  
          MISIR’DA AYAKLANMA 
            İşçiyi işçiden başka  kimse kurtaramaz!
          Geçtiğimiz ay Tunus’da emekçi gençliğin çaktığı kıvılcım Kuzey Afrika ve  Ortadoğu’ya dalga dalga yayılıyor. 6 Nisan Hareketi adlı gençlik örgütünün  “Öfkemizi Gösterme Günü” çağrısıyla 25 Ocak’ta Mısır’ın sanayi kentlerinde  başlayan ve şu sıralar zirveye çıkan gösteriler devlet yönetimini hallaç pamuğu  gibi atmaya devam ediyor. 
          Mısır’daki gösteriler, Mısır emekçilerinde son 30 yılda biriken öfkenin  oldukça “ılımlı” bir şekilde dışa vurumudur.  
          Bir ülke düşünün ki, 1981’den bu yana sıkıyönetim altında yaşıyor.  Cumhurbaşkanı ve altındaki yönetim 30 yıldır toplumu yönetiyor. Çok partili  rejim kağıt üstünde. Kimin aday olabileceğine rejim karar veriyor. İstihbarat  örgütü, “baltacılar” ve polis ikinci bir ordu büyüklüğünde.  
          80 milyonluk nüfusun yarısı 30 yaşın altında ve bunların ezici çoğunluğu  işsiz. Okumuş işsizlerin sayısı her geçen gün muazzam kalabalıklara varıyor. Nüfusun  yüzde 40’ı açlık sınırında yaşıyor, 20 milyon nüfusu barındıran Kahire’de  gecekondu mahallerinde temiz sudan, lağım ve kanalizasyondan, insanca yaşam  koşullarından mahrum yaşayanların sayısı 9 milyonu geçiyor.  
          Filistinli mülteciler her türlü yurttaşlık haklarından mahrum olarak berbat  koşullarda yaşamak, daha doğrusu sürünmek durumundalar. Ülkenin Hristiyan  azınlığı, çöp toplama ve ardiyecilik gibi işlere mahkum edilmiş. Ülke ekonomisi  her yıl yüzde 7 dolayında büyürken, zenginlikler bir avuç burjuvayla devletin  başına kene gibi yerleşmiş seçkinlerin elinde kalıyor, alt sınıflara damlamıyor  bile. Asgari ücret Aralık 2010’da yapılan zamlardan sonra bile 400 Mısır Lirası  (108TL) mertebesinde. Ve de yiyecek fiyatlarında müthiş artışlar yaşanmakta!  
          Geçmişte SBKP’nin orta kuşak ülkelerdeki “milli kurtuluşçu” liderliklerle,  “milli burjuvazi”yle yakın ve yoğun işbirliği siyasetinin parçası olarak  militan ve devrimci tarzda örgütlenmelerine set çekilen, birçok değerli kadroyu  Sovyet destekli “milli” burjuvazinin zindanlarında, “barış ve ulusal demokrasi”  mücadelesinde(!) yitiren komünistler, oldukça zayıf bir örgüt kıvamında. İç  çekişmeler, baskı terör ve rejime verilen zoraki destek, komünistlerde  dövüşecek hal bırakmamış… Komünistlerin ne ideolojik önderliği söz konusu, ne  de örgütsel! (MKP bildirisine bakınız!) 
          Bu koşullar altında gerçekleşen ve herşeye rağmen büyümekte olan ayaklanma,  yoksul halk kitlelerinin, 1990lardan bu yana ekonomik mücadeleyi yükselten  sanayi kentlerindeki işçilerin, özgürlüksüzlükten bunalmış orta tabakaların,  her sınıftan muazzam sayıda gençliğin, çoğunlukla laik, ezici ağırlığıyla erkek  nüfusun kendiliğinden halk  ayaklanmasıdır, dersek yanılmış olmayız.  
          Son dakikada örgütlenen Mısır Bağımsız Sendikalar Federasyonu’nun (MBSF)  öfkeli ama amaçsız protestolara çeki düzen verip şikayet ve talepleri  sistemleştirme yönünde çabaları da gözardı edilmemelidir. 
          Bununla birlikte, madalyonun öteki yüzüne bakıldığında görülmektedir ki,  Mısır’daki ayaklanma, dünya kapitalizminin küresel pazardaki gereksinimlerinin  her yerel, eski, köhnemiş yapıya dayattığı değişimin, ya da başka bir deyişle  “ince ayar” zorlamasının bir sonucudur. ABD devlet başkanı Obama’nın  konuşmasında da açıkça yansıdığı üzere, küresel kapitalizm Mısır devletinden  iki önemli ve ihmal edilemez istemde bulunmaktadır:  
          
            
              - “Evrensel değerlerin yaşatılması”. Yani ifade, inanç,  basın ve örgütlenme özgürlüğünün pratikte uygulanması, çok partili parlamenter  yaşamın önündeki engellerin derhal kaldırılması. 
 
              - “Değişim gereği”. Devletin reformlar yoluyla dünya  ekonomisindeki gelişmelere ayak uydurması, mal ve hizmet akışına, dünya  ticaretinin gelişmesine set koyduğu düşünülen korumacı, ithal ikameci, devletçi  uygulamaların süratle kaldırılması, özel sektörün ve dış yatırımcıların önünün  açılması.          
 
             
           
          Dünya kapitalizmin çeşit çeşit sözcülerince bir süredir dillendirilen  istemlere ve bu ülkede devletin varoluş ve işleyiş biçimine dünya pazarıyla  bütünlenişin gerekleri açısından getirilen itirazlara bakılırsa, bu ayaklanma  “demokratik devrim için kalkışma” olarak nitelenmelidir. Yani, kabaca “Mısır’ın  27 Mayıs’ı” demek mümkündür.  
          Ayaklanmanın bu ikili karakteri, meydanlara da yansımaktadır:  
          Bir taraftan, göstericilerin hemen hemen tamamı “Mübarek defol!”, “Mübarek istifa!”,  “Mübarek’i asın!”, “Sen gidicisin biz kalıcıyız!” gibi sloganları haykırıyor;  meydanları dolduran yüzbinler kapitalizmin her türlü zilletini cumhurbaşkanı  Hüsnü Mübarek ve çalışma arkadaşlarının eseri gibi görüyor.  
          Ancak, arka planda, Amerika’dan ezberini tazelemiş olarak Mısır’a  gönderilen nükleer uzman, “cumhurbaşkanı adayı” El-Baradey’in, Mısırlı  liberallerin, İngiliz ve ABD diplomatlarının yoğun çalışmaları var. Cumartesi  gününden itibaren ordu komutanları devreye sokulmuş ve istihbarat şefi,  işkenceci Ömer Süleyman cumhurbaşkanlığı yardımcılığına getirilmiş. Üstüne  üstlük Mübarek, istifa etmeyeceğine ilişkin açıklama yapmış. Bu arada, bir  koldan bölgede İslamcıların bu kez Mısır’ı ele geçireceğinden çekinen İsrail,  öbür koldan Türkiye’nin “asabi çocuğu” Recep, bölgede “güvenlik ve istikrarı  korumak” amacıyla Mübarek yönetimini değişime ikna etmeye çalışıyor.  
          *** 
          Göstericiler, başlangıçta ağırlıklı olarak öfkeli, laik yığınlardı. Ancak,  ordunun meydanlara yerleşmesiyle birlikte İslamcılar, sıkmabaş karılarını da  yanlarında mitinge getirmeye, toplu namazlarla varlıklarını hissettirmeye  başladılar. Her ne kadar Müslüman Kardeşler Örgütü’nün liderleri siyasal  iktidarda gözlerinin olmadığı tekrarlamakta ise de, toplumda hatırı sayılır bir  etkinliği olan siyasal İslamın eylemlerdeki ağırlığının – komünist ağırlığın  yokluğuna paralel olarak - artmakta olduğu gözlemlenmektedir. Hele,  hapishaneden kaçırdığı örgüt militanlarını yığınların içine örgütleyici olarak  salan Müslüman Kardeşler’in Türkiye’deki AKP benzeri bir siyasal partileşmeye  yeşil ışık yakma olasılığı, tüm Ortadoğu’da dengeleri baştan sona değiştirme  potansiyelini içermektedir. 
          Bu karmaşık ortam bir yana, tekrar vurgularsak, dünya kapitalizminin önde  gelen unsurları Tunus’da, Yemen’de, Ürdün’de, Afrika’nın ve Asya’nın birçok  ülkesinde olduğu gibi Mısır’da da dünya pazarıyla uyumlu “değişim” istiyor,  devlette reformu dayatıyor ve tabii ki, bütün bunların “kontrollü”, en azından  “tanıdık bildik” bir çerçevede gerçekleşmesi için de büyük çaba gösteriyor.  (Türkiye devletinin günün gereklerine uygun, emperyalistleşme aşamasının  ihtiyaçlarına daha rahat cevap verecek biçimde yeniden örgütlenmeye başladığı  12 Eylül 1980’den bu yana yaşadığımız değişimi hatırlayın. Burjuvazi içindeki  hesaplaşmalarla ortaya çıkan Jitem, Ergenekon, Hizbullah vb. pisliklerin bu  değişimin bir karanlık yüzünü gösterdiğini, öte yandan ABD mandasındaki  Fethullah Gülen’in ağırlıklı siyasal kuruluşu AKP’ye hâlâ yaptırtılmakta olan  “ince ayarları” hatırlayın.)  
          Mısır burjuvazisinin “Mısır AKP’si” ve onun ABD’li dostları eliyle  girişeceği reformların neler olabileceğini tahmin etmek zor değildir. Ortada  halledilmeyi bekleyen bir “evrensel değerler” sorunu vardır: İfade, örgütlenme  özgürlüğü, çok partili rejim… Bir de “değişim gereği”!  
          Öyle görünüyor ki, değişime direnen ve eskide ısrar eden Mübarek  yönetiminin, Türkiye’de “direnç” gösteren kimi çevreler gibi “geri hizmete”  alınacağı günler uzak değildir. Çok partili bir rejime “kontrollü” geçiş  başlatılacak, siyasal kısıtlamalar “kısmen” kaldırılacak, ifade ve örgütlenme  özgürlüğünün önündeki “kimi engeller” kaldırılacak, Türkiye’nin 1961  Anayasası’ndan - ortam gereği - daha geri bir anayasa, “çok önemli bir kazanım”  olarak halka sunulacak, ordunun ağırlığı korunurken, siyasal İslamcı yükseliş  kontrol altında tutulmak istenecektir… Vb. (Büyük Ortadoğu Projesi? Ilımlı  İslam? Mısır’ın Recep’i?)  
          Bunlar bir yana, ayaklanmanın istemlerinin Mübarek’in istifasını, yıpranmış  isimlerin çekilmesini, çok partili rejime izin verilmesini, yeni seçimlere  gidilmesini istemenin ötesine geçmiyor oluşu, dünya kapitalist sisteminin özellikle ABD eliyle öne sürdüğü “ince  ayar”ın kontrollü olarak yapılabilmesinin önünü açmaktadır.  
          Emek cephesindeki gelişmeler, bu “ince ayar”da işçi etkisinin ne  olabileceğine dair fikir vermektedir. Bilindiği üzere 31 Ocak günü kurulan  Mısır Bağımsız Sendikalar Federasyonu (MBSF) adındaki bu yeni örgüt, ilk  eyleminde mevcut sendikal örgütü devletin yandaşı olarak nitelemiş, 2 Şubat  Salı günü süresiz genel grev ilan etmiş, Kahire’de 2 milyon insanın katıldığı  söylenen “Milyonların Protestosu”nun örgütleyicisi olmuştur.  
          “Milyonların Protestosu” eyleminde başta İskenderiye, Port Said, Süveyş,  Mansura, El-Ariş, El-Mahalle, El-Kübra, İsmailiye, Dumyat gibi önemli endüstri  merkezlerinde yüzbinlerce insan sokağa dökülmüş, rejime öfkesini haykırmıştır.  Yazımızın başındaki resimde, göstericilerin taşıdığı “boş yere yaşamaktansa  birşeyler için ölmek yeğdir!” yazılı pankarttan da yansıdığı üzere, bu  eylemlerde emekçiler, rejimin dayatmasını kabul etmektense ölmeyi göze alma  kararlılığını göstermiştir.   
          Somut durum bu iken komünistleri ilgilendiren soru şudur: Devrimci durum  var, yığınlar sokaklara dökülmüş, rejimin dayatmasını kabul etmektense ölmeyi  göze almışlar, “kefenimizi yanımızda getirdik” diye haykırıyorlar. Peki ama,  devrimci durumu halk devrimine ilerletecek öznel öğe, örgütsel lider nerede?  
          Bu noktada Mısırlı komünistlerin slogan ve örgütlenmelerde, ayaklanmanın  emekçi ve devrimci yanını öne çıkartmada, halktaki öfkeyi Mübarek’in kişisinden  öte Mısır kapitalizmine, Mısır devletine yöneltmede herhangi başarılı bir adım  attığının bilgisine bugün için sahip değiliz.  
          En radikal istemler, yeni kurulan ve İngiliz ve Amerikan sendikalarının  hemen tanıdığı MBSF’den gelmiştir. MBSF’nin 2 Şubat Salı günü yayınladığı  bildiride şu istemler yer alıyor:           
          
            
              - Mısır  yurttaşlarına çalışma hakkı ve hükümetin vereceği “işsizlik tazminatı”.
 
              - 1200  Mısır Lirasından (324 TL) az olmamak üzere her yıl enflasyona endekslenmiş  aylık asgari ücret, işçi ücretlerine prim garantisi, yapılan işin değerini  yansıtan kazanç, özellikle tehlikeli işlerde iş güçlüğü zammı. Ama en yüksek  işçi ücreti asgari ücretin 10 katını hiçbir zaman aşmamalıdır. 
 
              - Tüm  Mısır yurttaşları için sağlık, bakım, konut, öğrenim haklarını içeren adil  sosyal güvenlik hakkı, “herkese parasız, bilim tekniğin gelişimine uyumlu  eğitim”, bütün emeklilere insana yakışır emeklilik maaşı ve haklarının  sağlanması. 
 
              - İşçiler için örgütlenme  hakkı, kendi tüzüklerini serbestçe yapma hakkı, bunu engellemeye yönelik tüm  yasal sınırlamaların iptali.
 
              - 25  Ocak’tan sonra gözaltına alınan, tutuklananların derhal serbest bırakılması.
 
             
           
          Bu istemler, tüm  demokrasilerde yükseltilen asgari işçi istemleri olmanın ötesinde herhangi bir devrimci  içerik taşımamaktadır. (Türk-İş’in ilk kuruluş bildirgesinde de buna benzer  istemler bulunmaktaydı diye düşünüyoruz.) 
          Bu açıdan, komünistlerin  siyasette aktif belirleyici bir güç olarak yokluğu koşullarında, bu  ayaklanmanın en olası olumlu sonucunun çok partili rejime geçiş, bir sendika  başkanının geçici hükümette çalışma bakanı vb. yapıldığı, çalışma mevzuatının  da dünya pazarının 2011 yılındaki istemlerine uyarlandığı, oldukça geri  bir  “ileri demokrasi”(!) olacağından  kuşku duymak için herhangi bir neden göremiyoruz.  
          Önce Tunus’da şimdi Mısır’da patlak veren,  komünistlerin dış kapının mandalı olarak bile etkin olamadığını düşündüğümüz, yaygın ve kapsamlı ama  bir o kadar da örgütsüz, lidersiz  bu  kendiliğinden halk ayaklanmasının esas sonucu, verili koşullarda kapitalizmin  ömrünü tazeleyen, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ile uyumlu, ılımlı İslama(!)  yer açan reformlar olacaktır.  
          Ancak, bu geri kazanımlar bile, eğer işçi örgütleri kendi istemleri için  militan mücadele bayrağını yükseltirlerse gerçekleşebilir. Çünkü, burjuvazinin  işçilere “hilaliahmer yararına” hak tanıdığının dünyada örneği yoktur. Üstelik,  müslüman burjuvazi, Türkiye’deki uygulamadan da gördüğümüz üzere en az laik  burjuvazi kadar ahlaksız, şerefsiz ve hatta sendika düşmanlığı açısından  laiklerden daha gaddar ve alçaktır. Mücadele tek yoldur! 
          Dolayısıyla, bu ayaklanma nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Mısır işçilerinin  önünde sendikal birlik-sendikal demokrasi-militan eylem ilkeleri ışığında sınıf  mücadelesini yükseltmekten ve ve bu yükselen yığın hareketinin içinde kendi  bağımsız sınıf partisini örgütlemekten başka yol yoktur.  
        Umarız Türkiye işçi sınıfı, Mısır ayaklanmasından bu dersi çıkarır: İşçi  sınıfından başka hiçbir güç emekçi halkı kurtaramaz. İşçi sınıfının ihtiyacı  devrimci sınıf partisidir! 
        02 Şubat 2011          |