TAKSİM OLAYLARI: 
          Ey Halk, Sinirlenince Daha da Güzelsin! 
            
        
          "Gezi  Parkı" protestoları çerçevesinde başlayan Taksim olayları, hızla tüm ülke  sathına yayılıp devlet otoritesine  yığınsal bir karşıkoyuş haline geldi. Başbakan Recep Erdoğan’ın olaylar  karşısında egosu göğe vurmuş tavrı, polis terörü, protestocuların azmi ve  kararlı direnciyle karşılaştı.  
           
          Sonuçta ortalık toz  duman olunca, İstanbul Borsası’nın endeksleri başaşağı gitmeye başladı ve bir  günde 60 milyar lirayı aşkın bir zarar yarattı. Karakteri gereği insan  hayatına, patlayan gözlere, polis marifetiyle altüst edilen özel ve kamusal  yaşamlara hiç aldırmayan sermaye  çevreleri, borsanın başaşağı gitmesi karşısında paniklediler. Hazır  başbakan da yurtdışında iken, devletin tepe noktaları acilen toplandılar ve  duruma “ılıman çözüm” getirmeye kararı aldılar. Cumhurbaşkanı ve başbakanın  ayrı notalardan konuşmaya başladığı da gözden kaçmadı.  
             
          (Bu arada, son bir  haftadır yaşananlar, kanımızca, Türkiye kapitalizminin beklentilerinde  başka durumlar da yarattı.  Taksim Gezi Parkı muharebelerinin, ABD'nin  Büyük Ortadoğu Projesi henüz tam uygulanmamışken projenin taşeronunun "neden  olduğu" yeni bir sorun olarak ortaya çıkışı, ABD ve müttefiklerini  hazırlıksız yakalamışa benziyor. Zaten Başbakanın aşırı kabarmış egosu,  dizginleyemediği hırs ve kini, tekrar tekrar dile getirdiği savaş histerileri,  hem kendisini ve hükümeti iyice yormuştu, hem de ABD açısından bir  "problem" momenti idi. Şimdi Taksim muharebeleri bunun üzerine tuz  biber ekmiştir. Böyle bakınca, ABD'nin, hızla Recep Erdoğan'ın yerine  alternatif lider arayışı içine girmesi şaşırtıcı olmaz.  ABD'nin yakın dostu Fas Kralının Erdoğan'la  görüşmeyi reddetmesi bunun bir işareti olabilir. Ama öte yandan, Cumhurbaşkanı  A.Gül'ün de AKP yöneticileriyle aynı projenin parçası olduğu, bu ekibin  Türkiye'de  Cumhuriyet'le gelen burjuva  kazanımların üstüne Sünni İslam (ABD ılımlı İslam diyor) gömleğini giydirmek,  hatta giderayak halifeliği gündeme getirmek gibi bir gündemi olduğu, "yeni  Osmanlı" vb rüyalarının da buna bağlanabileceği kulağımızın bir kenarında  durmalıdır.)  
           
          Taksim  muharebelerinde birinci raundun sonunda ne oldu? Borsa başaşağı gidince,  devlet, Başbakan yardımcısı B.Arınç’ın şahsında özür diledi, ama bir yanıyla da  dilemedi. Bir anlamda nedamet getirdiler ve psikolojik olarak gerilen Recep  Erdoğan’ı özür dileme zahmetinden kurtarıp, elini rahatlattılar.  BDP’li Mv. Sırrı Süreyya Önder’in Köşk’e  çıkıp Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le görüşmesi, durumun nasıl  "yumuşatılacağı" konusunda ipuçları vermekte. Ama, Başbakan  Erdoğan'ın Kuzey Afrika turu dönüşünde tekrar ortaya çıkıp, bazı yerlerde  çatışmalar sürmekte ve onbinlerce genç hâlâ Taksim'de nöbetteyken, hiçbir olay  yaşanmamış gibi davranıp, “Taksim’e cami ve kışla projesinde nerde kalmıştık”  diye yine bildiğini okuyacağını söylemek, çok da zorlama bir tahmin  olmayacaktır. Bizce, "Osmanlı'da hile tükenmez" atasözü sürekli  hatırda tutulursa yararlı olur.  
             
          Birçok yeni gelişme  olabilir, hâlâ çeşitli kentlerde çatışmaları süren olaylar çok farklı  çizgilerde seyredebilir. Komünistler olarak, işi falcılığa dökmeden serinkanlı  düşünmek, cesur bir  “durum  değerlendirmesi” yapmak, mücadeleye soyunmuş muazzam kalabalıkların bilincinin  bir adım daha ilerlemesine yardımcı olmak durumundayız.  
          Taksim Olayları nereden çıktı? 
          
            
              - Olaylar basit gibi görünen bir park yıkımı / ağaç kesimi sorunundan  büyüdü.  “Aniden” ve muazzam bir  yığınsallaşma ve yayılma eğilimiyle patlak verdi. Örgütsüz ve kendiliğinden! Bir genç çevrecinin öfkeli tvitinde  yansıyan “iki ağacı korumak için onlarca genç fidanın  başlattığı hareket” ifadesi, hareketin ne denli siyasetdışı, çevreci ve masum  başladığının anlatımıdır. Ancak, "Recep kuvvetleri"nin halka  yoğun gaz sıkması, geleni geçeni coplayarak bu “masum” olayda vatandaşa  haksızlık yapması, yani polisin  kanunsuz-adaletsiz davranması karşısında, çevre dostları iyice öfkelenmiş,  daha da inatçı ve kararlı bir direniş geliştirmişlerdir.  Olanları izledikçe öfkesi patlayan “alelade şehir halkı”,  “yeter beeeaa” diyen genç yaşlı çoluk çocuk  orta halli insanlar sokaklara dökülmüşlerdir. Ne için? Polise ve Başbakana "yeter be!" demek için. (Kimse  İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının adını ağzına almamıştır, çünkü adam  yerine bile koymamıştır.) Tepki, İstanbul’dan dalga dalga tüm büyük kentlere,  Anadolu’nun ücra köşelerine ve hatta yaşadıkları süreç nedeniyle hükümetin  incitilmemesine özen gösteren Kürt kentlerine kadar yayılmış,  siyasallaşmış toplulukları (bazı MHP’liler de  dahil) giderek artan sayıda içine çekmiştir. 
 
              - Tepkinin bu denli ani, şiddetli ve yaygın oluşuna  bakılırsa, yalnız  İstanbul'da değil ülke halkının önemli bir kesiminde siyasal iktidara karşı  sessiz ve derinden büyük bir öfke birikmiştir.  “Recep şaşırmış, halkın da sabrı taşmıştır". 
 
              - Olaylar, eylemciler açısından bakıldığında, ani ve  kendiliğindendir. Ama devlet açısından böyle değildir. Bir gazetede basılan ilk  gaz sıkma resimleriyle de belgelendiği üzere, bizatihi devlet, bu çevreci karşı  çıkışın özünde basit bir karşı çıkış olmadığının farkındaydı ve her zamanki  gibi, “yılanın başı küçükken ezilmeli” tavrını gösterdi. Bir avuç çevreci  vatandaşı terörize edip önce sindirmeye ve onların şahsında tüm kamuoyunu  susturmaya yeltendi. 
 
              - Çevreci ağaç dostları “siyasal” niyet taşımamış  olabilirler. Ama, başbakanından gaz silahının tetiğini sıkan “Tayyiban”  polisine dek devletin mücadelenin  bir tarafı olarak yer alışı göstermektedir ki, Gezi Parkı'ndaki “iki ağaç” meselesi özünde derin bir “siyasal”  meseledir. Yığınların tepkisi de tabii ki siyasal olmuştur, milyonlarca  vatandaş, en başta Başbakanı, onun polisini hem makaraya alıp hem de  "eleştirmiştir,", hâlâ da eleştirmektedir. Öte yandan, olayların  başlangıcından bu yana göstericileri "terörist" ve "illegal"  olmakla suçlayan kendini bilmezler şunu açıklayamamaktadırlar: 7 gündür gösteri  yapan onbinlerce insan bunca polis terörüne, kışkırtma hakaret ve saldırıya  karşı tek bir molotof kokteyli savurmamıştır. Bu Taksim'de kendiliğinden  gelişen yığınsal karşıkoyuşun başarısıdır. 
 
              - Devletin başındaki İslamcı sermaye kliği eliyle yürütülen  "vatandaşın terörize edilerek sindirilmesi" operasyonu, ne büyük  şanstır ki, Taksim gibi şanlı bir meydanda betona toslamış, yığınların  kendiliğinden başkaldırısı, hakiki bir "irade çatışması"na dönüşmüştür. Bu bile ortada ciddi “siyasal  mücadele” olduğunu anlatır. 
 
              - İrade çatışmasının şiddetinin artması karşısında başbakan,  "ayyaşlar", "çapulcular", hatta "yabancı  devletler" falan diyerek ne denli kültürlü(!) olduğunu halkımıza gösterdi.  Ama sonuçta, devlete hakim olan İslamcı burjuvazi, Arınç eliyle "özür  dilemek" zorunda kaldı. Kavganın ilk raundunun galibi, sokakta polis kuvvetiyle devlet terörü estiren AKP iktidarı  karşısında dağınık, ama Spartaküs gibi  direnen onbinlerce genç oldu. Halk, vatandaş büyük bir moral üstünlük elde  etti. Dünya kamuoyunu yanına aldı. 
 
              - Olayların gelişmesine borsanın gösterdiği şiddetli tepki,  konuşmalarına allah bismillah ile başlayan Recep Erdoğan'a, kapitalizmin  allahının "sermaye ilişkisi" olduğunu (ki Adam Smith buna "görünmez  el" diyordu), bunu ürkütecek bir tavır takınma lüksüne sahip  olmadığını,  yetkin ve etkin biçimde  gösterdi. Taksim'de karizmayı çizdirten Erdoğan, bir de  TV şirketlerinden reklamlarını çekenlere,  İstanbul'a turist rezervasyonlarını vb. iptal edenlere "kükremek"  istedi ama, nafile, kapitalizmin allahına söz geçiremedi. İstanbul Borsası'nın  bir günde yüzde 10.5 dolayında değer kaybına uğramasıyla, sermaye çevreleri  başbakanı ezip geçtiler, "doğru olanı" yapmak üzere Cumhurbaşkanından  yardım istediler. Sonuç: Devlet, yığın  hareketinin demokratikleştirici etkisi altında, kapitalizmin allahı öyle  gerektirdiği için, belki de tarihinde  ilk kez özür diledi. 
 
             
           
                          Yine de, bu sonuç direniş  cephesindeki vatandaşları rehavete sevketmemelidir. 
                          Nedenleri çoktur:             
          
            
              - Birincisi, son bin küsur yıllık tarihe göz atanlar  anlayacaklardır ki, Kemal dönemi dahil, devletin, karşısındaki muhaliflere  sunduğu seçenek, her zaman "ya teslim ol, ya da geber", olmuştur.  Taksim olaylarının fotoğraflarını inceleyin, başınıza gelenleri hatırlayın,  kırmızı elbiseli genç kıza gaz sıkan polisin tavrına bakın, hep aynı şeyi  göreceksiniz: Ya bizim dediğimizi yaparsın, ya da al sana! Kürt meselesinde de  yaşanmakta olduğu üzere, bu devlet, ancak karşısında hatırı sayılır bir  fiziksel güç olduğunda muhalefeti "dinlemekte"dir. O zaman bile  "anlaşalım, görüşelim" demesinde hile hurda vardır. Atasözü boşuna  değildir: İtten post devletten dost olmaz! 
 
              - Üstelik, bu iktidar şiddetle kinci-intikamcı ve  revanşisttir. Başbakan Recep Erdoğan ve çevresinin, Gezi Parkı'nda çizilen  karizmanın, sarsılan "devlet iradesi"nin intikamını almak üzere  tekrar saldırıya geçeceklerini hesaba katmak durumundayız. Belki de oraya,  planlanandan daha yüksek minareli, her minaresinden 20 kilovatlık hoparlörle  allah propagandası yaptırılacak olan camiyi dikmek için, şimdikinden daha da  azgınlaşıp gelecekler. İktidar cephesinde özel mülkiyet, ticaret sermayesi,  devlet ve allah içiçe geçmiştir. Bu ittifaka güvenmek, bir nevi siyasal intihar  addedilmelidir. 
 
              - Egosu tavan yapmış insanların karizmaları çizilince ne  denli tehlikeli ve pis işlere yöneldiklerini kendi pratiğimizden az çok  biliyoruz.  Başbakanın siyasi tartışmayı  geleneksel laik-dinci karşıtlığı bağlamında ele alarak, dine inananları göstericilere  karşı kışkırtmak için tedbir almayı aklından geçirdiğinin kanıtı ortadadır.  İslamcı AKP'nin dinci siyasal gündemi o denli kuvvetli basınç yapmaktadır ki,  başbakan, tüm toplumu temsilen başbakanlık yaptığını unutup, "bizimkilerin  lideri" gibi konuşmadan da edememiştir. Bu hayırlı bir davranış çizgisi  değildir. 
 
              - Tabii, gösterilerde (hâlâ) yasa, yönetmelik ve kılavuzları  çiğneyen, hayasızca 2 metreden insanların suratına, ağzına tetik çeken polisin  (çekilen resimlere göz atmak yeterlidir), bir emirle melek olmayacağı da  herkesin malümüdür. Üstelik bunlar, Tayyibandırlar. Arkalarından iktidarın eli  sopalı, testereli, satırlı paramiliter çeteleri   gelmektedir. Bunları akılda tutmak, siyasal tedbirli olmak şayanı  tavsiyedir. 
 
              - Sonuçta, isteyen istediği gibi düşünebilir, ama bizce  devlete, allaha, Gül'ün ya da Arınç'ın verdiği sözlere güvenenler yanlış  yaparlar. Ortada bunlara inanmayı, güvenmeyi gerektiren hiçbir durum yoktur. Şu  ünlü dizeleri nasıl olur da unutabiliriz:
 
             
           
                          "Tanrı paşa bey ağa sultan,  nasıl bizleri kurtarır / Bizi tüm kurtaracak olan kendi kollarımızdır" 
           
          Taksim eylemlerinde kim vardı kim yoktu? 
           
          Gösterilere  katılanlarla Bilgi Üniversitesi'nden araştırmacıların yaptığı anketin ilk  sonuçları ilginçtir.  
            Göstericilerin  üçte ikisi gençtir (19-30 yaş arası  nüfustandır).  
           
          Yarısından  çoğu bundan önce hiçbir eyleme katılmamıştır. Hatta çoğu varolan  "sol" ya da sağ siyasi  partilerin dışından gelmektedirler.  
           
          Kentlidirler.  Katılımın akşam iş saatlerinden sonra  artışına bakılırsa, işsiz güçsüz değil, iş güç sahibidirler, ya da eğitim  görmektedirler.  
           
          Bunlara  "serseri", "aylak", "ayyaş",  "ahlaksız", çapulcu vb. yakıştırmaları yapanların zihinleri gerçekten  zavallıdır.  
           
          Dahası,  iddia ediyoruz ki, bu gençler, küresel kapitalizmin içine doğan yeni üretici  güçlerin ürünüdürler. Ülkenin geleceğidirler.   Siyasal örgütler ileride bunlardan taze kanı sağlayacaklardır.  
           
          Göstericiler  kesinlikle AKP seçmeni değiller, muhafazakar değiller, devletten ve dinden özgürlük istiyorlar, yani  devlet  otoritesine başkaldırıyorlar. Üçte biri bir şekilde dindarken, üçte ikisi  dindışı kalmayı tercih ediyor.  
           
          Göstericiler,  kimilerinin utanmadan ima ettikleri gibi "Ergenekon vb." sempatizanı,  Türkçü vb. değiller, ordudan, Kemalistlerden medet ummuyorlar. Gösteriler sırasında Kürt halkına bir eğilim olarak  herhangi bir karşı söz edildiğinin verisi yok. Hatta, Kürt ulusal hareketinin,  bir - iki Kürt ili dışında devlete karşı gayet terbiyeli kaldığı ve  gösterilerde yer almaktan kaçındığı bir vakıa iken, gençler bunu da anlayışla  karşıladılar.  
           
          Göstericiler  işsiz güçsüz, aç-açık olmadıkları gibi, "çapulcu" da değiller.  Gösteriler sırasında AKP binaları, polis malları haklı olarak fiziki eleştiriye  tabi tutulmuş olabilir, ama yağmalama, hırsızlık, cinayet, vb olmamıştır.  
           
          Başbakan  bu yakıştırmayı, karizması çizildiği için kızgınlıkla, sürç-i lisan ederek,  belki de kendi çevresindekilere bakıp söylemiş olabilir. Ama zaten gençler  başbakanı pek de ciddiye almayarak, münasip cevabı vermiş oldular.  
           
          Önce de  söyledik ama yineleyelim: Genç vatandaşlar, sokakta, evlere dükkanlara kadar  girip kendilerine terör uygulayan polise karşı tek bir molotof kokteyli  savurmamışlardır. Onlar, emeğin ve  insanlığın silahsız yığınsal güçleri olarak da devlet terörüne karşı  çıkılabileceğini göstermişlerdir.  
           
          Medyaya, büyük  çoğunlukla devletten ihale alma peşinde koşan patronlar sahip olduğu için,  Taksim muharebeleri sırasında medya ve basın genelde hükümetin suyuna gitmiş ve  üç maymunları oynamıştır. Gösterici gençler, bu yalakalığı hemen görmüş, bir  yandan NTV, CNNTürk gibi iktidarın borazanlarını yığınsal ve etkin kınarken,  bir yandan da ileri teknolojinin en son ürünlerinden (twitter, facebook,  e-posta vb.) yaratıcı tarzda (mesaj atma, video ve fotoğraf çekip anında  iletme, haberleşme ağları yaratma vb.) yararlanmış, "dijital çağın evlatları"  olarak tüm topluma örnek olmuşlardır. Tayyiban polisin tvit atan gençlere şimdi  duyduğu öfke, bu durumun sonuçlarının ne olacağını görmesindendir. 
           
          Sendikalar,  sonradan uyanan KESK ve DİSK gibi örgütler dışında, yer yerinden oynarken aylak  aylak bakınmışlardır. Bu onlar için ayıp bir durumdur.  
           
          Taksim  muharebeleri, "tüm ezilenlerin, sömürülenlerin, ötekileştirilenlerin  haklarını" en azından savunmak gibi bir görevi olan sendikal hareket  açısından "uyan borusu" olmalıdır.  
           
          Umarız, sendikal  hareket hızla silkinip kendine çeki düzen verir ve Türk-İş, sermaye sınıfının  bu İslamcı iktidarına kesin tavır geliştirir.   
           
          Son Durum  
           
          Taksim Dayanışması adını alan hareketin temsilcileri 5 Haziran  günü, Başbakanvekili Bülent Arınç'la görüştüler ve Taksim  muharebelerinde yer alan onbinlerin ve onları destekleyen milyonların  taleplerini devlete ilettiler.  
           
          Taleplerin bazı  yönleri hakkında yorumumuz şöyle:  
            Taksim  direnişçileri, devlete kibarca, "Gezi Parkı'na müdahalenin 'özel hayatlara  müdahale ve hor görülme' biçiminde algılandığını, gösterilerin de iktidarın bu  tutumuna karşı verilmiş büyük bir toplumsal tepki olduğunu" söylüyorlar.  
           
          Vatandaşın Gezi  Parkına ilişkin talebi şu: "Gezi  Parkı park olarak kalsın", cami, AVM vb yapılmasın... "AKM korunsun..".  
           
          Başbakan, kişiliği  gereği bu konuda da karar verme yetkisini kendinde görüyor ama, gerçekten, bir  kentte varolan kamusal alanların nasıl kullanılacağı hakkında kent halkının doğrudan söz sahibi  olabilmesi gerekir. Londra gibi kentlerde yandaki binada bir değişiklik  planlandığında bile belediye size soruyor, "ne düşünüyorsun" diyor. 
           
          Bu açıdan,  "gezi parkı park olarak korunsun" demek, Taksim eylemcilerinin siyasal bir tavrıdır. Zaten açıklamanın  belediye başkanına değil devlete hitabedişi, Başbakan Recep Erdoğan'ın  "ben yaparım olur" tavrının reddidir. "Bilmemneyin başı  olabilirsin, senden büyük halk var, haddini bil" demektir! Eh, bu da  kendini halife - padişah gibi görmeye başlayanların karizmasını çizdirmeye  yeterlidir.   
           
          Açıklamada  vurgulanan; "toplumun en temel  demokratik ve insan hakkı olan taleplerinin barışçıl ve demokratik şekilde  ortaya konması" siyasal tutum almaktır. Siyasal düşünüp siyasal  davranmayı, mücadelenin karşılıklı olarak tırmanacağını hesaba katmayı  gerektirir. Siyaset ise bir güç ve örgütlülük sorunudur.  
           
          Açıklama şöyle  diyor: "Halkın en temel demokratik  hak kullanımını engelleyen, şiddetle bastırma emrini veren, bu emri uygulatan  ve uygulayan... başta İstanbul, Ankara , Hatay Valileri ve Emniyet Müdürleri  olmak üzere tüm sorumlular görevden alınsın... Gaz bombası ve benzeri  materyallerin kullanılması yasaklansın... gözaltına alınan yurttaşlarımız  derhal serbest bırakılsın..." 
           
          Bu talep, devlet  iradesine yönelik bir taleptir. Arınç'ın yarım yamalak özürü bu talebin hiçbir  yanını karşılamamaktadır. İstemlerin karşılanması, ulusal ve uluslararası hukuk  süreçlerini bir bilgin gibi inançla ve ardıcıl bir şekilde kullanırken, hakiki bir fiziksel güçle devletin ve  hükümetin "kulağından tutmakla" mümkün olabilir. Bu bir yana, küresel  pazarda yer alan Türkiye'de Recep Erdoğan dahil hiç kimsenin istediği gibi at  koşturamayacağı, uluslararası hukuk organları ve gerekli kuruluşlar devreye  sokularak pratikte gösterilmelidir. 
           
          "Taksim başta olmak üzere meydanlardaki, alanlardaki eylem  yasaklarını ve filii engellemeleri aşmanın" yolu, yukarıda da  vurguladığımız üzere fiziksel, yığınsal güç olmak ve kuvvet göstererek devletin  inine çekilmesini, böylece vatandaşın  özerkliğinin artırılmasını sağlamaktır. Geçtiğimiz 1 Mayıs'ta devletin  işçilere karşı kullandığı silahlar gerisin geri ona çevrilirse, yani koca kent  "adedi devir sıfır" noktasına getirilirse, köprüler, ana arterler,  otoyolları, ulaşım durdurulursa, ancak o zaman, bu hakiki bir kuvvet  gösterimidir. Aynen ufak bir örneğini iki-üç gün önce yaşadığımız gibi...  "Genel grev" diyenler, aslında bu istemi dile getirmektedirler. Ama bu, plansız programsız, örgütsüz  olamaz! Olursa da kısa süreli, geçici bir durumdur. 
           
          "İfade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması", tarih boyunca en  kilit bir talep olmuştur. Bunu da, aynen Taksim'de yaşadığımız gibi, "yaşamak için ölümü göze almış"  yığınsal ve militan mücadele güvence altına alır. Uygun zihinsel ve  fiziksel hazırlık, zorlu nefesli mücadele gerekir.  
           
          Bu arada, Recep Erdoğan'ın  polisinin (Tayyiban) zor kullanarak, tehditle cep telefonu, internet  iletişimini kesme, kestirme girişimleri, şiddetle üzerine gidilmesi gereken bir  insanlık suçu, toplumsal suçtur. Devletin kendi yurttaşlarına karşı suç işleyen  - veya suç işlenmesine göz yuman - bir örgüte dönüşmesi, toplumdaki köklü değişim, devrim ihtiyacının ne  denli yakıcı olduğunun anlatımıdır. Bu suçun işlenmesine yardım ve yataklık  eden telekomünikasyon kuruluşlarından, telefon şirketlerinden, uluslarası  platformlardan da yararlanarak mutlaka hesap sorulmalıdır.  
           
          Tabii, üç gün önce  "dünya interneti İstanbul'dan idare edilecek" diye ahkam kesen  AKP'nin gösteriler sırasında interneti, cep telefonu şebekesini kapattırmaya ya  da (jammerları kullanarak) felç ettirmeye teşebbüs etmesi, başbakanın ağzından  "twitterın toplumsal bela olduğunun" ilanı, gizli gündemleri açık  etmektedir, kendi ayaklarına sıktıkları kurşundur.  
           
          Ne yapacak yani  21.yüzyıl gençliği? Sizler gibi kafası örümcek bağlamış cami hocalarının  vaazlarıyla irşad olmayı mı bekleyecek? Kara komedisiniz! Toplumu taş devrinde  yaşatmak isteyenlere kapı açık: Buyrun, Afganistan'a, Arabistan'a kadar yolunuz  var!  
           
          Habercilik görevini  nasılsa "unutan", iktidarın suyundan giden, korkak ve çıkarcı basının  ve medya kuruluşlarının toplumca cezalandırılması gerekmektedir. Gezi parkı  eylemcileriyle dayanışma içine giren, AKP'nin ve devletin yaptığı haksızlıklara  adaletsizliklere ezici ağırlığıyla karşı çıkan ve bu sınavdan alnının akıyla  çıkan tüm sanat camiası ve aydınlar, NTV, CNNTürk başta olmak üzere tüm öteki  yalaka kanallara ve yazılı basına uygun toplumsal cezalar bulup, yaratıcı  biçimde uygularlar diye düşünüyoruz. 
           
          5) Taksim  Dayanışması'nın dile getirdiği, “Başta 3.  Köprü ve HES'ler olmak üzere ekolojik değerlerimizin talanına ve güncel olarak  Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısına ilişkin itirazların,  ülkemize ve bölgemize ilişkin savaş siyasetine karşı duruşun ve barış  talebinin, Alevi yurttaşlarımızın hassasiyetlerinin, kentsel dönüşüm  mağdurlarının haklı taleplerinin, kadınların bedenleri üzerinde denetim kuran  muhafazakar erkek politikalarına karşı yükselen sesin, başta Türk Hava Yolu  işçileri olmak üzere tüm emekçilerin hak gasplarına karşı taleplerinin, tüm  cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına karşı mücadelenin,  yurttaşların eğitim ve sağlık hakkına ulaşımının önündeki tüm engellerin  kaldırılması istemlerinin” gerçekleştirilmesinin yolu siyasal mücadeledir, sınıf mücadelesidir.  
           
          Ülkede  vatandaşların, genci yaşlısı ile işçisi işsizi ile tüm ezilen, hor görülen,  ötekileştirilen toplumsal kesimlerin demokrasi  ve barış özlemini yerine getirmenin yolu, hedefli, ilkeli, programlı ve  yığınsal mücadeledir. (Bu konuda Kürt ulusal hareketinden öğrenilecek çok şey  vardır.)  
           
          Bu mücadele, emeği  ve emeğin değerlerini öne çıkartır, yerel ve kesimsel çıkarları tek bir sancak  altında toparlar, küresel dünya pazarında emeğin, emekçi vatandaşın kendi  kaderini tayin hakkını hayata geçirmeyi hedeflerse doğru yapar, diye  düşünmekteyiz.   
           
                            *  Örgüt / topluluk / insiyatif içinde her  düzeyde her alanda açık tartışma ve  demokrasi,  
                            *  Farklılıkların tanınması temelinde en geniş birlik, 
                            *  Özgürlük ve tam demokrasi için kararlı militan mücadele.   
           
          Bu felsefi ve  örgütsel ilkelerin bugün yaşamın doğruladığı, hak ve adalet arayışı içinde olan  ve devlete ve rejime meydan okuyan herkese yol gösterecek ilkeler olduğu  kanısındayız.  
           
          Bu anlayışla,  Taksim direnişçilerini ve tüm ülkede devletin haksızlığına, terörüne  başkaldıran herkesi kutluyoruz.  
           
          Ey halk,  sinirlenince daha da güzelsin! 
           
          TKP WEB SİTESİ 
          6 Haziran 2013        
           |