Yusuf Zamir’in aşağıdaki yazısı, anayasa değişikliği ve  Referandum tartışmalarının, bu bağlamda RT Erdoğan’ın siyasal ve kişisel  geleceğinin her türlü sansür ve baskıya rağmen tartışılmaya çalışıldığı şu  sıralarda, Anayasa ve Güçlerin Ayrılığı ya da Birliği konusuna burjuva  liberallerden farklı bir yaklaşım getirerek Marksistleri ham hayaller konusunda  uyarıyor 
          “Anayasal  aptallık”
          Yusuf Zamir  
             
          Devlet sapkınlığının kapitalizm öncesi toplumlardaki örgütlenişi  güçlerin (erklerin) birliğine, kapitalist toplumlardaki örgütlenişi ise güçler  ayrılığına dayanır. 
            Kapitalizm öncesi toplumlardaki egemen toplumsal ilişkiler, kişisel  bağımlılık ilişkileridir. Kişisel bağımlılık ilişkileri, egemenlerin hiyerarşik  bir yapılanma içinde kişisel-keyfi erk kullandığı devlet düzenine tekabül eder.  Kapitalizm öncesi devletlerde yasama, yürütme ve yargı erkleri, çoğu durumda,  hiyerarşinin tepesindeki hanedanda yoğunlaşır. 
             
          Kapitalist toplumlardaki egemen toplumsal ilişkiler ise değer yasasının  teorize ettiği meta, değer, para, piyasa, ücretli emek, sermaye gibi kişisel  olmayan, yani nesnel bağımlılık ilişkileridir. İnsanlar arasındaki nesnel  bağımlılık ilişkilerinin, kısacası piyasanın gayri şahsi işleyişi, bu kişiler  üstü tarzını devletin işleyişine de yansıtır. Piyasa, uzun vadede, devlette  erklerin tek elde toplanmasını ve keyfi erk kullanımını kaldırmaz. Bu nedenle,  olağan burjuva devlet örgütlenmesinde güçlerin ayrılığı ilkesi gözetilir. 
            Devlet iktidarının örgütlenişinde güçler ayrılığını savunan anayasacılık  hareketi, burjuvazinin yükselişiyle birlikte tarih sahnesine çıkmıştır.  Anayasacılık hareketi, kişisel bağımlılık ilişkilerine tekabül eden monarşik  devlet düzenine karşı, nesnel bağımlılık ilişkilerine tekabül eden anayasal  devlet ve hukukun üstünlüğü mücadelesi vermiştir. 
             
          Yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrı ayrı organlarda örgütlenmesi,  devlet aygıtının gayri şahsi işleyişini sağlama yolunda, kişisel-keyfi erk  kullanımına ve yüksek mevkilerde aşırı güç birikmesine karşı fren ve denge  sistemi olarak gelişmiştir. 
            Güçlerin birbirlerinden ayrı olarak nasıl örgütleneceği, birbirleriyle  nasıl ilişki kuracağı, denge ve denetleme mekanizmaları, devlet ile yurttaşlar  arasındaki ilişki biçimleri, toplumsal mücadeleler içinde belirlenir.  Anayasalar, mücadele içinde oluşan iradenin vazettiği işleyişi kayda geçirir. 
            Anayasaların varlık nedeni, devlet örgütlenmesinde güçler ayrılığı  mücadelesinin üstün gelmiş olmasıdır. Daha vurgulu ifadeyle, anayasa demek  güçler ayrılığı demektir. 
            Güçler ayrılığını ortadan kaldırıp güçlerin birliğine geri dönen  diktatörlüklerde gerçek anlamda anayasa olmaz. Başka bir deyişle,  diktatörlüklerdeki güçlerin birliğini kutsayan devlet teşkilatlanma belgesine  anayasa denmez. 
             
          Toplumsal kurtuluş mücadelesi açısından, güçlerin birliğine dayanan  despotik devlete karşı güçler ayrılığını gözeten olağan devlet tercih edilir.  Çünkü, olağan burjuva devlet düzeninde toplumsal çelişkiler daha berraklaştığı  için toplumsal kurtuluş mücadelesi daha açık verilir: 
            “Ayaklarımızın dibinde açılan bu derin uçurum, … bizi devlet biçimleri  üzerine mücadele etmenin anlamsız, aldatıcı ve boşuna olduğuna inandıracak mı?  … 
             
          “En iyi devlet biçimi, toplumsal çelişkilerin bulanıklaşmadığı, keyfi  olarak -yani sırf yapay olarak, dolayısıyla sadece görünüşte- alt düzeyde  tutulmadığı devlet biçimidir. En iyi devlet biçimi, bu çelişkilerin açık  mücadele aşamasına yükseleceği ve bu süreçte çözüme ulaşacağı devlet  biçimidir.” (K.Marks, ‘Haziran Devrimi’, 1848, https://www.marxists.org/archive/marx/works/1848/06/29a.htm) 
            Güçlerin ayrılığı, evet, güçlerin birliğine tercih edilir. Ancak  unutmamak gerekir ki, her iki ilke de toplumun üstünde yer alan devlet  sapkınlığının nasıl örgütleneceğine dairdir. Her ikisi de devlet sapkınlığının  varlığıyla bağlıdır. Toplumsal kurtuluş mücadelesi, devleti inkâr mücadelesi  verirken devletle bağlı olan bu sapkın ilkeleri de inkâr eder. 
             
          Marks, bu nedenle, Fransız anayasasını kısaca maddeler halinde  eleştirdiği bir makalesinde, güçler ayrılığının matah bir ilkeymiş gibi  sunulmasını “anayasal aptallık” olarak niteler: 
            “(Anayasadan alıntı – YZ) ‘2. Güçler ayrılığı, özgür bir  hükümetin en başta gelen koşuludur.’ 
            “İşte, o eski anayasal aptallıkla karşı karşıyayız. (Oysa, – YZ) ‘özgür  hükümet’in koşulu, güçlerin ayrılığı değil, fakat birliğidir.”  (K. Marks, “4 Kasım 1848’de kabul edilen Fransız Cumhuriyet Anayasası”, 24  Mayıs – 8 Haziran 1851, http://www.marxistsfr.org/archive/marx/works/1851/06/14.htm) 
            Devlet örgütlenmesindeki güçlerin birliği ile Marks’ın yukarıda  zikrettiği güçlerin birliği aynı değildir. 
             
          Marks’ın savunduğu güçlerin birliği, devletin toplumdan gasbettiği  güçlerin, devleti inkâr süreci içinde asıl sahibi olan topluma geri dönmesiyle,  böylece devletten arınarak komünalleşen toplumun bağrında birliğinin sağlanması  anlamına gelir. 
             
          Olağan burjuva devlet örgütlenmesinde erkler, toplumdan koparılmış  olmasının yanı sıra, birbirlerinden ayrı örgütlenerek karmaşık bürokratik  labirentler içinde iyice toplumdan uzaklaştırılmıştır. Güçlerin, yani erklerin  halka geri döndürülerek birleştirilmesi yolunda Paris Komünü’nün bulduğu pratik  çözümlerden biri şudur: 
            “Komün, parlamenter bir yapı değil, fakat aynı anda hem yürütmeci hem de  yasamacı olan ve işleyen bir yapı olacaktı.” (K. Marks, “Fransa’da İç Savaş”,  Nisan-Mayıs 1871, MESE, İng., c. 2, s. 220.) 
            Paris komünü, yargı ve yürütmeyi halka geri döndürme yolunda ayrıca şu  pratikleri de geliştirdi. Yargıçlar dahil bütün kamu görevlileri yukarıdan  aşağıya atamayla değil, fakat halkın doğrudan seçmesiyle işbaşına gelecekti.  Seçimle gelen her kamu görevlisi, eğer zaman içinde halka sırtını dönmeye  başlarsa, belli bir oy sayısıyla görevinden azledilip geri çağrılabilecekti.  Dahası, hiçbir görevlinin maaşı ortalama bir işçi maaşından daha yüksek  olamayacaktı. Ayrıca, düzenli ordu kaldırılıp yerine silahlanmış halk  müfrezeleri getirilecekti. 
             
          Bu önlemler, o zamanki sınırlı gelişme koşullarında, devrimci pratiğin  yarattığı son derece ufuk açıcı önlemlerdir. Hiç kuşkusuz, toplumsal kurtuluş  mücadeleleri geliştikçe, devletin pratik eleştirisi yolunda bu önlemler de  aşılacak, defalarca yepyeni pratik çözümler bulunacak ve onlar da aşılacaktır. 
           |