TKP
 
Yeniden Merhaba
Yayın İlkelerimiz
Yazılar - Arşiv
 
İşçinin Sesi Yayınları
Kitaplar
İşçinin Sesi
Çek-Al
Kavga - Kervan
Kaynak
İşçi Yaşamı
İşçinin Gezetesi
Binçiçek
cddrt
dtd
Isha Bulletin

Soviet News
 
 
 

 

 

 

 

 

 

 

 

İkili toplumsal iktidar

Yusuf Zamir

"Reel sosyalizm"in kendisini aklamak için kotardığı resmi tarih, 1917 Şubat - Ekim arasını "ikili iktidar dönemi" olarak adlandırır. Resmi tarihe göre, 1917 Ekim ayaklanması Geçici Hükümet'i devirerek ikili iktidar dönemine son vermiştir. Resmi tarihin zihinlere döktüğü bu kalıp, "ikili iktidar" kavramından sadece "ikili siyasal iktidar"ı anlayan sığlığı beslemiştir. Oysa, yabancılaşmış faaliyetin bütününü inkâr mücadelesi açısından bakıldığında, ikili iktidar, toplumsal devrim dönemi boyunca sürecek olan ikili toplumsal iktidar demektir.

İktidarı siyasal alan alıklığıyla algılayan zihniyet, yabancılaşmış faaliyete uyanamamış, dolayısıyla yabancılaşmış faaliyetin "ekonomik" ve "siyasal" olarak parçalı tezahürüne takılı kalmış parçalı zihniyettir. Siyasal iktidar olgusu, sınıfların üretim alanındaki fiili konumlanışlarından, sınıfların ekonomik alandaki fiili güç ilişkilerinden doğar. Burjuvazinin siyasal iktidarı, sermayenin günlük yaşamda insanlar üstünde kurduğu fiili tahakkümün siyasal alana yansıması olarak ortaya çıkar.

Burjuvazinin siyasal iktidarı, mülkiyet, meta, mübadele değeri, para, ücretli emek, sermaye gibi insana aykırı toplumsal ilişkileri yaratmaz. Burjuvazinin siyasal iktidarı, tersine, "ekonomik" denilen bu ilişkilerin insanları tahakküm altına alan gayri şahsi toplumsal iktidarından doğar:

"Eğer burjuvazi siyasal olarak, yani elindeki devlet iktidarı sayesinde 'mülkiyet ilişkilerindeki adaletsizliği idame ettiriyor'sa, adaletsizliği yaratmıyor demektir. Modern işbölümü, modern mübadele biçimi, rekabet, yoğunlaşma vb. tarafından belirlenen 'mülkiyet ilişkilerindeki adaletsizlik', hiç de burjuva sınıfın siyasal egemenliğinden doğmaz. Tersine, burjuva sınıfın siyasal egemenliği, burjuva ekonomistlerinin zorunlu ve ebedi olduğunu ilan ettikleri bu modern üretim ilişkilerinden doğar." (K. Marks, "Ahlâkileştirici Eleştiri ve Eleştirisel Ahlâk",  Deutsche-Brüsseler-Zeitung, No: 90, 11 Kasım 1847, METY, İng., c. 6, s. 312.)

Köleci ve feodal toplumlarda mülk sahibi sınıfların artı ürüne el koyması, doğrudan zor kullanımıyla olur. Kapitalist toplumda ise mülk sahibi sınıfın mülksüzleri sömürmesi, meta, mübadele değeri, para, ücretli emek, sermaye gibi ekonomik ilişkilerin dolayımıyla, yani "ekonomik ilişkilerin sessiz zorlaması"yla gerçekleşir.

Kapitalist toplum odur ki, insanların kendi üretim faaliyetleri insanlardan koparak yabancılaşmakta ve insanların kontrolü dışındaki "ekonomi" denilen otonom bir alanda kendisine özgü çılgın bir yaşama kavuşmaktadır. Kapitalist toplumda insanlar üretim sürecine değil, fakat üretim süreci insanlara egemendir. İnsanlar kendi faaliyetlerine değil, fakat insanların vahşileşmiş kendi faaliyetleri insanlara hükmetmektedir. İnsana yabancılaşmış emekten doğan mülkiyet, meta, mübadele değeri, para, ücretli emek, sermaye gibi insana aykırı toplumsal ilişkiler, insanları tahakküm altına alan gayri şahsi toplumsal iktidarı örmektedir.

Kapitalistler, sermayenin hareketine vesile olan, böylece sermayenin toplumsal iktidarını kişiliklerinde soğuran ekonomik aktörlerdir. Kapitalistlerin mülksüzler üstündeki toplumsal yaptırım güçleri, soyluluğa mensubiyetlerinden, dinsel ya da siyasal iktidar sahibi olmalarından değil, fakat sermayenin "nesnel" hareketinde oynadıkları rolden kaynaklanır. Burjuvazinin siyasal egemenliği, burjuvazinin ekonomi alanındaki egemen rolünden doğar.

Mülkiyeti, metaı, mübadele değerini, parayı, piyasayı, ücretli emeği, sermayeyi yaratan, herkesin içinde debelendiği insana yabancılaşmış faaliyet akıntısıdır. Yabancılaşmış faaliyet, bu faaliyet içindeki yalıtık bireylerin zihnine akarak fetişist bilinç biçimlerini doğurur. Zihni mistik sislere bulanmış, meta fetişizmiyle sakatlanmış yalıtık bireyler, kendi kontrollerinde olmadığı için akıl-sır erdiremedikleri bu mistik toplumsal güçleri, "ekonomi" denen otonom bir alandan insanlara dayatılan "nesnel" güçlermiş gibi algılarlar.

Ancak, ne zaman ki işçiler, ezilenler, mülksüzler birbirleriyle dayanışmayı örerek insana aykırı düzenin pratik eleştirisine girişirler, işte o zaman bu akıl dışı, kontrol dışı toplumsal ilişkilerin üstünü örten mistik sisler dağılmaya, fetiş ilişkilerin zihinleri esir alan sihri bozulmaya, "ekonomik alan" ile "siyasal alan"ın birbirinden ayrılığı illüzyonu kaybolmaya başlar. İşçiler, ezilenler, mülksüzler, toplumun gidişatını doğrudan doğruya kendi ellerine alma bilincini bu mücadele içinde geliştirirler.

İşçilerin kendi üretim faaliyetlerini kendi ellerine alma mücadelesi, işçi kontrolü ya da işçi otonomisi mücadelesi, çoğunluğu esir almış olan yabancılaşmış faaliyet akıntısına karşı, karşı-akıntı olarak gelişir. Karşı-akıntının üstünlük sağlamasıyla toplumda devrimci dönüşümler dönemi başlar.

Her gerçek devrimci kalkışma, yığınsal hareketliliği yansıtan doğrudan demokrasinin yaşandığı, bütün kutsalların sorguya çekilip deşifre edildiği, "ekonomik" ile "siyasal" ayrılığının üstüne yüründüğü, sahici insan ilişkilerinin fiilen pratikte yeşermeye başladığı devrimci dönüşümler dönemine açılır.

Bu kalkışma içinde burjuvazinin siyasal iktidarına son verilmesi, sermayenin ve öteki insana aykırı ilişkilerin toplumsal iktidarını ortadan kaldırma yolunda sadece bir adımdır.

"Reel sosyalizm", üretim araçlarını devletleştirerek sermayenin tahakkümüne son verdiği, böylece sosyalizme geçtiği demagojisiyle dünya halklarını aldatmıştır. Oysa, bizatihi "reel sosyalizm" illüzyonunun kanıtladığı gibi, üretim araçlarının kapitalistlerin elinden alınıp devlete verilmesi, sapkın bir toplumsal ilişki olarak sermaye soyutlamasının reel tahakkümünü ortadan kaldırmaz. Kapitalistlerin bireysel mülkiyeti, hisseli mülkiyet ya da devlet mülkiyeti, hangi hukuksal biçim altında olursa olsun, mülkiyet ilişkisine hepten son verilmedikçe sermaye sapkınlığı sona ermez.

Sermaye, durmaksızın kendisini büyütmeye programlı mübadele değeridir. Onun için, sermayenin yığınsal pratik eleştirisi, mübadele değerinin, metaın, paranın, pazarın eleştirisine doğru genişlemek, bütün bu sapkın ilişkileri yaratan yabancılaşmış emeğin eleştirisine doğru derinleşmek zorundadır.

Mübadele değeri sapkınlığı, doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarının ayrılığına dayalı "toplumsal" üretimin düzenleyicisidir. Ekonomi politik, üretimi düzenleyen bu "görünmez el"in marifetlerini değer yasası olarak teorize eder. Doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarının sahici birliği sağlanmadıkça, değer yasasının işleyişi sürer.

Yığınsal pratik eleştirinin sermayeye, öteki insana aykırı toplumsal ilişkilere anlık saldırılarıyla bu ilişkiler hemen yok edilemez, değer yasasının işleyişi ortadan kaldırılamaz.

Yığınsal pratik eleştiri, insana aykırı toplumsal ilişkilerin otonom işleyişlerini baskı altına alma hareketi olarak ortaya çıkar. Yığınsal pratik eleştirinin baskısı artarak sürdükçe, sapkın toplumsal ilişkilerin aldığı toplumsal biçimler gittikçe daha çok deforme olmaya başlar. Sosyalist toplumsal devrim, yığınsal pratik eleştirinin insana aykırı toplumsal ilişkiler üstünde kurduğu baskıyı adım adım artırıp boyutlandırarak bütün tezahürleriyle yabancılaşmış faaliyetin tamamını ortadan kaldırmaya yöneldiği ölçüde sosyalist toplumsal devrim olmaya devam eder.

Sosyalist toplumsal devrim dönemi boyunca, yabancılaşmış faaliyeti inkâr mücadelesi ile yabancılaşmış faaliyetin kendisini toparlama eğilimi birbirleriyle sürekli boğuşacak olan iki ana eğilimdir.

Yabancılaşmış faaliyetin yarattığı toplumsal iktidarın çeşitli vecheleri olan mülkiyetin, metaın, mübadele değerinin, paranın, ücretli emeğin, sermayenin, yalıtık bireyin, sivil toplumun, hiyerarşik yapılanmaların, sınıfların, devlet kalıntılarının ortadan kaldırılması, bu inkâr mücadelesi içinde yeni insanın, yani komünal bireyin, komünal yaşamın yaratılması uzun bir dünya-tarihsel mücadele dönemine yayılacaktır. Başka bir deyişle, yabancılaşmış faaliyetin toplumsal iktidarı ile onun yığınsal pratik eleştirisi temelinde yükselen karşı toplumsal iktidarın birbirleriyle mücadelesi, sosyalist toplumsal devrim dönemi boyunca sürecektir. Kapitalizmden sosyalizme geçiş süreci, bu anlamda, ikili toplumsal iktidar dönemi demektir.

SOSYALİST TOPLUMSAL DEVRİM - SOSYALİZME GEÇİŞ DÖNEMİ

Toplumsal devrimi siyasal devrimle karıştırmamak, bunları birbirinin yerine kullanmamak gerekir. Siyasal devrim, yoğun bir iradi müdahale sonucunda, siyasal iktidarın bir sınıfın elinden öteki sınıfın eline geçmesi demektir. Günlerle, haftalarla ifade edilebilecek kısa bir zaman aralığında gerçekleşir.

Toplumsal devrim ise her şeyin birdenbire değişeceği bir kader anı ya da mahşer günü demek değildir. Toplumsal devrim, eski toplumdan yeni topluma geçişin yaşandığı koskoca bir tarihsel dönemi kapsar. Bu tarihsel döneme kısaca geçiş dönemi de denir.

Çağımızın toplumsal devrimi, bütün dünyada yabancılaşmış faaliyetten komünal faaliyete geçişi gerçekleştirecek olan sosyalist ya da komünist devrimdir.

Marks'a göre sosyalist ya da komünist devrimin önceki toplumsal devrimlerden farkı, yabancılaşmış emeği ortadan kaldırmasıdır:

"Şimdiye kadarki bütün devrimlerde faaliyet tarzına hiç dokunulmadı. Sorun bu faaliyetin sadece değişik bir dağıtımıydı, emeğin öteki kişiler arasında yeni bir dağıtımıydı. Oysa komünist devrim, daha önceki faaliyet tarzına karşı yönelir, emeği (yabancılaşmış emeği - YZ) ortadan kaldırır." (K. Marks, F. Engels, "Alman İdeolojisi", Kasım 1845 - Ağustos 1846, MESY, İng., c. 1, s. 40-41.)

Marks yukarıdaki "emek" tabirini "yabancılaşmış emek" anlamında kullanmıştır. Bu kullanım, emeğin genel-evrensel anlamına değil, fakat emeğin belli tarihsel koşullara özgü haline, yani partiküler anlamına işaret eder.

Sosyalist ya da komünist toplumsal devrimin ortadan kaldıracağı emek, genel-evrensel anlamda emek değil, fakat emeğin belli tarihsel koşullara özgü hali olan yabancılaşmış emektir.

Emek, genel-evrensel anlamıyla, insan ile doğa arasındaki alışverişi sağlayan insan faaliyeti demektir. Emek faaliyeti, insan ile doğa arasında madde alışverişini sağlamanın zorunlu koşuludur. Emek faaliyeti, insanın varoluşuna doğanın dayattığı ezeli ve ebedi koşuldur.

Marks aşağıdaki alıntılarda emek tabirini genel-evrensel anlamda kullanır:

"Kullanım değerinin yaratıcısı olarak emek ... bütün toplum biçimlerinden bağımsız olarak insan soyunun varlığı için zorunlu bir koşuldur, doğanın dayattığı ezeli ve ebedi zorunluluktur. Doğanın dayattığı bu ezeli ve ebedi zorunluluk olmaksızın insan ile doğa arasında maddi alışveriş olamaz, dolayısıyla yaşam da olamaz." (K. Marks, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 50.)

"Emek süreci, ... kullanım değerleri üretimi amacıyla, yani doğal maddeleri insan ihtiyaçlarını karşılar şekilde sahiplenmek amacıyla girişilen insan eylemidir. Emek süreci, insan ile doğa arasında madde alışverişini sağlamanın zorunlu koşuludur. Emek süreci, insanın varoluşuna doğanın dayattığı ebedi koşuldur. Bu nedenle de emek süreci, insanın varoluşunun bütün toplumsal aşamalarından bağımsızdır, ya da daha doğrusu, bütün toplumsal aşamalarda ortaktır." (K. Marks, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 179.)

Yabancılaşmış emek, burjuva toplumu saran bütün yabancılaşmış faaliyet biçimlerinin kaynağıdır. Buradan hareketle, yabancılaşmış emek tabiri, insana yabancılaşmış faaliyetin tamamı için de kullanılır.

Yabancılaşmış emek, doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarının üst düzeyde yeniden birliğinin sağlanmasıyla, böylece bütün dünyada sosyalizmin, yani komünal yaşamın başlamasıyla ortadan kalkar.

Sosyalist ya da komünist toplumsal devrimin yabancılaşmış emeği ortadan kaldırması, insana yabancılaşmış faaliyeti bütün toplumsal tezahürleriyle birlikte ortadan kaldırması demektir. Bu anlamda Marks'ın ortadan kaldırılacaktır dediği "daha önceki faaliyet tarzı"nın başlıca tezahürleri şunlardır:

İnsana aykırı işbölümü, mülkiyet, mübadele, meta, mübadele değeri, para, fiyat, pazar, ücretli emek, sermaye, kâr, faiz, rant, hisse senedi, borsa, finansal işlemler, dünya pazarı... Yalıtık birey, sivil toplum, sınıf, hukuk, siyaset, devlet...

Bütün bu kavramların hepsinin birbirleriyle içsel bağlantısı vardır. Çünkü o kavramların ifade ettiği insana aykırı toplumsal ilişkiler, toplumdaki yabancılaşmış karakterin çeşitli tezahürleridir. İnsana aykırı toplumsal ilişkiler, dışsal bakışla, birbirlerinden kopukmuş gibi görünürler ama aynı yabancılaşmış faaliyetin çeşitli tezahürleri oldukları için gerçekte bütünsel bir dokuyu meydana getirirler.

Aşağıdaki ifadeler, içerikleri doğru verilmek kaydıyla, sosyalist ya da komünist toplumsal devrimi, ulaşacağı hedeflere referansla tanımlamak için kullanılabilir:

1. İnkârın inkâr edilmesi. (İlkel komünal toplumlardan bu yana doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarının spontane birliğini inkâr edegelen sürecin inkâr edilmesi. Böylece başlangıçtaki birliğin üst düzeyde yeniden sağlanması.)

2. Doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarının ya da emek ile emeğin maddi koşullarının yeniden birliğinin sağlanması.

3. Yabancılaşmış emeğin, insana aykırı işbölümünün, mülkiyetin, metaın, mübadele değerinin, paranın ortadan kaldırılması.

4. Üretim araçları üstünde toplumsal, yani komünal mülkiyetin kurulması.

5. Özgürce birleşmiş doğrudan üreticilerin kendi faaliyetlerini kendi ellerine alması.

6. Parçalanmış insan faaliyetinin bir bütün olarak insana geri dönmesi.

7. İnsanın insan olması, insanın kendisine geri dönmesi.

8. Yalıtık bireyin yerini komünal bireyin alması.

9. Sivil toplumun yerini sahici insan toplumunun, yani komünal toplumun alması.

10. Sınıfsız, devletsiz, siyasetsiz, hiyerarşisiz, tahakkümsüz faaliyetin, yani özgür faaliyetin yaratılması.

Ücretli emek - sermaye düzeni, insanları hem yalıtık birey olarak birbirlerinden ayırır hem de giderek küresel toplum illüzyonu altında "birleştirir". Dünya pazarı, dünyasal ilişkiyi insanlar arasındaki doğrudan toplumsal ilişkiler olarak değil, fakat metalar aracılığıyla kurulan dolaylı toplumsal ilişkiler olarak sapkınlaşmış biçimlerde örer.

O halde devrimci müdahale, ücretli emek - sermaye düzeninin pratik eleştirisi yoluyla işçiler arasında dayanışma ilişkilerini, sahici insan ilişkilerini geliştirmeli, böylece dünya çapında birleşmiş işçi mücadelesini örmelidir. Yerelden dünyasala yükselen mücadele, bütün dünya mülksüzlerini sermayenin yaratmakta olduğu küresel toplum illüzyonunun dışında birleştirerek komünleştirmelidir.

Sosyalizme geçiş, inatçı, çok boyutlu, insanı, insanlığı dönüştürücü mücadelelerin yaşanacağı, insanın binlerce yılın kirliliğinden kurtulmak için kendisini dâr'a çekeceği, kendisiyle ve geçmişiyle hesaplaşacağı, binlerce yılın zihinlerde biriktirdiği parçalı, fantastik, mistik bilinç formlarıyla boğuşacağı, yaşam biçimini, zihniyetini yığınsal olarak değiştireceği, halkların mevcut varoluş pratiklerinin ötesine geçerek evrensel insanlık pratiğine yükseleceği, cinslerin kendilerine biçilmiş toplumsal rolleri aşarak birbirleriyle sahici uyum kuracağı, insan ile doğa birliğinin sağlanacağı, böylece şimdiye kadar insana aykırı biçimler altında parçalı gelişegelmiş olan faaliyetin insana bir bütün olarak geri döneceği uzun bir devrimci dönüşümler döneminin tamamlanmasıyla mümkündür.

01 Şubat 2010