Gotha Eleştirisi’nin gelecek tasavvuru  
        
          Yusuf Zamir’in başlıktaki konu ile ilgili yazısını aşağıda okuyabilirsiniz.  
          Bu arada, hâlâ konuyu anlama güçlüğü çeken kimi komünistlere anlama kolaylığı  açısından bir iki noktayı hatırlatmadan edemiyoruz:  
          Marks’a göre, sosyalist (komünist) toplumda mübadele yoktur. Değer  yasasının varlığını öngördüğü (ya da başka bir deyişle, varlığı değer yasasının  işlediğine delalet eden) özel mülkiyet, meta, mübadele değeri, ticaret, para,  pazar, ücret vb. kategoriler sosyalist (komünist) toplumda yoktur!  
          Sosyalist (komünist) toplumda “bireysel üreticinin topluma verdiği,  kendi bireysel emek miktarıdır”,  çünkü  “herkes herkes gibi işçidir”; “bireylerin mülkiyetine de bireysel tüketim  araçlarından başka hiçbir şey geçemez”; sosyalist  (komünist) toplumda sınıflar, sınıf  mücadelesi, devlet kalkmıştır.   
          Marks’ın “kapitalist toplumdan çıkıp geldiği biçimiyle bir komünist  toplum” ifadesinde bir önceki aşama, bugün tanıdığımız haliyle kapitalizmin  kendisi değil, dünya toplumunun (komünizmin) uzun doğum sancılarını yaşadığı  “geçiş” dönemi, yani geri dönüşü olmayan, sınıfların varlığının kalkacağı ve  devletin sönümlenme yoluna gireceği dünya proletarya diktatörlüğüdür.  
          Eğer komünistler, şu sıralar yine gündemde olan “sol hareketin vb.  geleceği” tartışmasına pozitif katkı yapmak istiyorlarsa, işe kendi evlerine  çeki düzen vererek başlamalıdırlar. Bizce başlangıç noktası, güncel / siyasal  tartışmaların ötesinde, örneğin bu yazının ele aldığı konuda çeşitli komünist  çevrelerde hâlâ hakim olan kafa karışıklığına ve saflardaki yaygın II.  Enternasyonal etkisine son vermek üzere Marks’a yönelmektir. Her türlü  siyasal, programatik konumlanış, bu teorik yönelimin üzerine oturacaktır. Bu  yapılmazsa, uzun süre bölücü /burjuva etkiler altında ağız dalaşı yapmaya devam  edilecek ve bol bol kan kaybedilecek demektir.  
          TKP Web Sitesi 
            
          Marks, Gotha Programının Eleştirisi’nde  geleceğin komünal insanlığını şöyle tasavvur eder: 
             
  “Üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayanan kooperatif bir toplumda  üreticiler ürünlerini mübadele etmezler. Burada, ürünler için harcanmış emek bu  ürünlerin değeri olarak, sanki onların maddi bir niteliğiymiş gibi görünmez.  Çünkü kapitalist toplumdakinin tersine, bireysel emek şimdi artık dolaylı bir  tarzda değil, fakat doğrudan doğruya toplam emeğin bir parçasıdır.  Muğlaklığından ötürü bugün bile sakıncalı olan ‘emeğin getirileri’ deyişi,  böylelikle bütün anlamını yitirir. 
   
  “Burada karşı karşıya olduğumuz şey, kendi temelleri üzerinde gelişmiş  biçimiyle bir komünist toplum değil, tersine, kapitalist toplumdan çıkıp  geldiği biçimiyle bir komünist toplumdur. Dolayısıyla bu toplum, her açıdan,  ekonomik, moral ve zihinsel açılardan, rahminden çıktığı eski toplumun doğum  izlerini hâlâ taşır. Buna uygun olarak, bireysel üretici, topluma tam olarak ne  vermişse -kesintiler yapıldıktan sonra- toplumdan onu geri alır. 
   
  “Bireysel üreticinin topluma verdiği, kendi bireysel emek miktarıdır. Örneğin  toplumsal işgünü bireysel çalışma saatlerinin toplamından oluşur. Bireysel  üreticinin bireysel emek zamanı, onun toplumsal işgününe katmış olduğu  bölümdür, onun toplumsal işgünündeki payıdır. Bireysel üretici, toplumdan  (ortak fonlar için sarf etmiş olduğu emeğin indirimi yapıldıktan sonra) şu  kadar emek miktarı katmıştır diye bir sertifika alır. Bu sertifika ile  toplumsal stoklardan aynı emek miktarına mal olmuş tüketim araçları çeker.  Topluma bir biçimde verdiği aynı emek miktarını, ondan başka bir biçimde geri  alır. 
   
  “Açıktır ki burada, eşit değerlerin mübadelesi söz konusu olduğu kadarıyla,  meta mübadelesini düzenleyen ilkenin aynısı geçerlidir. İçerik ve biçim  değişmiştir. Çünkü bu değiştirilmiş koşullar altında, birincisi, kimse  emeğinden başka bir şey veremediği gibi, ikincisi, bireylerin mülkiyetine de  bireysel tüketim araçlarından başka hiçbir şey geçemez. Ama tüketim araçlarının  bireysel üreticiler arasında dağıtımı açısından bakıldığında, eşdeğer metaların  mübadelesindeki aynı ilke geçerlidir. Bir biçim altındaki belli bir miktar  emek, başka bir biçim altındaki eşit miktar emek ile mübadele edilir. 
   
  “Demek ki, buradaki eşit hak ilke düzeyinde hâlâ burjuva haktır. Ama ilke ile  pratik burada artık çatışma halinde değildir. Oysa meta mübadelesinde ise  eşdeğerlilerin mübadelesi ancak ortalama olarak vardır, tekil durumlarda  yoktur. 
   
  “Bu ilerlemeye karşın bu eşit hak hâlâ bir burjuva sınırlamayla lekelenmiştir.  Üreticilerin hakkı sunmuş oldukları emekle orantılıdır. Buradaki eşitlik  ölçmenin eşit bir standart, yani emek kullanılarak yapılmasından ibarettir. 
   
  “Oysa bir kişi fiziksel ya da zihinsel olarak bir başkasından üstün olabilir.  Dolayısıyla aynı zaman süresi içinde daha çok emek harcayabilir ya da daha uzun  zaman boyunca çalışabilir. Emeğin ölçü olarak hizmet görebilmesi için süresi ve  yoğunluğunun tanımlanmış olması gerekir, aksi takdirde ölçme standardı olmaktan  çıkar. Bu eşit hak, eşit olmayan emek için eşit olmayan bir haktır. Hiçbir  sınıf farkı tanımaz, çünkü herkes herkes gibi sadece bir işçidir. Fakat bu eşit  hak, bireylerin yeteneklerinin eşitsizliğini ve dolayısıyla üretici kapasiteyi  doğal bir ayrıcalık olarak zımnen kabul eder. Bu nedenle, her hak gibi, bu eşit  hak da özünde eşitsizliğe dayanan bir haktır. 
   
  “Hak, doğası gereği, ancak eşit bir standart kullanıldığında söz konusu  olabilir. Fakat eşit olmayan bireyler (ki eşitsiz olmasalardı farklı bireyler  olmazlardı), eğer eşit bir görüş açısından değerlendirilirlerse , sadece belli  bir yönden ele alınırlarsa, örneğin bu durumda olduğu gibi sadece işçi olmalarına  bakılırsa, başka hiçbir yanları dikkate alınmadan geriye kalan her şey göz ardı  edilirse, eşit bir standarda göre ölçülebilir olurlar. 
   
  “Dahası bir işçi evlidir, öteki değildir, birinin ötekinden daha çok çocuğu  vardır vb. Dolayısıyla, eşit emek harcayan herkesin böylece toplumsal tüketim  fonundan eşit pay alması durumunda, biri gerçekte ötekinden daha fazla almış ve  daha zenginleşmiş olacaktır vb. Bütün bu kusurlardan kaçınmak için, hakkın eşit  olmak yerine eşitsiz olması gerekir. 
   
  “Ne var ki bu kusurlar, uzun doğum sancılarından sonra kapitalist toplumdan  çıkıp geldiği biçimiyle komünist toplumun ilk aşamasında kaçınılmazdır. Hak,  hiçbir zaman, toplumun ekonomik yapısından ve onun belirlediği kültürel gelişme  düzeyinden daha yüksek olamaz. 
   
  “Komünist toplumun daha yüksek bir aşamasında, bireyin işbölümüne kölece boyun  eğmesinin ve onunla birlikte kafa ile kol emeği arasındaki antitezin ortadan  kalkmasından sonra, emeğin sadece yaşam aracı değil, fakat yaşamın en önemli  gereksinimi haline gelmesinden sonra, bireyin her yönüyle gelişmesiyle birlikte  üretici güçlerin de artması ve kooperatif zenginliğin bütün pınarlarının gürül  gürül akmasından sonra, işte ancak o zaman burjuva hakkın dar ufku bütünüyle  aşılmış olacak ve toplum sancaklarına şunu yazabilecektir: Herkesten yeteneğine  göre, herkese ihtiyacına göre!” (K. Marks, “Gotha Programının Eleştirisi”,  1875, MESY, İng., c. 3, s. 17-19.) 
   
            Marks, birinci paragrafta, henüz komünist toplumun iç aşamalarına değinmeden  önce, komünist toplumun bütün aşamalarında geçerli olan şu belirlemeleri  yapmaktadır: 
   
  “Üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayanan kooperatif bir toplumda  üreticiler ürünlerini mübadele etmezler.” 
   
  Üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayanan kooperatif toplum, doğrudan  üreticiler ile üretimin maddi koşullarının sahici birliğinin sağlanmış olduğu  toplumdur. Bu toplumda bireysel üreticileri tahakküm altına alan mübadele  ilişkisi yoktur. Komünist toplumda mübadele ilişkisinin varsaydığı özel  mülkiyet, meta, mübadele değeri, para, pazar yoktur. 
   
            Pazarda satılmak üzere üretilen ürünlerin büründüğü sapkın toplumsal biçime  meta denir. Komünist toplumda ürünler meta olarak üretilmez. Komünist toplumda  üretilen ürünlerin mübadele değeri yoktur, sadece kullanım değeri vardır.  Kullanım değeri doğrudan doğruya insanın tüketimini ilgilendirir. Komünist  toplumda üretim, mübadele değerleri yaratmak için değil, fakat toplumun  ihtiyaçlarını karşılamak için yapılır. 
   
  “(Komünist toplumda - YZ) ürünler için harcanmış emek bu ürünlerin  değeri olarak, sanki onların maddi bir niteliğiymiş gibi görünmez. Çünkü  kapitalist toplumdakinin tersine, bireysel emek şimdi artık dolaylı bir tarzda  değil, fakat doğrudan doğruya toplam emeğin bir parçasıdır.” 
   
            Kapitalist toplumda birbirleriyle rekabet halindeki yalıtık birimler, nasıl davranacağı  önceden bilinmeyen pazar için üretim yaparlar. Yalıtık birimlerde harcanan  emekler, üretim aşamasında henüz toplumsal değildir. Özel mülkiyetin sapkın  dünyasında birbirlerinden yalıtık halde vazedilen bireysel emekler, toplumsal  olmayan anlamına, özel karakterdedir. Yalıtık birimlerde harcanan özel  emeklerin toplumsal olarak tanınmaları için, yani toplumsal emek mertebesine  yükselmeleri için dolambaçlı bir toplumsal süreçten geçmeleri gerekmektedir. 
   
            Birbirlerinden yalıtık birimlerde harcanan özel karakterdeki emek miktarları,  ürettikleri metalarda soğurulur. Metada soğurulan özel emek miktarı, mübadele  değerinin mistik kılavuzluğunda piyasanın sınavından geçer. Metada soğurulan  özel emek miktarı, bu sınav sonucunda, toplumsal olarak gerekli emek miktarının  neresinde durduğuna göre değişen oranlarda toplumsal onay alır. Eğer üretilen  meta satılamazsa, o metada soğurulan özel emek, toplumsal emek mertebesine  yükselememiş olur ki, “değersiz” damgası yiyerek israf hanesine yazılır. 
   
            Komünist toplumda ise doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşulları sahiden  birleşmiş olduğu için özel mülkiyet sapkınlığı, üretim birimlerinin  birbirlerinden yalıtıklığı, özel emek kategorisi ortadan kalkmıştır. Toplumsal  yarılmışlığa son verilip komünal birliğin sağlanmış olması sayesinde herkesin  bireysel emeği, daha baştan toplumsal emeğin ayrılmaz bir parçası haline  gelmiştir. 
   
            Komünist toplumdaki bireysel emekler zaten toplumsal emeğin bir parçası  oldukları için, onların kapitalist toplumdaki gibi mübadele değerinde temsil  edilerek mistik bir toplumsallaşma sürecinden geçmelerine artık gerek  kalmamıştır. Bu anlamda, komünist toplumda “ürünler için harcanmış emek bu  ürünlerin değeri olarak” görünmez. 
   
            Kapitalist toplumdaki yalıtık bireylerin yabancılaşmış emeği, ancak mübadele  değerleri üretimi, mübadele değerleri mübadelesi, pazar işleyişi gibi mistik  süreçlerden geçerek “toplumsallaşır” . Değer yasası, bu mistik toplumsallaşma  sürecini teorize eden yasadır. Komünist toplumda ise insan komünal-toplumsal  insan olarak vazedildiği için, dolayısıyla üretim faaliyeti daha baştan  komünal-toplumsal emek ile yapıldığı için değer yasası çalışmaz. 
   
   
  “Kapitalist toplumdan çıkıp geldiği biçimiyle” 
   
            Marks, komünist toplumun bütün aşamalarında geçerli olan yukarıdaki  belirlemeleri yaptıktan sonra, ikinci paragraftan itibaren komünist toplumun  ilk aşamasını anlatmaya başlar: 
   
  “Burada karşı karşıya olduğumuz şey, kendi temelleri üzerinde gelişmiş  biçimiyle bir komünist toplum değil, tersine, kapitalist toplumdan çıkıp  geldiği biçimiyle bir komünist toplumdur. Dolayısıyla bu toplum, her açıdan,  ekonomik, moral ve zihinsel açılardan, rahminden çıktığı eski toplumun doğum  izlerini hâlâ taşır.” 
   
            Marks, “kapitalist toplumdan çıkıp geldiği biçimiyle” diye düştüğü kaydı beş  paragraf sonra şöyle geliştirir: 
   
  “Ne var ki bu kusurlar, uzun doğum sancılarından sonra kapitalist toplumdan  çıkıp geldiği biçimiyle komünist toplumun ilk aşamasında kaçınılmazdır.” 
   
            Yukarıda canalıcı bir açıklama vardır: “uzun doğum sancılarından sonra”... 
   
            Bu açıklamanın ışığında, ilk alıntıdaki “kapitalist toplumdan çıkıp geldiği  biçimiyle bir komünist toplumdur” ibaresi, “kapitalist toplumdan direk çıkıp  geldiği biçimiyle bir komünist toplumdur” olarak değil, fakat “uzun doğum  sancılarının yaşandığı dünya-tarihsel geçiş döneminden çıkıp geldiği biçimiyle  bir komünist toplumdur” olarak anlaşılmalıdır. 
   
            Toplumsal devrimin yaşanacağı dünya-tarihsel geçiş dönemi, komünal insanlığın,  yani insanlığın gerçek tarihinin başlayacağı teorik eşikten önceki dönemdir.  Dünya-tarihsel geçiş döneminde kapitalizmle boğuşma hâlâ devam etmektedir. Bu  nedenle geçiş dönemi insanlığın “tarih öncesi”nin kapsama alanı içinde mütalaa  edilir. Marks, “uzun doğum sancıları”nın yaşanacağı geçiş dönemini kapitalist  toplumun tarihsel çerçevesi içinde gördüğü için, ilk alıntıda kestirmeden  “kapitalist toplumdan çıkıp geldiği biçimiyle” demiştir. 
   
            Marks’ın kurtuluş teorisi, komünist toplumun ilk aşamasına, uzun ve sancılı bir  dünya-tarihsel devrimci dönüşümler dönemi içinde bütün insanlığın boydan boya  dönüşmesiyle, yani yeni insanın dünya çapında yığınsal olarak yaratılmasıyla  geçilebileceğini söyler. 
   
            Binlerce yıllık yabancılaşmış faaliyet insanı tahrip ederek, insana, insana  aykırı bir doğa nakşetmiştir. Dünya-tarihsel toplumsal devrim dönemi boyunca  derinleşecek olan eleştirel, devrimci, kurucu mücadele, binlerce yılın insana  yaptığı tahribatla boğuşa boğuşa komünal insanlığı yaratacaktır. İnsanın  kurtuluşu teorisinin merkezi vurgusu, toplumsal devrim süreci başındaki ucube  insan ile toplumsal devrim süreci içinde kendi kendisiyle hesaplaşarak sahiden  insanlaşacak olan insanın aynı insan olmayacağıdır. 
   
            Komünist toplumun ilk aşaması bazı kusurlar taşımaktadır. Bu kusurlar komünal  emeğin üretici güçleri geliştikçe giderilecektir. Toplumsal üretkenlik ne kadar  artarsa, dağıtılacak zenginlik de o kadar artacaktır. Dağıtılacak zenginlik ne  kadar çoğalırsa, dağıtımın büründüğü katkı sınırlaması da o kadar azalacaktır.  En nihayet, “kooperatif zenginliğin bütün pınarlarının gürül gürül akmasından  sonra”, herkese bol bol yetecek zenginliğin üretilebiliyor olmasıyla, tüketim  araçlarının dağıtımı emek katkısına bağlı olmaktan çıkacak ve hak sınırlaması  anlamını yitirecektir. 
   
            Komünist toplumun ilk aşamasında komünal üretici güçlerin hâlâ yeterince  gelişmemişliğinden ötürü bazı kusurların olması, ilk aşamanın kapitalist üretim  ilişkilerinden bazılarını devraldığı anlamına gelmez. İlk aşama, komünist  toplumun niteliksel bütünlüğü içindedir. Komünist toplumun ilk aşamasında  kapitalist topluma ait hiçbir nitelik, hiçbir toplumsal ilişki biçimi yoktur. 
   
            Komünist toplumun ilk aşamasında bazı kusurların olması, ilk aşamanın komünist  toplumun daha yüksek aşamalarından ayrı bir nitelik taşıdığı anlamına da  gelmez. Bütün evreleriyle komünist toplumun esasını belirleyen nitelik, özgürce  birleşmiş doğrudan üreticilerin kendi komünal faaliyetlerini kendi komünal  iradelerine tabi kılmış olmalarıdır. 
   
            Marks, komünist toplumun ilk aşamasını anlattıktan sonra, son paragrafta  “komünist toplumun daha yüksek bir aşaması”ndan söz eder. 
   
            Dikkat edilirse “daha yüksek bir aşama” ifadesinde herhangi bir sonulluk tınısı  yoktur. Komünist toplumun gelişme evrelerinin sayısına bir sınırlama  konmamıştır. Komünist toplumun evrimi, sonsuzluğa uzanan bir ucu açıklıkla  tahayyül edilmiştir. Marks’ın, komünist toplumu sürekli bir evrimleşme hareketi  olarak zihninde canlandırdığı anlaşılmaktadır. 
   
            Komünal insanlığın doğuşu, tarihin sonu değil, fakat insanlığın “tarih  öncesi”nin sonudur. “Tarih öncesi”nin sona ermesi, “tarih öncesi”ni yaratan  yabancılaşmış faaliyetin, dolayısıyla yabancılaşmış faaliyetin kendi kendisiyle  çatışmasının, sınıf mücadelelerinin sona ermesi demektir. Komünal insanlığın  doğuşuyla birlikte sınıflar, antagonist çelişkiler, siyasal devrimler ortadan  kalkmış olacaktır: 
   
  “Ancak sınıfların ve uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının artık kalmadığı bir  düzendedir ki, toplumsal evrimler siyasal devrimler olmaktan çıkacaktır.” (K.  Marks, “Felsefenin Sefaleti”, METY,  İng., c. 6, s. 212.) 
   
            Komünal insanlığın doğuşuyla birlikte çelişkiler ortadan kalkacak değildir.  Ortadan kalkacak olan, sadece çelişkilerin insana aykırı karakteridir.  Çelişkiler komünal insanlıkta da var olmaya ve “toplumsal evrimler”i  tahriklemeye devam edecektir. Ne var ki, o  zamanın çelişkileri komünal bireyler, kolektifler, komünler arası insani  çelişkiler biçiminde belireceği için “toplumsal evrimler siyasal devrimler  olmaktan çıkacaktır”. Dolayısıyla, komünal dünyadaki “toplumsal evrimler”, yani  komünal insanlığın sonsuzluğa uzanan evrimleşmesi, antagonist çatışmalar  olmaksızın gerçekleşecektir.  
   
          Yusuf Zamir
          03 Ocak 2011
         (*Yusuf Zamir’in bu yazısı Enternasyonal Forum’da da yayınlanmıştır.) 
           |