Lisan-ı hal ile söylenen nedirBolşevik siyasete egemen olan devletçi zihniyet, iktidara gelmeden önce işçi kontrolü mücadelesini hep destekler göründü ama bu mücadelenin geleceği kurucu niteliğiyle hiçbir zaman uyuşmadı. Çünkü, işçi kontrolü mücadelesinin otonom kurucu dinamiği, Bolşevik partinin İkinci Enternasyonal'den devraldığı, sosyalizmi devlet marifetiyle kurma anlayışına karşı yönde işliyordu. Ancak, işçi kontrolü hareketi, Bolşevik partiyi iktidara taşıyan eğilimler koalisyonunda önemli bir yer tutuyordu. Bolşevik partide işçi kontrolü hareketini çeşitli nüanslarla savunan kadrolar vardı. Bu nedenle partinin işçi kontrolü siyaseti çelişkili bir seyir izledi. İşçi kontrolü hakkında parti liderliğinin hepsini bağlayan siyasal tezler üretilemedi. Her eğilime göz kırpan muğlak ifadelerle iş geçiştirilmeye çalışıldı. Lenin, daha sonra, işçi kontrolü konusunda nasıl bocaladıklarını, izledikleri siyasete yol gösterecek bir teori geliştiremediklerini şöyle itiraf edecektir: "En fazla uğraştığımız sorunu ele alalım: Sanayide işçi kontrolünden işçi yönetimine geçiş. Halk Komiserleri Konseyi’nin ve yerel sovyet otoritelerinin kararname ve kararlarından sonra -ki bunların hepsi bu alandaki siyasal deneyimize katkı yapmıştır- aslında Merkez Komite’ye kalan, sadece bunların bir toparlamasını yapıp özetlemekti. Merkez Komitesi, böyle bir konuda kelimenin gerçek anlamıyla pek yol gösteremedi. Sanayide işçi kontrolü konusundaki ilk kararname ve kararlarımızın ne kadar sakar, olgunlaşmamış ve gelişigüzel olduğunu hatırlamak yeter. Bunun kolay bir mesele olduğunu sanıyorduk. Pratik bize işçi kontrolünün inşa edilmesi gerekliliğini kanıtladı, fakat nasıl inşa edileceği sorusuna hiçbir yanıt veremedik. Millileştirilmiş her fabrika, millileştirilmiş her sanayi dalı, ulaşım, bilhassa demiryolu ulaşımı -geniş çaplı mühendislik temelinde kurulmuş, yüksek düzeyde merkezileşmiş ve devlet için en hayati önemdeki kapitalist mekanizmanın bu en çarpıcı örneği- bütün bunlar kapitalizmin yoğunlaşmış deneyiminin cisimleşmesiydi ve bize muazzam zorluklar çıkardı." (V. İ. Lenin, "Sekizinci Parti Kongresi’ne Merkez Komite Raporu", 18 Mart 1919, Toplu Yapıtlar, İng., c. 29, s. 154.) Alıntıdaki "sanayide işçi kontrolünden işçi yönetimine geçiş" ibaresi dikkat çekicidir. On dört ay önceki, yani 1918 başındaki formülasyon "işçi kontrolünden, Yüksek Ekonomik Konsey'in kuruluşuna geçtik" idi. Bu formülün gerçekte, "işçi kontrolünden, devletin kontrolüne geçtik" demek olduğunu yukarıda açıklamıştık. Yüksek Ekonomik Konsey, devletin kontrolüne geçişi örgütleyecek bir manivela olarak 1918 başında kuruldu. Devletin kontrolüne geçiş süreci ilerlerdikçe, içinde çok az da olsa işçi temsilcilerin bulunduğu Yüksek Ekonomik Konsey'i taşıyamaz oldu. 1918 Ağustos'unda çıkan bir kararnameyle Yüksek Ekonomik Konsey'in bileşimi yeniden düzenlendi ve Konsey adına günlük işleri yürütmek üzere dokuz kişilik ayrı bir prezidyum oluşturuldu. Prezidyumun başkan ve başkan yardımcısını hükümet, geriye kalan üyelerini de Rusya Sovyetler Merkez Yürütme Komitesi atadı. Birkaç ay sonra Yüksek Ekonomik Konsey toplantıları tavsamaya başladı. Böylece, iktidar alındıktan bir yıl sonra, sanayinin yönetimi fiilen hükümetin güdümündeki prezidyuma geçmiş oldu. Lenin'in yukarıdaki sözlerinin itiraf ettiklerini şöyle maddeleyebiliriz: 1. İşçi kontrolü hareketi, devletçi çizgiyi çok uğraştırmıştır. Yani işçi kontrolü hareketinin sert direnişiyle başa çıkmak kolay olmamıştır. 2. İşçi kontrolü üstüne tutarlı bir teorik hazırlık yoktur. "Sakar, olgunlaşmamış ve gelişigüzel" kararlarla günü kurtarmaya çalışmışlardır. 3. Merkez komitesi, işçi kontrolü üstüne alınan siyasal kararları, "ki bunların hepsi bu alandaki siyasal deneyimize katkı yapmıştır", toparlayarak işçi kontrolü üstüne teorik bir tez geliştirememiştir. 4. Sonuçta, işçi kontrolünün "nasıl inşa edileceği sorusuna hiçbir yanıt" verilememiştir. Teori, içinde yoğrulunan pratiğin, verilen mücadelenin zihne akmasıyla gelişir. İşçi kontrolü mücadelesin açtığı negatif güzergâh ile devletçi siyasetin sığındığı pozitif güzergâh birbirini inkâr eder. Dolayısıyla, birbirini iten iki ayrı mecrada gelişen işçi kontrolü mücadelesi ile yukarıdan sosyalizm çizgisini aynı teori içinde tutarlılıkla birleştirmek mümkün değildir. Bolşevik partiye egemen olan devletçi çizgi, onun için, işçi kontrolünün nasıl inşa edileceği sorusuna hiçbir teorik yanıt verememiştir. 1917 Ekim'inde iktidara gelen yukarıdan sosyalizm çizgisi, esas olarak, içinde ilerlediği devletçi mecranın teori ve siyasetini yapmıştır. Yukarıdan sosyalizm çizgisi, işçi kontrolü hareketine devletçi pratiğin çarpıklaştırdığı pencereden baktığı için, işçi kontrolü hareketinde kitlelerin "anarşizm"ini görmüştür. İşçi kontrolünün nasıl kurulacağı sorusuna teoride yanıt veremeyen devletçi çizginin pratikteki yanıtı, işçi kontrolü hareketini fiilen ezerek soruyu ortadan kaldırmak olmuştur. Devletçi siyaset, işçi kontrolü hareketini ehlileştirip devlete tabi kılamadığı her momentte işçi otonomisinin üstüne yürümüştür. Yukarıdan sosyalizm çizgisinin söylediklerinden çok söylemediklerinden çıkan, daha da önemlisi, ortaya koyduğu devletçi pratiğin lisan-ı hal ile ima ettiklerinden çıkan bir işçi kontrolü teorisi vardır. Devletçi pratiğin esir aldığı zihinlere hitap eden bu teorinin ana hatları şunlardır: 1. İşçi kontrolünü hayata geçiren fabrika komiteleri gibi özyönetim örgütlenmeleri, devrimci dalganın yükselişiyle birlikte ortaya çıkar. 2. İşçi kontrolü mücadelesinin işlevi, işletmelerdeki kapitalist iradeyi hırpalamak, burjuva yöneticileri yönetemez hale getirmek, böylece işletmeleri millileştirecek siyasetin iktidarı almasının koşullarını hazırlamaktır. 3. İşçi kontrolü geçicidir. İktidar alındıktan sonra yerini "işçi devleti"nin kontrolüne bırakmalıdır. İşçi kontrolünü iğdiş eden yukarıdaki teori, daha sonra "reel sosyalizm"in kendisini meşrulaştırmak için servis ettiği resmi ideolojinin bir parçası olmuştur. Devletçi çizginin işçi kontrolünü bastıran pratiğini aklamaya yönelik resmi teorinin en özlü sunumu, yıllar sonra, sürgündeki Troçki'den gelmiştir. Sürgündeki Troçki, işçi kontrolünü geçiciymiş gibi gösteren, işçi kontrolünün devrimci iktidar altında yapılacak millileştirmelerle biteceğini, ondan sonra üretimi yönetme işinin "işçi devleti"nin organlarına bırakılacağını vaaz eden devletçi teoriyi şöyle özetlemiştir: "Bize göre, kontrol sloganı, burjuva rejimden proleter rejime geçişe tekabül eden, sanayide ikili iktidar dönemiyle bağlıdır... Brandler'cilere göre, 'üretim üstündeki kontrol, sanayinin işçiler tarafından yönetimi anlamına gelir'... Fakat kontrol niye yönetim anlamına gelsin ki! Kontrol, insanlığın bütün dillerinde gözetim altında tutma, teftiş etme ve bir kuruluşun ötekisinin yaptığı işi incelemesi, gözden geçirmesi anlamına gelir. Kontrol aktif olabilir, baskın olabilir, her şeyi kapsayıcı olabilir ama neticede kontrol olarak kalır. "Bu sloganın fikri, sanayideki geçiş rejiminden doğmadır. O zamanlar kapitalist ve onun idarecileri işçilerin onayı olmadan hiçbir adım atamıyorlardı. Fakat öte yandan, işçiler o zamanlar millileştirme için gereken siyasal önkoşulları henüz sağlamamışlar, millileştirme için gereken teknik idareyi henüz ele geçirmemişler, hayati öneme sahip organları henüz yaratmamışlardı. Şunu unutmayalım ki, burada sadece fabrikanın sorumluluğunu ele almayı konuşmuyoruz. Aynı zamanda, ürünlerin satışını, fabrikalara hammadde ve yeni techizatın temin edilmesini, kredi işlemlerini vesaireyi de konuşuyoruz... "İşçi kontrolü tek tek işyerlerinde başlar. Kontrol organı fabrika komitesidir. Fabrikalardaki kontrol organları, sanayilerin kendi aralarındaki ekonomik bağlara göre birbirlerine eklemlenirler. Bu aşamada henüz genel bir ekonomik plân yoktur. İşçi kontrolü pratiği bu plânın unsurlarını sadece hazırlar. "Sanayinin işçilerce yönetilmesi, bunun tersine, bu ilk adımlarında bile çok büyük ölçüde yukarıdan başlar, çünkü devlet gücünden ve genel ekonomik plândan ayrı olamaz. Yönetimin organları fabrika komiteleri değil, fakat merkezileşmiş sovyetlerdir. Fabrika komitelerinin rolü tabii ki yine önemlidir. Ama sanayinin yönetilmesi alanında artık önde gelen değil, fakat yardımcı bir role sahiptir." (L. Troçki, "Alman Proletaryasının Hayati Sorunları", Ocak 1932, http://www.marxists.org/archive/trotsky/germany/1932-ger/next03.htm#s14) Troçki, yukarıda "kontrol niye yönetim anlamına gelsin ki" diyerek zihinleri baskı altına almaya çalışıyor. Alıntı, "kontrol" lâfı üstünde yaptığı semantik cambazlıkla, işçi kontrolü mücadelesinin ruhuna ters anlamlar üreterek Bolşevik siyasete egemen olan devletçi çizgiyi aklama gayretini sergiliyor. Teorinin kullandığı lafzın ne anlama geldiğini anlamak için asıl bakılması gereken yer, lugat kitapları değil, fakat teorinin kaynaklandığı eleştirel, devrimci, kurucu mücadelenin kendi kendisini açımlayarak gittiği yöndür. Kavramlar, mücadelenin zihne akışıyla, zihnin mücadele içinde yoğurulmasıyla oluşur. Mücadele gelişerek başlangıçta potansiyel olarak taşıdığı açılımları fiile çıkardıkça, kavramlar da mücadelenin serpilmesine bağlı olarak gelişir. Kavramların içeriğinin en dolu hali, mücadelenin bütün mantıksal sonuçlarını soyutlayan halidir. Teori asıl olarak kavramların bu en gelişkin haliyle işlem yapar. Bugünün pratik eleştirisini ancak en üst düzeyde soyutlayan teori, bugünden yarını kurma mücadelesine ışık tutabilir. Sözlüklerde bir kelimenin birçok nüansı yazılıdır. Kelimenin hangi nüansla kullanıldığını anlamak için, pratiğin kendisine, o pratiği doğuran tarihsel hareketin eleştirel bilgisine, proletaryanın kurtuluşu teorisinin çeşitli yönleriyle ele alındığı metinlere bakmak gerekir. Örneğin, aşağıdaki alıntılarda, kontrol tabirinin mücadelenin hedefini doğru veren anlamıyla, yani yönetim anlamına kullanıldığını görüyoruz: "Özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıyla, üretimin komünistçe düzenlenmesiyle (yani insanların kendisinin ürettiği nesneler ile insanlar arasındaki yabancılaşmış ilişkinin yok edilmesiyle), arz ve talep ilişkisinin kudreti hiçe iner, böylece insanlar, mübadeleyi, üretimi, karşılıklı ilişki tarzlarını yeniden kendi kontrolleri altına alırlar." (K. Marks, F. Engels, "Alman İdeolojisi", Kasım 1845 - Ağustos 1846, MESY, İng., c. 1, s. 36.) "Toplumsal ilişkilerini, kendi komünal ilişkileri olarak, kendi komünal kontrollerine almış olan evrensel gelişmiş bireyler, doğanın değil tarihin eseridirler." (K. Marks, Grundrisse, Ağustos 1857 - Mart 1858, İng., çev. Martin Nicolaus, Penguin Books, s. 162.) İşçi kontrolü mücadelesinin ilk başlarda fabrika yönetimlerinin iktidarını sınırlayıcı bir işlev taşıdığını söylemek başka şeydir, işçi kontrolü mücadelesini bu başlangıç haliyle zihinde dondurup öylece "teori" haline getirmek başka şeydir. 1917 Şubat - Ekim sürecindeki işçi kontrolü mücadelesinin başlangıç formlarını teori katına yükselten ve işçi kontrolünü o döneme hapseden devletçi zihniyet, daha sonra, fabrika komitelerinin likide edildiği, böylece işçi kontrolünün ortadan kaldırıldığı devletçi pratiği geliştirmiştir. Devletçi zihniyete göre, işçi kontrolü kavramı üretimin temel kararlarının başka yerde alınacağını varsayar. Üretimin temel kararları, işçilerin dışındaki bir yerde, "işçi sınıfının bilimi" ışığında alınır. İşçi sınıfına düşen, tepede alınan bu "bilimsel" kararların etkili biçimde hayata geçmesi için gereken disiplini göstermektir. Üretimin fiilen icrası ile üretimin yönetilmesinin yukarıdaki gibi ayrı ayrı konumlandırılışı, doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarının birbirinden ayrılığını onaylar. Oysa, işçi kontrolü kavramı, tam da bu ayrılığı inkâr mücadelesinin bir kavramıdır. Onun için, doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarının birbirinden ayrılığını kabule dayanan akıl yürütme ile işçi kontrolü kavramı birbirlerini itekler. Bu yüzden, ayrılığı varsayan devletçi siyaset ile ayrılığı inkâr eden işçi kontrolü mücadelesini birbirleriyle bağdaştırmak mümkün değildir. Üretimin icrası ile üretimin yönetilmesinin birbirinden ayrılmış hali, doğrudan üreticilerin kendi emeklerine, emeklerinin ürünlerine, insan olarak birbirlerine, inorganik bedenleri olan doğaya yabancılaşmalarını, özel mülkiyeti, metaı, mübadele değerini, parayı, ücretli emeği, sermayeyi, hiyerarşik yapılanmayı, bürokratik plânlamayı, devleti öngörür. Ne gibi devrimci lâflarla ambalajlanırsa ambalajlansın, üretimin icrası ile üretimin yönetilmesini birbirinden ayrı tutan siyaset, işçi sınıfının otonom mücadelesini bastıran devletçi pratiği doğurmaya mahkumdur. Troçki’nin işçi kontrolüne dair açıklamaları, iktidara gelişten itibaren örülmeye başlayan ve kendisinin de dahli olduğu devletçi pratikle tutarlıdır. Ancak bu açıklamalar, devrimin gerçek yaratıcısı olan yığınların eleştirel, devrimci, kurucu pratiğiyle ve onun açılımlarıyla tutarlı değildir. Teoriler, siyasal tezler, hayata belli çıkarlar doğrultusunda müdahale etmenin, belli çıkarları meşru göstermenin düşüncesel modelleridir. Troçki’nin özetlediği işçi kontrolü teorisi, üretimin yönetimi üstünde parti ve devlet bürokrasisinin tekel kurmasını meşrulaştırdığı için "reel sosyalizm" tarafından takma akıl olarak servis edilmiştir. 29 Kasım 2009 |