleştirilen bireyi ya da kollektifi yıkmak değil, partinin ortak amacına katkısını arttırmak amacını güder. Eleştirilen tutumun sınıfın ve partinin çıkarlarına neden uymadığını gösterir. Burjuva ve küçük burjuva etkiler sürekli olarak partinin üzerinde basınç yapar, partiye sızar. Bireylerin ya da kollektiflerin raslantısal hataları düzeltilmezse eğilim, hatta sapma durumunu alabilir. Eleştiri-özeleştiri bu tehlikeye karşı en etkin silahlardan biridir.

 

Partide kadın-erkek ayrımı yoktur: Erkek komünistler eşitliği pratikte uygulamalı, kadın komünistler uygulanmasında ısrarlı olmalıdırlar. Böylece partinin savaşım gücünün sınırları genişler.

 

Özgürlük: Burjuvazi komünist partisine devrim yapma özgürlüğü tanımaz. Devrimini yapmamış komünist partisi, burjuva yasallığın sınrlarından bağımsız olarak, devrimci amaca yönelik savaşımı kadar özgürdür.

 

Yönetim örgütlenmesi: Komünist partisi yönetimi, partinin ideolojik-siyasal-örgütsel öncüsüdür. Güvenilir ve yetenekli, profesyonel olarak eğitilmiş, uzun bir deneyim okulundan geçmiş, uyum içinde çalışan liderler olmaksızın modern toplumda hiçbir sınıf kararlı bir savaşım yürütemez. Hiç bir hareket, sürekliliğini sağlayan kalıcı bir yönetim örgütlenmesi olmadan yaşayamaz. Partimiz, yönetim kadrolarının her düzeyde yönetim ve çalışma biçimlerini modernleştirmelerine büyük önem verir. Bu, profesyonel devrimciler örgütü olabilmenin gereğidir. TKP'de bilimin ilerletilmesinde parti yönetimi sürekli ve ağırlıkla rol alır.

 

Kadro anlayışı: Kadrolar, o kadroları oluşturan bireylerin eksikleri ve yanlışları düzeyinde değerlendirilmez. Bir kadronun ileriliği ya da geriliği, toplumsal gelişmenin dayattığı görevleri önüne koyup gerçekleştirmek için çalışıp çalışmadığıyla belli olur.

 

Örgütlenmenin şeması yoktur: TKP, Leninci örgütlenme ilkelerini pratikte uygular. Somut örgütlenme biçimleri açısından, örgütlenmenin değişmeyecek bir şeması olmadığı gerçeğinden hareketle, yapısını yeni koşullara sürekli olarak uyarlar.

                

TKP demokratik-merkeziyetçidir

 

Komünist partisi, demokratik merkeziyetçi bir işleyişe sahiptir.

Geçmiş deneye bakıldığında, demokratik merkeziyetçiliğin partilerin pratiğini belirlemedeki yetmezliği görülür. Ülke yöneten ya da legal ortamlarda çalışan partilerde bile demokratik yön son derece geri kalmıştır. Nesnel ortama uymayan merkeziyetçilikler, liderlerin en kötü yönlerini öne çıkarmış ve entellektüel konformizmi beslemiştir. Komünist hareketin tüm deneyimi şunu göstermektedir ki, mutlak ya da mutlak’a yakın bir gücü devralmış insanların anlayışına dayanan bir örgütte, değişim yeteneği ve kültürü için can alıcı önem taşıyan demokratik normlar hızla yok olmaktadır.

Bugün, anti-demokratik eğilimlerin yeniden yükselmemesi için bizleri eğitebilecek önemli bir deneyim birikimi oluşmuştur. Yeni komünist hareket, en çetin koşullarda çalışan partilerin bile demokratik yönlerini geliştirmelerinin yolları üzerinde düşünmelidir.

 

Komünist disiplin: Komünist disiplin, ideolojik birlik, doğru siyaset ve yığınlarla bağ temelinde gelişir. İşçi sınıfının örgütlenme gücüne inanan, karşılıklı saygıya dayanan disiplin, savaşımda yetki ve sorumluluk devrini, girişkenliği arttırır.

 

TKP ve sendikalar

 

Parti ve sendikalar aynı sınıfın farklı örgütleridir. 

Komünistler, sendika ile parti arasındaki sınırların yok edilmesine, sendikaların parti görevlerini üstlenmesine de, partinin sendika görevlerini üstlenmesine de karşıdırlar. Böyle tutumlar hem sendikaları, hem partiyi güçten düşürür.

Komünistler sendikaların er ya da geç kendi görüşlerini benimseyeceğini bilirler, geleceğin kendi düşüncelerine ait olduğuna inanırlar ve sendikaları bölmez, sürekli ve güvenli Marksist propaganda yürütürler.

Komünistler sendikaların örgütsel bağımsızlığını, siyasette partiye bağımlılığını savunurlar.

Komünistler sendika içi demokrasiyi, üyelerin sendikalarda söz ve karar sahibi olmasını, örgütlerini denetlemelerini isterler. Sendikalarda siyasal görüşler nedeniyle tasfiyeciliğe karşıdırlar.

Komünistler sendikal birliği gözetirler. İşçilerin büyük sendikalarda toplanmasından yanadırlar. Kapitalizm koşullarında sendikaların bölünmüşlüğünün bitmeyeceğini de bilirler.

Komünistler, sendikalarda, yönetiminde kimin olduğuna bakmadan aktif çalışma yürütür, burjuva görüşlerin işçi sınıfı içinde zehir saçmasını önlemek için savaşırlar. Ücretli kölelik sistemi yıkılmadan hiçbir sendikal istemin kalıcı olarak elde edilemiyeceğini anlatırlar. Tüm ekonomik, sendikal ve demokratik istemleri ana göreve bağlarlar.

Komünistler sendikalara savaşım hedefi olarak kapitalizmin ve sınıf savaşının ulaştığı gelişkinlik düzeyine uyarlı hedefler gösterirler. Gerçekçi istem, ne burjuvazinin verebileceği kadarıyla ne de işçi sınıfının o anda alabileceği kadarıyla sınırlı değildir. Toplumsal gelişmenin çıkarlarına uygun olarak saptanmış istemdir.

 

TKP ve din

 

Komünist partisi açısından din kişisel sorun değildir. Komünist partisi dinsel inanç biçiminde ortaya sürülen bilinç yoksunluğuna, bilgisizliğe kayıtsız kalmaz, ateist propaganda yapar.

Partimiz, işçi sınıfının kapitalizmin güçlerine karşı kendi savaşımı ile aydınlanmadıkça, ateist propagandanın, işçi sınıfını bu yolda yeterince aydınlatamayacağını da bilir. Yığınların sermaye egemenliğinin her türlüsüne karşı savaşımına öncülük eder. Ateist propagandayı temel görevine, sömürücülere karşı sınıf savaşımını geliştirme görevine bağlar.

Partimiz, dinsel inancın sınıf savaşımında öteki sınıf kardeşleriyle birlikte yer almaya engel olmadığına inanır.