Geleceğimizi yeniden yaratmak üzerine
Salih Can
İşçi ve komünist hareketin bugünkü durumu denince teorik başıboşluk içinde örgütsel koşturmaca, başsız tavuklar gibi ortalıkta dolanma göze çarpıyor; sürekli kan kaybı, yaş ortalamasının yükselme eğiliminde oluşu ciddi bir tehdittir, vb derken, bir arkadaş iletisinde solda olup bitenlerin dedikodusunu aktarmış. Bilgilerimizi tazelemiş olduk.
(NOT: Bu arada yeri gelmişken bir-iki düzeltici bilgi aktaralım: Bizim “karar alarak” yayınladığımız İstanbul çıkışlı herhangi bir dergi şu anda yoktur. Herhangi bir elemanımızı bizim adımıza “görüşme” yapmakla, demeç vermekle, ittifak vb yapmakla görevlendirmedik, yetkili kılmadık. Böyle birileri varsa, ancak kendi adlarına konuşuyor olabilirler. Son olarak, bazı tatsız sürprizler, bizi, Hikmet Kıvılcımlı’ya saygımızı korumakla birlikte, Troçki-Kıvılcımlı çevresini anımsatan herhangi bir kişi ya da kuruluşla dirsek temasımız, ittifakımız, ortak girişimimiz vb olmadığını kamuoyuna bildirmek durumunda bırakıyor. Biz hâlâ eski Parti’nin / eski İşçinin Sesi çevresinin insanlarıyız. Görüşlerimizi saklamadan yazma alışkanlıklarımızı yitirmedik. Üçüncü kişilere duyurmuş olalım. SALİH CAN)
Konumuza geri dönersek, yukarıdaki yorumumuzu doğru bulmayan falanca örgüt yönetimi kendilerinin iyi, gelişmekte, canlı ve diri vb olduğunu öne sürebilir. İstisnalar kuralı bozmaz. Kaldı ki ortalıkta çok istisna da yok… Bu yüzden, komünistlerin, devrimcilerin birliğine yönelik girişimlerde günün realitesinin öne çıkardığı, teorik önemi haiz bazı durumları öne çıkartmanın olumlu olduğu düşüncesindeyiz. “Ne yapmalı” sorusuna bazı alanlardaki yanıtlardan başlayalım.
***
Ceviz kabuğu içinde çeşit çeşit sol akımız. Kimi birleşelim diyor, kimi tartışalım, konferans yapalım; bir başkası reformistlerden kendimizi ayıralım, ötekisi aşırılıktan uzak duralım diyor. Kimisi Kürt hareketine yakın duralım, ortak çatı altına girelim derken, yok yahu, ne işimiz var bizim ulusçu bir çatı altında, sınıfa dönelim diyenler de var… Her nasıl tavır alınırsa alınsın, hepimizin önünde her yüzyılın popüler sorusu, Çernişevski’den, Lenin’den bugüne değin eskimemiş olan soru cevap beklemeye devam ediyor: NE YAPMALI?
***
Bu sorunun yanıtını bulmaya çalışan hareketlerin liderliklerinin sorumlulukları ağırdır. Liderlik tanımının bazı esaslarını hatırlayalım: Pozitif enerji yaymak, vizyon sahibi olmak, ekipler kurabilmek, ekibe göz kulak olmak, başarıları ödüllendirmek, öğretmek, karar vermek, yaratıcı olmak, uygulayıcı olmak! Bunlar, hangi sınıfın hizmetinde olursanız olun, liderliğin evrensel denebilecek özellikleri arasındadır. Öte yanda, dünyanın içinden geçtiği karmaşayı, altüst oluşu izlemeyenimiz yoktur. Bu ortamda, işçi sınıfının buharlaşmış olan kendine güvenini yeniden canlandırmak, işçileri yeniden işçi gibi davranmaya sevketmek, tarikat/cemaat batağına saplanmışları yeniden sınıf hareketiyle kucaklaştırabilmek için ne yapmalıyız? Bu soruya verecekleri yanıtlar, geleceği şekillendirmede etkili olacaktır. Çevremize pozitif enerji yayabilmek için, en başta pozitif bir açılıma sahip olmak gerekir. Tüm sorunları, engel ve güçlükleri aşmayı hedefleyen bir gelecek perspektifine şiddetle ihtiyaç duymaktayız. Siyasal ve toplumsal coğrafyanın inanılmaz bir hızla değiştiği günümüz dünyasında, çevremizde yeniden şekillenen realiteyi veri alan bir geleceği işçi sınıfımız için “yeniden” yaratmak durumundayız.
Bunu yaparken, uzun erimli ihtiyaçlarla kısa erimli ihtiyaçları birbirinden ayırdedebilmeliyiz. Tüm örgütlerde liderler kısa erimli ihtiyaçları zaten bilirler, dahası hemen hepsi kısa erimli “siyasal” ihtiyaçlara boğulmuş vaziyettedirler. Halbuki hem eylemde bulunmak, hem de bir sonraki adımın hayalini, “teorik” çerçevesini kurabilmek, günün ayrıntılarında boğulmadan geleceği planlayabilmek gerekir. Bana hak vereceğinizi sanıyorum.
“Daha çok çalış yoldaş! Örgütsel faaliyete daha çok zaman ayır, cumartesini pazarını, tam gününü, tüm aileni, yaşamını, herşeyini faaliyete ada!”
Bu sözler çoğu devrimciye yabancı değildir, yaşamını davaya adamış “profesyonel devrimci” dar kadro için yaşam hedefidir. Yanlış değil. Ancak, etin kemikten iyice sıyrıldığı şu dönemde bunları birarada tutacak yöntemlere ağırlık verilmesi bayağı öncelik taşıyor. Et-kemik benzetmesi yaparken;
İş güç sahibi, her gün düzenli işine giden, bireysel yaşamını emeğiyle yeniden üreten, herkes gibi aile yaşamı, çoluk çocuğu, akşam yemeğinden sonra iki bardak çay sefası olan insanlardan,…
İşsizlik tehdidini damarlarında hisseden, evin kirasından, aşından, çocukların eğitimine dek binbir sorunla her gün cebelleşmekte olan insanlardan,…
Yüksek tansiyondan şekere dek çeşit çeşit hastalığı olan hakiki emekçilerden söz ediyorum.
- “Abi bu bölgede Disk’in kurucusuydum, şimdi Saadet’çiyim, allaha şükür AKP’ciyim”…
- “TKP”yi biz kurmuştuk ama baktık ki parti Kemalizmin izinde, şimdi şövenizmi aştık ‘yurtsever’ olduk”…
- “Kürt-Türk ne demek, hepimiz biriz, Türküz Aleviyiz…”
- “Sendikaya aidat vermekten bıktık. Hepsi yiyici… Zor durumda birşey yapmıyorlar. Başkan da altına Mersedes’i çekti, ooohoooo, kimin umurunda tensikat?”
İşte bu insanlardan söz ediyorum… Kemikten kopan etten, etsiz kalan kemikten, sınıfımızdan söz ediyorum! Gelecek perspektifini, “yolunu” yitirmiş muazzam bir kuvvetten konuşuyorum.
İşçilerin yollarını yitirmelerinin binbir sosyo-ekonomik-siyasal nedeni bulunabilir. Bunlara şimdilik değinmeyeceğim. Burada asıl üzerinde durmak istediğim konu, işçilere liderlik, öncülük iddiasıyla varolan komünist hareketin kendisinin “yolunu yitirmiş” olduğudur.
Yok canım, nereden çıktı bu, o senin hüsnü kuruntun diyen varsa, yazımın gerisini okumak zorunda değildir. Ben, fikir alışverişini, yazdıklarımda biraz haklılık olduğunu düşünenlerle yapmak istiyorum. Sözüm onlara.
NEREDEN BAŞLAMALI?
“Siyasal ve toplumsal coğrafyanın inanılmaz bir hızla değiştiği günümüz dünyasında, çevremizde oluşan realiteyi veri alan bir geleceği işçi sınıfımız için ‘yeniden’ yaratmak durumundayız” önermesini onaylıyorsanız, o zaman bir adım daha ilerleyebilirim. Önce bazı varsayımlar sıralayacağım:- En son küreselleşme dalgasıyla birlikte, tek dünya pazarının varlığı tartışılmaz biçimde kanıtlanmıştır. Yaşamın kendisi, “sosyalist pazar” saçmalığını ve onunla bağlı “sosyalist sistem” yakıştırmasını ortadan kaldırmıştır. Tüm dünyada, dün olduğu gibi bugün de değer yasasının işleyişine derece derece ayak uydurmuş/ya da bu işleyişi bir şekilde tahrif etmiş olarak yaşayan “değer” toplumlarının yaşadığını veri almak durumundayız. Değer yasasının mülkiyet, meta, değişim değeri, ücretli emek, sermaye, fiyat, pazar, para, ticaret gibi kategorileri, günlük yaşamımızın ayrılmaz parçasıdır. Bunlar varolduğu sürece sosyalizmden (komünizmden) söz etmek abestir.
- SSCB’nin sosyalist olduğu, sosyalizmin kaba hatlarıyla orada kurulu yapıya benzeyen, onu çağrıştıran bir düzen olacağı düşüncesinin aslında bir serap, bir dayatma, kaynağını Marks’ın teorisinin bir şekilde deformasyonundan alan bir yanılsama olduğu da ortaya çıkmıştır.
- Sınıflı toplumun ürünü ve devamının ilanı demek olan devlete “sosyalist” sıfatının eklenmesi, Marks’ın teorisinin iyice iğdiş edilmesine varmış, garabet rejimlerin “sosyalist” olarak tanıtımı, dünya işçi ve komünist hareketine bir bütün olarak zarar vermiştir. Sınıf savaşının olmazsa olmaz unsuru olan demokrasi mücadelesini olumsuzundan şiddetle etkilemiştir.
- İşçi sınıfının siyasal olarak yukarıdan aşağıya örgütleneceği düşüncesinin yanında, “aşağıdan yukarıya, rızaya dayalı olarak örgütlenilmeli” diyenler de vardır. “Üreten biziz yöneten de biz olmalıyız” düşüncesi, yönetimin en alttan en üste doğru geliştirilmesi tezinin yardımcısıdır.
Bazı yazarların iddia ettiğinin tersine işçi sınıfı ortadan kalkmamıştır, işçi sınıfı tek devrimci sınıf olma özelliğini yitirmemiştir. Burjuva toplumunda bir küresel altüst oluş ve yeniden kuruluş süreci yaşanmakta, bununla bağlı olarak dünya işçi sınıfı da doğal olarak gömlek değiştirmektedir. Örneğin, buharlı lokomotif sürücüsünün yerini şimdi dizel-elektrikli lokomotifin elektronik kadranlarını okuyup dijital düğmelere basarak tren idare eden daha eğitimli işçi almaktadır. Bazı hatlarda işçi yarı-otomatik treni uzaktan, ekranı izleyerek yönetebilmektedir. Artık çağın standartlarının gerisine düşen (üretici güçlerin gelişme düzeyinin gerisinde kalan) meslekler ortadan kalkmakta, yenileri ortaya çıkmaktadır. Bu süreci anlamadan “bugün işçi sınıfının kalktığını” iddia etmek, emek-sermaye çelişkisinin kalktığına inanmaktır. Bilinçli şaşırtmadır, abesle iştigaldir!
Daha yazacağım çok şey var, ama şimdilik burada duralım. Gökkubbenin altındaki her şeyi aynı anda tartışamayız. Arkadaşlara yoğun düşünme ve okuma fırsatı tanıyalım. Görüşmek üzere.
15 Mayıs 2009