TKP
 
Yeniden Merhaba
Yayın İlkelerimiz
Yazılar - Arşiv
 
İşçinin Sesi Yayınları
Kitaplar
İşçinin Sesi
Çek-Al
Kavga - Kervan
Kaynak
İşçi Yaşamı
İşçinin Gezetesi
Binçiçek
cddrt
dtd
Isha Bulletin

Soviet News
 
 
 

 

 

 

 

 

 

 

SİYASAL İSLAMCI
İKTİDARIN SONUCU BİR FELAKETTİR!

İran’da 26 Yıllık Siyasal İslamcı İktidarın Acı Gerçekleri

Critique Dergisi Yazı Kurulu Üyesi, İranlı yazar Yasemin Mather yoldaşın, 10 Aralık 2005 tarihinde Londra’da verdiği Yürükoğlu Konferansı’nın metninin tercümesini, genç kuşakların bilincinin gelişmesine yardımcı olacağı düşüncesiyle yayınlıyoruz.

Çeviren: B Vardar

Gerçekten büyük onur duydum, özellikle de yalnızca Türkiye solunda  değil ama –İranli yoldaşlardan bildiğim kadarıyla- Ortadoğu solunda da önemli bir yeri olan yoldaş Yürükoğlu’nu anma gününde bana bu konuşma fırsatını verdiğiniz için.

Bu konuşmada ortaya koyacağım konularla ilgili çıkacak soruları tartışma kısmında yanıtlamaya çalışacağım. Fakat önce siyasal İslam’ın neden Ortadoğu solu için bir tehlike olduğu ve onun sermayeyle ve sınıfla olan ilişkisinin toplumun sınıf çizgisinin ötesinde bölünmesinde nasıl bir rol oynadığı ve soldaki aktivistler olarak hepimize birçok açıdan nasıl bir tehlike oluşturduğu üstüne konuşarak başlayacağım.  

Korkarım bu soruna bir çözüm getiremeyeceğim, çünkü bu konuda hazır bir yanıtım yok. Ama sanırım yüzyüze olduğumuz bu tehlikeler üzerine bir takım tezler üretmek, bu tür sorunlara yazılı ya da sözlü yanıtlar aramaya çalışmak bile, siyasi aktivistler, bölge komünistleri olarak bize yarar sağlayacaktır.

Siyasal İslamın Popülerliği Artıyor

Biraz once bir yoldaşın söylediği gibi birçok ülkede Siyasal İslamın popülerliğinin artmasıyla karşı karşıyayız. Ve bu popülerlik büyük ölçüde Siyasal İslam’ın adalet aradığı, sosyal adalet, ekonomik adalet istediği iddiasıyla ilgilidir. Bu propaganda gerçekten de toplumun en yoksul kesimlerine yönelik, dolayısıyla Sola bir meydan okumadır. Ve birçok açıdan, Siyasal İslam’ın 26 yıl 10 aydır iktidarda olduğu ilk ülke olarak İran’ın bu deneyimi, hele komşusu Irak’ta başka bir Islami Şii Cumhuriyet kurulurken, önemlidir.  İran’da olanlardan öğrenilecek çok şey var, benim görüşüme göre sadece  neler olacağı ve Irak’ta halihazırda neler olduğu açısından değil - şu anda askeri işgal nedeniyle büyük can ve mal kaybı var zaten - ama  aynı zamanda Şii olmayan Müslümanların destek verdikleri bir tür Şeriat hükümeti açısından. Konuşmamın Şii Şeriat yasası üzerine kurulduğunun ve bu nedenle çeşitli farklılklar olacağının farkındayım. Ancak, burada ele aldığım konuların çoğu Sünni-Şii ayrımının ötesindedir, bir kısmı da değildir. Bu farklara değinmeye çalışacağım.

İran İslam Cumhuriyeti hakkında yapılabilecek ilk saptama, 1979’da İran halkına sosyal adalet getireceği iddiasıyla iktidara gelen hükümetin toplumun en zengin kesimini daha da zengin yaptığı, üst orta sınıf kesimleri süper zengin olurken ve yoksulu daha da yoksul kıldığıdır. Böylece, en azından yolsuzlukları sonlandırma ve bir nebze sosyal adalet getirme açısından Siyasal İslam’ın iddiasının işlemediğini görebiliriz. Aynı zamanda zenginle yoksul arasındaki bu bölünmenin daha da artmasına yol açan siyasi ilişkileri irdelemek de önemlidir.  Sınıf ayrımını bu derecede üreten ve körükleyen politikalar, fikirler, düşünceler nelerdir?   

Critique dergisinde “Siyasal İslam: Sermaye ve sınıfla ilişkisi” adlı makaleyi yazan iki kişinin görüşü olarak vurgulamak isterim ki, bu çağdaş bir olgudur, fenomendir. Bunun geçmişe bir dönüş olduğuna, bir şekilde Muhammed zamanına dönüş özlemi olarak geriye gidişi hedefleyen bir İslami hareket olduğuna ilişkin görüşleri kabul etmiyoruz. Bizce onun, Ortadoğudaki yeni sosyal düzenden kaynaklanan hakiki bir temeli (reason d’etre) var. Siyasal İslam, 70’li yılların İran’ında bir muhalefet hareketi olarak büyürken bile, Şah’ın yönetimi altında egemen olan kapitalist biçime ve emperyalist otoriteye bir tepkiydi. Şu anki şekliyle ise, onu, kapitalizmin kenar  (periferi) ülkelerinde gördüğümüz türden eşitsiz kapitalist gelişmenin  geride bıraktığı modern Müslüman toplumun çeşitli kesimlerini birleştiren ya da birleştirmeyi amaçlayan  birşey olarak görmeliyiz, derim. 

Siyasal İslamın Dayanağı Olan Dört Toplumsal Katman

Sanırım bu, İran kadar Mısır için, Endonezya ve daha birçok ülke için de geçerlidir. İşte bu nedenle Siyasal İslamcı hareketlerin temelini oluşturan dört ana toplumsal katman üzerine yoğunlaşacağım.  Kaçınılmaz olarak Siyasal İslamdan etkilenen nüfusun çok geniş bir kesimi kentlerde köksüzleştirilenler/yersizleştirilenlerdir. Bunlar,  öncelikle kırsal kesimin yoksullaşması nedeniyle Kahire, Tahran, İstanbul gibi büyük kentlere göç etmek zorunda bırakılan köy kökenli kesimin insanlarıdır. Bu kentlerin varoşlarında yaşarlar. Tabii çoğu işsizdir ya da düzenli işleri yoktur. Geçici, mevsimlik iş, inşaat işçiliği yaparlar. Ama daha çok kara ekonomi dediğimiz türden işleri yaparlar; seyyar satıcılık, tezgah açma, pazarcılık gibi... Yani, para kazanma şekli itibarıyla da güvencesiz bir ekonomik gelecekleri vardır.  İkinci olarak, ki bunun Siyasal İslamın finansal desteğinde önemli rol oynadığı açıktır, Siyasal İslamın finansal destekçileri küresel olmayan kapitalist ekonomik yapılarla bağlantılıdır. Esasen pazarcılar, dükkancılar, camiye yakın olan eşraf, belli bir gelir/servet düzeyindedir. Ama buna rağmen, modern kapitalist devlette ne servet sahibi ne gelir sahibi insanlar olarak, ne de siyasal alanda ciddiye alınmıyorlar. Mısır gibi kapitalizm yanlısı, Batı yanlısı devletlerde hiç bir sesleri duyulmuyor, belki Türkiye’de de böyle (Türkiye’yi bilmiyorum, ama tahmin edebiliyorum).           

Onları ekonominin bu marjinal kesimi yapan, kısmen iştigal ettikleri endüstri tipidir; küçük dükkan sahipleri, yegane dış çevresi pazar ya da kasabanın eşrafı olanlar gibi. Ve bunun sonucunda, küresel ekonominin büyük resmi içinde, uluslararası ilişkiler içindeki ana kapitalist ülkenin dolar ekonomisinde yer almazlar.

Siyasal İslam’ı destekleyen üçüncü katmanı endüstriyel sektörün kimi kesimleri, hatta oldukça zengin insanlar oluşturur. Örneğin Şah döneminde Siyasal İslam’ın kimi destekçileri, ille de ayrıcalıksız kapitalistler değil, hatta oldukça varlıklı kapitalistlerdi. Ama çeşitli gerekçelerle güç/iktidar merkezlerinden dıştalanmışlardı. Ya iktidar kliğinin dışındaydılar, İran’da Şahlık sisteminin ve sarayın, modern devletin parçası değildiler, Mısır’da ise Hüsnü Mübarek’in yakın çevresi dışındadırlar. Nereden bakılırsa bakılsın­, söz konusu ülkenin egemen devletinden bir dıştalanma/yabancılaşma düzeyi sözkonusudur. Bu nedenle ne ulusal ne uluslararası düzlemde karar mekanizmalarına dahil olamıyorlar. Ondan ayrı düştüklerini hissediyorlar.   

Ve elbette, dördüncü katman öğrenciler, entellektüellerdir. Toplumun, daha önce değindiğimiz grupların ikinci kuşağından, çocuklarından oluşan kesimi, uluslararası planda gördükleri adaletsizliklere öfke duyan,  ama daha sonra açıklayacağım, soğuk savaş dönemindeki Batı politikaları veya başka nedenlerle sol karşıtı ve anti-komünist olan kesim. Ama yaşanan adaletsizlikler karşısında Filistinle dayanışma duygusuna sahipler, ya da genel olarak dünyadaki haksızlıklara tepki duyuyorlar. Elbette sınırlı bakışları, onları dünyadaki genel adaletsizlikten ziyade, Müslüman toplumlara yapılan haksızlıklarla ilgilenmeye götürüyor.  Siyasal İslamcıları Latin Amerika’da yaşanan yoksulluğa ya da Afrika’nın perişanlığına sempati gösterirken nadiren görürsünüz. Onların ilgisi daha çok Batı’nın Müslüman toplumlara yaptığı haksızlıklara yöneliktir.
     
Siyasal İslamın Ayırt Edici Özellikleri

Sanırım Siyasal İslamın bir dizi karakteristik, ayırt edici özelliği olduğunu söylemeliyiz. Bu karakteristiklerden bir kısmına şimdi kısaca değineceğim. Siyasal İslam, modern bir olgu/fenomen olmakla birlikte kesinlikle Aydınlanma (Rönesans) karşıtıdır. Britanya medyasında, eğer siyasal İslam Aydınlanma’yı yaşasaydı hiç sorun kalmayacaktı şeklinde bir görüşü sık sık duyarsınız. Birçok insan İslam’ın sorununun Aydınlanmayı yaşamamış olması olduğunu söylüyor. Modern bir olgu olarak, dünyada kapitalizmin gelişme şekline bir tepki olarak İslami hareket, eğer aniden Aydınlanma’yı ileriye doğru bir çıkış olarak görseydi, bu biraz mucize olurdu. Kendisi bir tepki, reaksiyon iken,  nasıl olur da evrimsel gelişmenin bir süreci olan aydınlanmaya yönelebilir? Bir olgu eğer başka bir olguya tepki ise açıktır ki otomatik olarak aydınlanmayı bulamaz. Bu demek değildir ki İslam’ın içinde bir miktar aydınlanma ya da aydınlanmanın elementleri yok. Ama bugün karşımızdaki Siyasal İslam ister askeri eylemler şeklinde, ister Batı kurumlarına genel muhalefet şeklinde olsun, çeşitli devletlerde şeriat yasasına uygun hükümetler kurulması için çağrı yaparken, Aydınlanma aramıyor, Aydınlanmaya yönelmiyor. Siyasal İslamın açık seçik kurmaya çalıştığı Şeriattır.

Siyasal İslamın çağdaş bir olgu olması onun dünya sorunlarına çağdaş, modern çözümler önerdiği anlamına gelmiyor. Bir bakıma, neredeyse nevi şahsına münhasır, tekil bir monolitik obstrüksiyonizm (tekdüze engellemecilik, bilinçli toplumsal ilerleme karşıtlığı olarak tanımlanabilir – Red.) olarak, köksüzleştirilmiş yoksulla süper zengini, ya da en azından zengini bir şemsiye altında bir araya getirmeye çalışıyor. İslamın temel kurallarını sorgulayanları, kim olursa olsun düşman ilan ediyor ve de bu konuda oldukça serttir. İktidarda ya da muhalefette Siyasal İslam, İslamın tarihsel gelişmesini bilimsel veya başka yollardan sorgulayan İslamcılara bile karşıdır. Köktendinciler, refahın paylaşılması ve sosyal adalet için çağrı yapanları bile teşrikin savunucuları, münafıklar olarak niteliyor, İslamcı hareketin monolitikliğine uyum yapmayanları aşağılıyorlar.

Siyasal İslam Sınıfsal Duruşa Karşıdır

Ama sanırım Sol açısından asıl mesele ve en ürkütücü olan özelliği, Siyasal İslam’ın herhangi bir sınıfsal duruşa,yer alışa kesinlikle karşı çıkmasıdır. “Sınıf dayanışması, sınıf bağlaşıklığı ile ilgili herşey Siyasal İslam’ın düşmanıdır.” Sınıf çelişkisini reddetmek zorundadır, çünkü aksi takdirde Siyasal İslamın tek şemsiyesi (monolitik yapısı) altında biraraya gelinemez. Eğer pazarcı esnafın, bezirganların varlıklılarını biraraya getirmeye çalışıyorsanız (bu pazar çokuluslu motorlu araç fabrikalarının yerli sahipleri kadar varlıklı olmayabilir ama yine de, Kahire, İstanbul veya Tahran’ın varoşlarında yaşayan yoksullardan farklı olarak, zengindir), onları birleştiren tek şey İslamdır ve bu hareketin destekçileri “sınıf”tan söz ederek bu birliği bozmak istemezler. Çünkü bir kez sınıftan konuştunuz mu, bu insanları artık tek bir şemsiye altında toplayamazsınız. Ve sol için asıl tehlikenin, tehdidin  yattığı yer işte burasıdır: Sınıf çelişkilerinin reddiyesi olgusu! Bir şekilde sınıfsal kimlikten ya da sınıfsal duruştan, tavır alıştan söz edenler, veya ülkede sosyalistlerle, komünistlerle konuşulacak şeyler olduğundan söz edenler Siyasal İslamcı hareketten ihraç edilmekte ve tasfiye edilmektedirler. Bunu  80lerin başlarında İran’da oldukça dramatik bir şekilde yaşadık. Tartışma bölümünde bunun detaylarını açabilirim. İktidarda ya da muhalefette olsun, Siyasal İslam, kendi temel konularını eleştirmeye cüret eden kesimlere karşı şiddetle uzlaşmaz tutum içindedir.

Tabii, bildiğiniz gibi Siyasal İslam hareketi içinde bir çeşit milliyetçilik var, ama öte yandan bu hareket aslında ulusal sınır ve ulusal ayırt edici özellkleri de tanımamaktadır. Çünkü istemi, birleşmiş bir Sünni veya Şii devletin yaratılmasıdır. Bu noktada, bölgemizde sol ve komünist hareketin şanslı olduğunu söyleyebiliriz, çünkü tek bir ülkede hem Sünni hem Şii İslamı birleştirecek bir Şeriat devleti kurulması pek mümkün gözükmüyor. Fakat tam da bu nedenden ötürü olay tek bir ülkenin sınırlarını aşıyor.  Ve Siyasal İslam, bu kez, Sünni cumhuriyet veya Şii İslam Devleti altında “ümmetin” yani müslüman yığınların (ya Şii veya Sünni, ikisi beraber değil)  birleşeceğini söylüyor. İran’da Şii devlette olan budur. Ve de aslında Amerikalıların (isteyerek ya da istemeyerek) Irak’ta yarattıkları tam da böyle bir Şii devlettir.

Siyasal İslam Demokrasiye de Düşmandır

Tanımı itibarıyla böyle bir devlet “demokrasi”ye karşı olmak zorundadır – burada Avrupa-merkezli olmak istemem - kast ettiğim biz “Ortadoğuluların” demokrasi ve eşitlikten ne anladığıdır, yani bireyler arasında medeni ve siyasi haklar açısından hiçbir fark olmaması gerektiğidir. Şii İslam’da din adamlarının hiyerarşisi bazı insanların “Nokh begaan” (seçkin) olduğu bir dizi kural yaratır. “Büyük Ayetullahlar”, sonra “Ayetullahlar”, sonra daha düşük rütbeli Ayetullahlar... Ve böyle gidiyor. Bunlar tanrısal ulu katlara doğrudan bağlantısı olan insanlardır, ve yukarıdan gelen sözde ‘mesajları’ onlar duyarlar. Sıradan insanlar ise sadece sıradan insanlardır. O yüzden de bir avuç seçilmiş elit dururken  onlar için demokrasi veya eşit haklar sözkonusu olamaz.

Sünniliğin buna karşı çıkması anlaşılır birşeydir, çünkü Sünni İslamdaki din adamlarının yapılanmasında böylesi bir hiyerarşi yok. Ama Şii İslam’da bildiğiniz gibi Ayetullah rehberliğin merkezi oluyor. Sistani’nin Iraklı Şii nüfus için rehber merkezlerden biri olması, veya Humeyni’nin bir çok İranlı ya da Iraklıya rehber olması gibi. Ve bu kişinin söylediği herşeye uymak durumundasınızdır. Sistani gibi dinadamları sadece seçim zamanı değil, uyandığınız andan tekrar yatacağınız ana kadar herşey için bir liste yaparlar. Onun sizi kontrol etmediği tek zaman uyuduğunuz zamandır. Ayetullah Sistani’nin internet sitesine bakarsanız, aklınıza gelecek her konuda bir kural koyduğunu görürsünüz; suyun nasıl içileceğinden kalemi nasıl bırakacağınıza kadar, dinleyeceğiniz müzikten nelerden zevk alıp almayacağınıza kadar... Böyle bir sistem bireylere, yurttaşlara eşitlik getiremez, karar verme aşamalarında, seçim sistemine katılımda, seçilmede vb. eşit haklar söz konusu olamaz. Yani bir seçim yapısı var ama bütün bu yapı tanrının temsilcisi Ulu Ayetullah ya da İran’da anıldığı gibi “Büyük Ayetullahlar” tarafından, başka bir deyişle aptalların koruyucusu tarafından yönetiliyor. Çünkü Şii Şeriatına göre nüfusun geri kalanı günlük kararları alabilmek için gerekli zihni kapasiteye sahip değildir, ulu dinadamı Ayetullah Hameney onlar için gereken kararları alır.         

Bu tanımsal çerçevede yurttaş hakları kavramı güme gider. Sünni dinadamlarına bakarsanız farklılıklar olduğunu görürsünüz, ama Sünni hiyerarşide bile örneğin El Kaide’nin ya da Müslüman Kardeşler’in yandaşlarının kimi konuşmalarını dinlerseniz, Şeriat’ın herşeyi açıkladığını ve seçimlere ya da temsile gerek olmadığını söylerler. İslami hareketin seçimleri ya da referandumu kabul ettiği tek zaman iktidara gelmelerinden öncedir. Bu İran’da 1979 Mart’ında böyle oldu. Halka tek bir soru sordular: “İslam Cumhuriyeti mi istersiniz, Şah’ın geri gelmesini mi?” Yanıt belliydi, referandum sorusu ona göre sorulmuştu. Irak’taki rejimde de durum aynıdır: “Şimdiki işgali ve Şii hükümetini mi istersiniz?” referandumunda birçok Sünni ve laik Iraklı oy vermediği halde Şii nüfusun oy vermek “görevi” vardı. Kısacası sıradan insanın karar verme sürecine katılımı sadece ve sadece bir kereye mahsustur: Şii İslamın iktidara gelmesi için!

Siyasal İslamcı hareketin gelişmesine bir takım faktörler izin verdi ve sanırım onun önce muhalefet olarak, sonra da iktidarda nasıl davrandığını  görmek istiyorsak, bu faktörler konusunda gerçekçi olmamız gerekir. Bu faktörlerin bazılarına, çok kısaca özetleyerek, adeta konu başlığı gibi değineceğim.

Siyasal İslamın Gelişmesine İzin Veren Faktörler

Emperyalizmin ve küresel sermayenin rolü: Eğer son 30-40 yılın OrtaDoğu’da nasıl yaşandığına bakarsak; siyasi güç anlamında bu devletlerin çoğunda rejim diktatörlük ya da yarı-diktatörlük olduğu için devletin olağanüstü yetkileri olduğunu, ama ekonomik güç anlamında küreselleşmenin çoğu günlük ve uzun vadeli ekonomik kararları  -devletin elinden – almış olduğunu görürsünüz. Yani devlette bir çelişki vardır; hem bir güce sahiptir, hem de bazı konularda o gücü kaybetmektedir. Devlet, Uluslararası Para Fonu IMF’nin ya da Dünya Bankası’nın tüm taleplerini yerine getirmek zorundadır; bu ülkelerin almış olduğu borçlar onların karar verme yetisini 1930’lara 1940’lara kıyasla çok sınırlamıştır. Bu durum, sıradan insan karşısında uygun bir yasamayı, erki koruyabilmek açısından varolan ya da varlığına ihtiyaç duyulan siyasi hegemonyalar düzleminde bir kriz yaratır.

Öte yandan bütün bu devletlerde burjuvazi çok “ani” gelişti; klasik süreçlerden, feodalizm ve burjuva gelişme süreçlerinden geçerek büyümedi. Toprak sahipleri “Şah’ın Toprak Reformu” ya da “Yeşil Devrim” gibi tepeden gelen bir reformun sonucu olarak aniden “burjuva” oluverdiler, kendilerine verilen çok miktarda parayı fabrikalara yatırdılar. Yani bugün toprak sahibi feodal, ertesi gün fabrika sahibi kapitalist olarak belli değişim süreçlerinden geçmediler. Bu da tabii ki o ülkelerdeki bazı yapıların işleyişini  etkiledi.  Devletin insanların ekonomisini ve politik hayatın her yönünü kontrol etmesine izin verecek kapitalist yapıların uzun dönemli gelişmesinin eksikliğinden söz edebiliriz. Bu da kendi içinde liberalizmin herhangi bir biçiminin yokluğunu getirir, farklı görüşler kabul görmezken, monolitik görüşler egemen olur. Bir kısım medyanın dayatmaya çalıştığının tersine, Ortadoğu insanı demokrasiden anlamıyor ya da bilmiyor değildir. Çoğulcu liberal örgütlenmelerin gelişmesine olanak tanıyan örgütlenme türlerinin ve siyasal yapılanmaların işini bu denli zorlaştıran etken, kapitalizmin bu ülkelerdeki gelişme biçimidir; üstelik sömürgecilik, emperyalizm ve küresel sermaye kendi egemenliklerini garantilemek amacıyla diktatörlük statükosunun yaşamını sürdürmesi ve desteklenmesi için ellerinden geleni yaptılar.    

Soldaki Sorunlar

Soldaki sorunlar: İkinci sorun Sol’un zayıflığıdır ama bu konu konuşmamızın dışında kalıyor. Bununla beraber, 1950ler, 60lar ve 70’lerde yaptıkları açısından Sol’un zayıflıkları, hataları, özellikle de Sovyetler Birliği’ne  neredeyse tapınmaya ve Doğu blokunda olanları koşulsuz kabullenmeye varan tutumu, onarılamayacak hasarlara yol açtı. Sovyet yanlısı sol Doğu blokunun çökmesiyle birlikte ortadan kayboldu ve radikal sol da bütünüyle Sol’un hatası olmayan çeşitli nedenlerle zayıfladı.

Ama şimdiye dek değindiğim iki faktörden de daha önemlisi, varolan devletlerde İslami hareketin büyümesine izin veren başka yardımcı faktörlerin olmasıdır. Laikliğin doruğundayken, Şah zamanı İran’a bakalım, eminim Türkiye’de de böyledir (en azından gönümüzde, daha laik dönemler hakkında bilgim yok) İslamcı gruplar muhalefetteki başka hiçbir grubun sahip olmadığı türden yasal ve siyasal bağışıklığa sahiptiler. Ilımlı bir solcu bile olsaydınız, Şah dönemi İran’ında tutuklanıp sorgulanacaktınız. Ama eğer İslamcı idiyseniz Şah’ın favorisi olmamakla birlikte varlığınız sorgulanmayacaktı, tutuklansanız bile asla sosyalist ve komünistlerin Şah döneminde gördüğü baskıyı görmeyecektiniz. Bölgedeki öteki birçok ülke için de bu durum geçerlidir. Özellikle soğuk savaş sırasında ABD ve çeşitli Batılı hükümetler komünistleri yenebilmek için Hamas, Afgan mücahitleri, Müslüman Kardeşler gibi İslamcı grupları desteklediler. Bu gruplardan kimilerine hem finansal hem askeri destek verildi, dahası ABD’ye tabi olan devletler bu grupları ve taraftarlarını hoşgördüler ve bunların eylemlerini anti-sosyalist stratejinin bir parçası olarak değerlendirdiler. Yani birçok açıdan egemen siyasal erkin laik görünüşlerinin ardında aslında dine hoşgörülü tutum vardı. Uluslararası politikalar açısından bu İslamcı grupların hoşgörülmesi / kabul görmesi olgusu (Afganistan, hem Müslüman Kardeşler’in Nasır’a karşı kullanıldığı Mısır ve Ayatollah Kaşani’nin 1950’lerde laik ve seküler güçlere karşı kullanıldığı İran örneklerinde olduğu gibi) çok daha aşikardı. Son 50 yıl boyunca bu gelişmelere olanak sağlayan uluslararası politikaları görebilirsiniz.

Sonuncu dikkate değer faktör, İran’daki İslam hükümetince Siyasal İslamcı gruplara verilen finansal ve manevi destektir. İlk İslami devletin iktidar oluşu çok önemli bir an sayılmalıdır, çünkü en azından bütün İslamcılar arasında iktidara gelebilecekleri yanılsamasını yarattı. Bu yanıltıcıydı, çünkü çerçevenin içinde, Şah’ın bir yandan cami içinde, dini okullarda ve diğer alanlarda siyasetin gelişip serpilmesini hoşgörürken öte yandan  kendini sosyalist, komünist hatta liberal olarak görenleri tamamen yoketmesinin dıiında başka birçok etken de bulunmaktaydı. Dahası, Afgan hükümetinin yenilmesi de yanılsamalara katkı yaptı. (Sünni siyasi gruplar, özellikle de Bin Laden’in destekçileri, çifte yanılsama içindeler. Afgan hükümetini tek başlarına def ettiklerini ve Sovyetleri tek başlarına yendiklerini düşünüyorlar. Her iki noktada da yanılıyorlar çünkü CIA olmasaydı ikisi de gerçekleşmeyecekti.)  Bundandır ki şimdi bazı gruplar mevcut dünya ekonomik düzeni çerçevesinde iktidara gelebileceklerine inanıyorlar.

Elbette, İran (belki Irak’ı da eklemeliyiz) gibi İslamcı devletlerin varlığı başka İslamcı devletlerin gelişmesine yardımcı oluyor. Eğer Irak’ta şu andaki 2 ana askeri siyasi güce,  başbakan Al Jaffari’nin milisi olan SCIRI’ye ve iktidardaki diğer askeri siyasi parti Daawa’ya bakarsak, bunlar 1980 ve 90’larda İran’da eğitilmiş ve finanse edilmişlerdir. Aslnda birçok Iraklının bunlara antipati duymasının sebeplerinden biri de onları yabancı ajanları olarak görmeleri ve İranlı milisler diye anmalarıdır. Görülüyor ki Bağdat’ın bazı bölgelerinde halk SCIRI milislerini Pasdarlar diye İran’daki dini polisin adıyla anmaktadır. Tabii, SCIRI İran’daki Pasdarlar tarafından eğitilmiş ve silahlandırılmıştır.

Başka bir deyişle bu milisleri İran İslam devleti yarattı ve ihraç etti. Bu durum Lübnan’da - neyse ki İran dışında Şiilerin toplu bulunduğu öteki bir iki yerden biridir - İran’ın Hizbullah’a verdiği parasal ve askeri destek için de geçerlidir. Küçük sayıda oldukları için şükrediyoruz, Şiilerin sayısı daha fazla olsaydı eminim İran’ın mollaları destek için çok daha fazla para harcamak zorunda kalacaklardı.

Siyasal İslamın Yalanları: Yolsuzluğa Karşı ve Adil Olmak

Kapitalizmin bu kenar (periferi) devletlerinde sermayenin geliştiği biçim ve zenginle fakir arasında büyüyen uçurum gibi sözünü ettiğim karakteristiklerden ötürü, muhalefetteki Siyasal İslam bir çok iddiada bulunabilir. Baş iddialarından biri yolsuzluğa karşı olmalarıdır. Eğer vaazlarını dinlerseniz, insanlara söyledikleri ilk şey, “yolsuzluğun Batı’nın yarattığı ve ihraç ettiği birşey” olduğudur. Sözgelimi, Müslüman Kardeşler’in seçimlerin dördüncü turunda çok başarılı olduğu Mısır’da verilen mesaj şuydu: Batı olmasaydı liderlerimiz böyle ahlaksız olmayacaktı.

Bunda bir gerçek payı vardır çünkü iktidar çevrelerinde ve ABD yanlısı rejimlerin iktidarda olduğu periferi devletlerin hepsinde değil ama çoğunda rüşvet ve yolsuzluk vardır. Ancak, Müslüman dünyasında İslamcıların iktidara geldiği yerlere bakarsak, dünyadaki ilk Şii İslam devleti olan İran İslam Cumhuriyeti’ne ve Irak’ın Şii işgal hükümetine bakarsak Siyasal İslam’ın iktidarda yolsuzlukta mükemmelliğe ulaştığını görürüz. İran’da bugün yolsuzluk Batı yanlısı seçkinlerin bile hayal edemeyeceği boyutlara ulaşmıştır. İran halkının mevcut rejime karşı büyük hoşnutsuzluk duymasının nedenlerinden birisi de, İran’daki rejim değişikliğinden en çok yararlananlar olarak, mollaların oğullarının müthiş kazançlar elde etmiş olmalarıdır. İran’da günümüzün süper zengin kesimi iktidardaki mollalarla ya çok yakın ilişkidedir, ya da birlikte çalışmaktadır. Çoğu kez büyük skandallara birlikte sarmalanmış durumdadırlar. Bu durum rüşvet ve yolsuzluğa dayalı sistemin İran İslam Cumhuriyeti’ndeki Şii versiyonudur. Muhalefetteyken iktidara gelince saf ve temiz olacağınızı, tüm yolsuzluk uygulamalarına son vereceğinizi söylemek çok puan kazandıran birşey ve İslamcı gruplar da kaçınılmaz olarak sırf bundan ötürü epey destek almaktalar. Tam da bu nedenle yapmamız gereken, İslamcıların iktidarda olduğu yerlerde yolsuzlukları sergilemektir.

Bu arada şunu eklemeliyiz: Muhalefette iken bile Siyasal İslamcı  hareket kapitalistlerin ve iş dünyasının kendi kendini düzenleyeceğini umuyor, ama tabii ki böyle birşey olmuyor. Siyasal İslamcılarda şeriat yasası gelince herkes refaha kavuşacağı şeklinde bir inanç var, ama sosya adaleti ya da eşitliği sağlayacak bir mekanizma yok. Aslında muhalefetteyken bile, tek bir İslamcı hareket olarak birleşildiğine ve ümmette sınıf temelinde herhangi bir bölünmenin İslama aykırı olduğuna ilişkin görüşleri oldukça nettir. Eşitlikçi fikirlerin savunucuları onlar için en beter düşmandırlar. Çünkü eğer sınıf ayrımından söz ediyorsanız belli ki - ülke sınırları dışında ve yabancı - daha büyük bir düşmana yardım ediyorsunuzdur. Yabancı düşmana yardım edemezsiniz. Ve bu da kapitalizmi destekleme ve sürdürmenin çok güçlü bir yoludur.   

İslam devleti bir kez iktidara gelince (ve bu noktada İran örneğinden  çok yararlanılabilir) yansımalarını Irak’taki Şii devlette neredeyse aynen bulan çeşitli politikalar görürüz. Ne yazık ki bu değişikliklerin çoğu şimdiki İslam hükümeti gittikten sonra da yaşayacaktır, Irak veya İran’da varolan Şii devletin yıkıldığını düşünsek bile, yapılan değişikliklerin kimisi öyle köklüdür ki bunların üstesinden gelmek çok uzun zaman alacaktır.

Siyasal İslam Devletin Laik Biçimini Kaldırmayı Hedefler

Bunlardan biri, modern devletin laik biçiminin ortadan kaldırılması eğilimidir. Bunun nedeni kısmen ülkelerimizde (Türkiye, İran, vb) laikliğin en etkin dönemlerinde bile şeriat yasasının yasamayı ve yönetimi etkilemiş olmasıdır.

Bizim anayasamızı etkiledi, Şah’ın anayasası ve yasal ve resmi yapılanmaları için şeriat son derece önemliydi. Ama laikliğin her hangi bir biçimi, herhangi bir yüzeysel kabulü anayasadan kaldırılınca geriye “yegane kanun” olarak şeriat kalıyor. Bu, sadece kadın haklarını, miras hukukunu, bazı temel seçme özgürlüklerini – sözgelimi din seçip seçmemek gibi, istediğini giyip giymemek gibi -  derinden etkilemekle kalmadı. Ama aynı zamanda insanların dinsel olmayan, dinle bağdaşmayan davranışları nedeniyle cezalandırılma yollarını değiştirdi. Mollalar suç gördüğü şeylerle ilgili fiziksel cezalar belirleyip uygulamaya başladılar.      

Burada tümüyle farklı bir durumdan söz ediyoruz. Ve gerçekten de İslamcı devlette bir çok açıdan, en azından halkın özel yaşamına devletin müdahalesi güçlendi. Mübarek’in Mısır’ında ve de 1960lar ve 70’lerde Şah İran’ında devlet aslında eğer politik etkinlik içinde değilseniz birey olarak sizinle uğraşmıyordu. Özellikle muhalefette veya solda değilseniz, istediğiniz gibi davranabiliyordunuz. İstediğinizi  giyip istediğinizi yer içer, istediğiniz kadar müslüman ya da istediğiniz kadar ateist olabilirdiniz. O dönemde insanların ibadetlerinin kısıtlandığı, camiye gidemedikleri vb. doğru değildir, dahası Şah’ın kendisi “dindar” olduğunu iddia ediyordu.

 

Siyasal İslam İnsanların Özel Alanlarına Saldırmadan Duramaz

İslam devletinde şeriat yasasının topluma dayatılmasıyla devletin özel alana müdahalesi adeta tahammül edilemez bir hale gelir. Kısa bir süre sonra, buna tepki duyan toplumun varlıklı kesimlerinin sıkı şeriat yasalarına uymamak, kaçamak yollar icat etmek için kandırma, yolsuzluk ve benzeri yöntemleri kullanmalarıyla derece derece ikiyüzlü, yalana ve sahteciliğe dayalı bir yaşantının ortamı yaratılır. Bence bugün İran’da en azından orta sınıf ve yukarısı sokakta bir türlü ve kendi özel yaşam alanlarında tamamıyla başka türlü davranmaktadırlar. Yenilen, içilen, giyilen şeyler, yapılan makyajın biçimi, dinlenilen müziğin türü, ve davranış biçimleri açısından bu “ikili”, ikiyüzlü yaşam insanların günlük rutini haline gelmiştir.

Bununla beraber, devlet oldukça sıkıdır; insanların neler yaptığını izlemekte, karışmakta, insanların birbirini gözlemesini ve polise ihbar etmesini özendirmektedir. Bu polis, ahlak polisi dediğimiz polistir ve kimileriniz duymuşsunuzdur, Amerikan-İngiliz işgali altındaki Basra’da da, aynen Tahran’dakine benzer bir polis gücü oluşturuluyor. İnsanlar polisi “falanca Batı müziği dinliyor”, “komşum şimdi bir şişe  şarap açtı”, “komşum şudur, budur...” diye arıyorlar. Ve her şey bir yana, bu tür bir gözetlemenin hangi niyetlerle kullanıldığını görebilirsiniz. Siyasal İslam eğitime, yaratılış gibi konulara da karışıyor. Şimdi, Darwin’i mi kabul edeceğiz, yoksa Bush’un ABD’de empoze etmeye ve İslam Cumhuriyetinin okullarda dayatmaya çalıştığı laf salatasını mı?         

 

Siyasal İslam Altında Toplum İkiyüzlüleşir ve Çürür

Siyasal İslam’ın özel yaşama karışmasının en beter yanlarından biri çoğu insanın son derece ikiyüzlü davranmakta oluşudur. İran’da İslamcı köktendincilerin iktidara gelişinden 27 yıl sonra çok az insan İslamı gerçekten inanarak ve kurallarına uyarak yaşıyor. Rejimin iktidarda kaldığı süre uzadıkça insanlar İslamcı egemenlerin sahtekarlıklarını ve çifte standartlarını gördükçe bütün yanılsamalar yerle bir oluyor. Tırmanan ikiyüzlülük öyle yüksek düzeyde ve normalleşmiş ki, toplumsal doku bu sahtekarlık karşısında çözülme tehlikesi altındadır; insanlar sokakta İslami görünüyorlar ama  herkes biliyor ki özel yaşamlarında çok az kişi dini yasalara göre yaşıyor. Bu aldatmaca/ikiyüzlülük aslında sorunun yalnızca bir parçasıdır ve bir çoklarınca İran toplumunun yapısını değiştiren ve İslamcı devlet devrildiğinde bile normale dönülmesini çok zorlaştıracak  bir olgu olara görülmektedir.

Buna rüşvet, yolsuzluk, çürüme fikrini de ekleyin. Alkol içerken ‘yakalanmanız’, ya da kadınsanız “saçınız göründüğü için” tutuklanmanız durumunda bile her şey sizi kimin tutukladığına ve o kişiye rüşvet verip veremeyeceğinize bağlıdır. Devletin özel yaşama bu denli, inanılmaz müdahalesi söz konusu iken bile, hem birey hem de devlet, insanın bedelini ödeyip “günahkar” olabileceği bir pazarın oluştuğunun farkındadır.

İslam Devleti Kadınların Çalışmasına Karşıdır

Bu, toplumda  öyle çabuk evrilir ki günlük yaşamınızdaki her alanı kavrar. Bunun en tehlikeli yanı elbette ekonomik yanıdır. Burada değinilecek bir dizi konu var. İlkin, herhangi bir İslam devletinin ilk girişimi kadınların çalışmasını engellemektir. Bunda amaçlanan başarıyı sağlayamıyorlar ama epeyce gayret gösteriyorlar. En azından İran deneyimi çok açıktı… Okul yönetmeliklerini değiştirdiler, giyim yönetmelikleri değişti, kadınları çocuk bakmaya özendirecek şekilde herşeyi değiştirdiler. Birçok günlük politikanın ana ilkesi buydu. Önce, sözgelimi okul saatlerinin 9-12 ve 3-6 arasına çevrilmesi küçük önemsiz değişiklikler gibi göründü, böylece anne saat 12-3 arası evde olmak durumundaydı ve bu saatler arasında çalışabilecek çok fazla iş bulma şansınız yoktur. Ve bu, tabii ki dengeleri değiştirir. Elbette İran bir de savaştan geçirdi ve bu tüm ekonomik yapıyı değiştirdi. Savaş ekonomisi kendi taleplerini dayattı.

Genelde İslam devleti işçiliği emeğin “kiralanması” olarak görür. Bireyle patron arasında bir sözleşme olarak değerlendirdiği için bu ilişkiyi düzenleme gereği duymaz. Ama öte yandan, kapitalizmi sürdürdüğü halde ve egemen üretim biçimi olarak başka bir alternatif getiremeyeceği ortada iken, bir yandan da bir kapitalist devlet olarak gelişmesi çeşitli nedenlerle şiddetle engellenmektedir.

Siyasal İslamın Dış Siyaseti Serüvencidir

Bunlardan biri İslamcı devletin serüvenci dış politikalarıdır. Söz gelimi İran örneğinde, gittiği her yerde bir serüven yaratan ve ağzını her açışı bir dış politika serüveni olan devlet başkanı,  yabancı sermayenin uzun dönemli yatırımlarını özendirmez, ama kendi kapitalistleri bütün parayı dışarı çıkarmıştır ve ender olarak altyapısal yatırımları yaparlar. Yani, ortada kapitalist gelişme anlamında bile bir yığın belirsizlik vardır. Kapitalizm öncesi üretimi yaratabilecekleri iddiası da bir yanılsamadır.  Bir kez kapitalizm ayakları üzerine oturduktan sonra feodalizme dönemezsiniz, insanları köylerine geri gönderip kendi tüketimi için tarım yapmaya başlatamazsınız. Yani, bir yanda gecekondu bölgeleri yaratan, zenginle yoksul arasında uçurumu yaratan ve bunu değiştirecek herhangi bir politikası olmayan eşitsiz kapitalist gelişme ve onun tüm yan etkileri, öte yanda serüvenci bir dış politika ve kapitalist gelişmenin gerek duyduğu normların kuralların şiddetle engellenmeye çalışılması... Bu kaotik, karmaşalı bir ekonomik ortam yaratır.

İran İslam hükümetinin tarihi, onun aslında ekonomik kaos ortamından beslendiğini göstermektedir. Toplum bir ekonomik krizden diğerine giderken, bu dönemlerde elbette bazı insanlar muazzam kazançlar elde ederler. Bu şekilde hem kaostan fayda sağlamış olurlar, hem de zengin ve yoksul ­arasında kurulu denge bozulmamış olur, zaten bunu yapacak kuralı veya mekanizması da yoktur.

Siyasal İslam İktidarı Dev Bir Karaborsa Ekonomisi Yaratır

Ekonomide şeriat yasası altında gerçekten değişikliklerin görüldüğü alan, “meşru” ekonomik işlerle “gayrımeşru işler” arasında ayrım yapılması oldu. İslamcı ekonomi böylece devasa bir karaborsa pazar yarattı. Burada “meşru” denince, sizin namuslu bir tüccar, aracı vb olduğunuz, ya da düzgün mallar ürettiğiniz ya da sattığınız anlaşılmaz.
Söz gelimi, bir şaraphane sahibi iseniz gayrımeşru sermaye sahibisinizdir, dolayısıyla yaptığınız iş yasaklanır. Bundan bir koşulla kurtulabilirsiniz, yalnızca kendi üyesi olduğunuz küçük Hristiyan topluluğuna satış yapıyorsanız... Ya da ahlakdışı tabir edilen bir metayı üretiyor ya da satıyorsanız ahlakdıiı ve gayrımeşrusunuzdur ve bu işi yapmanız yasaklanır. Böylece karaborsa ekonomisinin, yeraltı ekonomisinin, yasadışı veya yarı-yasal ekonomik faaliyetin parçası haline gelirsiniz.

Siyasal İslam İşçi Düşmanı Bir “Yeryüzü Cenneti” Yaratır

Bir yandan da, sermayenin öteki kesimleri üzerinde herhangi bir vergi disiplini, yasal kâr sınırı vb bulunmamaktadır. İşçilerinize dayatacağınız sömürünün ne kadar olacağına karar vermede özgürsünüzdür. Siyasal İslamın sermayeye yönelik veya sermayeyle ilişkisine ilişkin herhangi bir sınırlama yoktur. Sizden istenilen İslami verginin gereklerine uyduğunuz sürece malınıza istediğiniz fiyatı koyup istediğiniz yüksek kârı elde edebilirsiniz. Bu vergi İran’da gelirinizin beşte biri kadardır ve de bunu yolsulukların kural haline geldiği İslami devlette rüşvet vererek KDV’den daha aşağıya çekebilirsiniz. Bunun anlamı şu ki, fazla vergi ödemeden gerçekten muazzam kârlar elde edebilirsiniz. Hele bir Ayetullahın camisine bağış yaparsanız veya onun seyahat masraflarının karşılanmasına destek olursanız ödeyeceğiniz vergi gelirinizin ya da kârınızın yalnızca yüzde 10’una kadar düşebilir.

Bu şekilde, devletin “müdahalesinden” geriye yalnızca kültürel ve kişisel etkinliklere yapılan müdahaleler kalır. İslamcı devlet sınıf ilişkilerini düzenlemeye, Batıdaki sıradan bir sosyal demokrat ya da hatta bir muhafazakar devlet iktidarı kadar bile karışmaz. Çünkü muhafazakar bir devlette bile, olası bir kalkışmanın ya da devrimin önünü kesebilmek üzere ne ölçüde ne kadar sınıf ayrımının göze alınabileceğine ilişkin bazı düzenlemeler yapılır.   

Şii İslamda “12. İmamın yeniden doğuşu” gibi garip bir olguyla kutsanmışızdır. Bildiğiniz gibi, 12. İmam 12 yaşında bir kuyuya düşer, kaybolur. İran’da Şii devlette büyük bir hareket olan Hocatiye’ye (mollalara) göre geri dönecektir. Toplumsal bozukluklar, çürüme kabul edilemez bir düzeye eriştiğinde onun varlığına gerek duyulacak ve o geri gelecektir.  Biraz, barış ve adalet getirecek olan Mesih’i andırıyor. Fakat onun dönüşünü çabuklaştırmak için toplum nihai yokolmanın, yoksulluğun, savaşın yıkıcılığının, kısacası barbarlığın eşiğine gelmiş olmalıdır. Iran parlamentosu bu konuyu çeşitli kereler tartışmanın “onuruna” sahip”! Parlamento 12. Şii imamın gelişini çabuklaştırmak için toplumun o çürüme mertebesine gelmesine izin versin mi vermesin mi, yoksa barbarlığı azaltmak için müdahale mi edilsin diye ciddi ciddi tartıştı. İran devletinin yakın tarihi gözönüne alınınca, 12. İmamın gelişini çabuklaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar denebilir.

Siyasal İslamın Vaatleri Yalandır: İşçi Sınıfından Örnekler

Bana ayrılan süreyi aştığımı farkettiğim bu konuşmada söylemeye çalıştığım şey, İran’da 27 yıllık İslam iktidarından sonra  yüzyüze bulunduğumuz şeyin gerçekleşmemiş vaatler olduğudur. Aslında ekonomik durum yoksullar için eskiye göre çok daha kötülemiştir. Yani bırakın iyiye gitmeyi, herşey daha da kötüye gitti. İran’da yoksulluk düzeyi o duruma gelmiştir ki devlet bile bugün asgari ücretin yoksulluk sınırının çok altında olduğunu kabul etmektedir. Birçok İranlı fabrika sahibi için işçi ücretlerini ödememek istisnadan çok genel teamül olmuştur. Gerçekten de kâr hesabını kaç ayın ücretini geç ödeyip kaç ayın ücretini de hiç ödememek üzerine yapmaktadırlar. Onca gecikmeden sonra bir iki ayın ücretini ödeyip gerisini tutmaya devam etmektedirler. Devletin işyerlerindeki ajanı olan sarı/İslamcı sendikalar bile bunun artık bir kâr artırma yöntemi olduğunu kabul ediyorlar.

Bu, özelleşmenin görülmemiş boyutlarda olduğu bir ülkede oluyor. Eminim Türkiye ve Mısır’da da çok özelleştirme oluyordur ama son 8-10 yılda İran’da olagelen özelleştirme, tekstil endüstrisini yıktı geçti. Özelleştirilmemiş fabrika neredeyse kalmadı. Bunun bir çok nedeni ­var. Nedenlerden biri, devletin kapitaliste müdahale etmemesi ve gelişmeye muhalif işçi hareketini dize getirmek için zor kullanmasıdır. Tahran gibi büyük kentlerde arsalar çok pahalı ve araziyi en kârlı kullanma yolu da, üzerine çok katlı binalar yapmaktan geçiyor. Ücret ödememe politikası güden fabrika sahipleri, işçileri işten ayrılmaya zorluyorlar ki  böylece bütün malzeme ve demirbaşları satarak fabrikanın yerine çok katlı binalar kurabilsinler. Elbette bu tekstil gibi, kâr getirmeyen sektörlerde oluyor.

Tabii, söz konusu sektör, yapı sektöründe, ya da İran’ın ana üreticisi olduğu motorlu araç üretiminde ve petrol endüstrisinde olduğu gibi kârlı ise durum farklı oluyor. Petrokimya ve petrol endüstrisinde şirketler taşeron firmalara bölünüyor. Bu, işgücünün büyük endüstri karşısında gücünü azaltmaya yöneliktir. İran’da bir zamanlar işçilerin Şah’ı defetmek için kahramanca mücadele verdiği petrol endüstrisi şimdi onlarca taşeron firmaya bölünmüş durumdadır ve bu taşeron firmalar, İran’da Siyasal İslamın sermaye için yarattığı bu yeryüzü cennetinin bir ürünü olan yüksek işsizlik oranlarından çok yarar görüyorlar. İşçiler “beyaz sözleşme” denen anlaşmaları kabul ediyorlar. Beyaz sözleşme diye, bir patronun işçiye boş bir kağıt verip imzalamasını istediği, sözleşme koşul ve kurallarının bu imzadan sonra konulacağı sözleşmeye deniyor. İranlı işçileri dinlerseniz, onlar size beyaz sözleşmeyi kabul etmek zorunda olduklarını tekrarlarlar. Yani, patron kuralları öylesine koyar ki, işçiyi atacağı zaman sözleşme üzerinde hiçbir yaptırım veya tazminat yükümlülüğü olmaz. İşçinin ücretini ödemezse “para kazanamadım, yapacak birşey yok” diyebilir. Bu da sistemin diğer normudur.

İslam Devleti Fahişeliğe Zorlanmış Kadın İhracatı Yapıyor

Bu haksızlıklara ek olarak, insanlarda bir de para olmayınca, yasadışı faaliyetlerin her türü yaşamın her alanında oldukça geçerli olmaya başladı. En kötü gelişmelerden biri, Ayetullah Humeyni’nin bir kadın saçı görünce çok sarsıldığı ve 26 yıl 9 aydır saçımızı başımızı kapatmak zorunda kaldığımız bu ahlakçı toplumda fahişeliğin almış başını yürümüş olmasıdır. Bugün İran körfez ülkelerinin çoğuna fahişe kadın ihracatı yapmaktadır. Bunun nedeni yoksulluktur. Bir İslam ülkesinde bunun olabilmesi yoksulluktan başka birşeyle açıklanamaz. Tahran ve diğer büyük kentlerde fahişelik, çocuk işçiliği, çocukların fahişelikte kullanılması o kadar yaygındır ki, İslam devletinin kendisi bile bu sorunların sürekli başa çıkılması gereken sorunlar olduğunu kabul etmektedir. Her şey o kadar açıktır ki durumu inkar edemezler.

Solun Görevi Siyasal İslamın Yalanlarını Sergilemektir

Bütün bunların sonucunda, Sünni şeriatıyla Şii şeriatı arasındaki bazı farklara rağmen, sanırım Sol hareketin Siyasal İslamın taşıdığı tehlikeleri teşhir edebilmesinin yolu, bence, İran’daki 27 yıldır iktidarda olan Siyasal İslam gerçeğini göstermesidir. Siyasi propaganda olarak değil, George Bush’un İran için söylediklerini söyleyerek değil. Sorun, İran’ın nükleer tesisleri olup olmadığı da değildir. Gerçeklere bakmaktan, kadın haklarının olmadığı, işçi haklarının olmadığı ve bu düzeyde bir yoksulluğa ulaşılan İran toplumuna bakmaktan söz ediyorum. Öyle bir ülke ki her ne pahasına olursa olsun zengin olma düşüncesi şiddete başvurmayı getiriyor. Batı karşıtı populist demagoji hâlâ besleniyor, ama bu neredeyse Tony Blair’in demokrasi yanlısı olduğunu söylemesine benziyor. İnsanlar onu arka plandaki kuru gürültü gibi dinliyorlar. Uyuşturucu bağımlılığı gerçeği, komşu ülkelere fahişe olarak çalıştırılacak kadın ihracatı gerçeği, iktidardaki Siyasal İslamın gerçeğidir.

Ve 27 yıl öncesinden farklı olarak, bugün önümüzde şimdi iktidarda olan şeriat devleti örneği var. Bu olgu, İran’da gelişirken birçok yanılsama yaşandı; bir çok genç, hatta solcu İranlı, siyasal İslamın “belki” bir çözüm olabileceğini düşündü. Eğer Sovyet Bloku bir krize gidiyorduysa, eğer komünizm umduğumuz gibi bir eşitliği getiremediyse, Sosyalizm Ütopyası gerçekleşemediyse belki Siyasal İslam cevap olurdu, diye düşündüler.  

İktidarda Siyasal İslamın Sonucu Bir Felakettir

Ancak, karşımızda duran İran örneğinde son derece net biçimde görebiliyoruz ki, iktidarda Siyasal İslamın sonucu bir felakettir. Sanırım  bu örneği sadece İran’da değil, aynı zamanda bütün Ortadoğu’da, Türkiye, Mısır, ve bölgedeki her ülkede Siyasal İslamın tehlikelerini göstermek, özellikle de sola yönelik tehlikeleri sergilemek için, daha da önemlisi Siyasal İslamın “sosyal adaletçilik”, “yolsuzluk karşıtlığı” gibi kendi iddialarının sahteliğini sergilemek için değerlendirmeliyiz.

Teşekkür ediyorum.

İngilizceden Çeviren: B Vardar